21 Şubat 2012 Salı

Türkler korkutamıyor!

Ayşe TAŞ
Türk sinemasında eskinin B sineması denilebilecek bir takım marjinal filmlerden sonra son dönemde çekilen korku filmleri izleyiciden olumlu tepkiler almıyor. Büyü, Dabbe, Araf korku filmlerinin ardından en son vizyona Musallat filmi girdi. İzleyenlerin görüşleri ise Türklerin korku filmi alanında başarılı olmadıkları yönünde...

Komedi, dram, sanat, korku gibi alanlarda birçok film çekiliyor. Fakat Türklerin çektikleri korku filmleri diğer alanlara göre izleyiciden, eleştirmenlerden daha çok eleştiri alıyor. Birçok senarist ve izleyici çekilen ve izledikleri filmleri yeterince başarılı ve kurgularını güzel bulmadıklarını söylüyor.
Bu konuda Nefes ve Anadolu Kartalları filmlerinin senaristi Hakan Evrensel'in görüşlerini aldık. Evrensel, Türk sinemasında çekilen korku filmleri konusunda şunları söyledi:
"Aslına bakarsanız yabancı korku filmleri ile karşılaştırdığımda Türklerin çektikleri korku filmlerini başarılı bulmuyorum. Ortada verilen bir emek var ama senaryo, kurgu, sahneler filmlerde hep aynı. İnsanları korkutmak için sadece ses efektleri kullanılıyor. Elbette korku filmlerinde ses önemlidir, ancak sadece ses kullanılarak korku filmi çekilmesi o filmi başarısız kılar. Genelde kahraman bir odada sakince bekliyordur. Sonra odanın bir köşesinden çok hafif bir ses gelir. Kahraman o küçük sesin gelebileceği yöne bakıp yoğunlaştığı an tabi seyircide yoğunlaşır o sırada ses patlaması olur. Bizde insanoğlu olarak ister istemez korkuyoruz. Ama bu korku ucuz bir korku. Biraz dikkat ettiğinizde Türklerin çektikleri korku filmlerindeki sahnelerin birçoğunda ani ses öğesi vardır. Görsellik, insan ilişkileri, konunun dışında sadece var olan ses."
Filmler birbirine benziyor
Musallat filmini izleyenlere de Türklerin çektikleri korku filmlerini nasıl bulduklarını ve Musallat filmi hakkındaki görüşlerini sorduk.
Murat İlkyay, Musallat filmini yeterince başarılı bulmadığını konusu, kurgusu ve sahnelerini beğenmediğini söyledi. İlkyay, yabancıların korku filmleri konusunda daha iyi olduklarını, Türklerin çektikleri korku filmlerinin sahne, kurgu ve konu olarak birbirine çok benzediğini, farklı olan pek bir şeyin olmadığını söyledi.
Hep aynı efektler kullanılıyor
Ali Gedik ise filmler konusunda görüntü kalitesi ve kullanılan efektlere dikkat ettiğini söyledi. Bu konuda Türklerin çektikleri korku filmlerinde hep aynı efektlerin kullanıldığının dikkatini çektiğini belirten Gedik, sahnelerin ve kullanılan yöntemlerin aynı olduğunu söyledi. Konu olarak da Türklerin film konusunda bakış açısının dar olduğunu dile getiren Gedik, konu olarak genelde benzer konuların ele alındığını, bakış açısının hep aynı olduğunu vurguladı. Gedik, "Türklerin çektikleri filmlerde genelde din konusu öne çıkıyor büyü, şeytan, cin gibi konularda insanlar korkutulmaya çalışılıyor. Genel olarak bu konuların dışına pek çıkılmıyor" dedi.
Genel olarak Türklerin çektikleri korku filmleri başarılı bulunmuyor. Seyirci, senarist, eleştirmen birçok kişi bu konuda filmlerin konularının benzer olduğunu, aynı sahnelerin kullanıldığını söylüyor. 

17 Şubat 2012 Cuma

ERKEK İŞİNE KADIN ELİ

Sibel BAŞOL
Günümüzde kadınlar erkeklerin yaptığı hemen her işte başarılı oluyor. Gittikleri yerlere de kadınlara has özelliklerini ve nazikliklerini götürüyorlar. Kadınlar artık evde oturmak yerine kendilerini kanıtlamak için erkeklerin yaptıkları işleri de yapmaya başladılar.
Günümüzde hala bazı meslekler erkek işi olarak görülüyor.  Araba tamiri, şoförlük, erkek kuaförlüğü, vatmanlık ve çaycılık yapan kadınların hepsi erkekler tarafından sarf edilen aynı cümleye maruz kalıyor: Elinin hamuruyla erkek işine karışma.
Neyse ki Türk kadınları bu genellemelere pek taviz vermiyor ve erkeklerin sayıca çok oldukları işlerde kendilerini ispatlıyorlar. Bu alanlardan biri de araba tamirciliği, erkeklerin çok fazla olduğu bu sektöre 10 yılını veren bir çocuk annesi Tülin Gezen, bu sektöre önce sekreter olarak girmiş. Daha sonra da arabalara olan merakı onu tamircilikle uğraşmaya sevk etmiş.
“Araba sektörüne giren bir daha çıkmak istemiyor” diyen Gezen, bu işte hiç zorluk yaşamadığını şu sözlerle aktarıyor:
“Etrafımda birçok erkek var, ama onlar beni bir kadın olarak görmüyor. Eşimde bana güvendiği için iş arkadaşlarımdan kıskanmıyor. O da alıştı bu duruma.”
Tülin Gezen’in devamlı müşterisi olan Ahmet Tekin, kadınların her zaman işlerini titizlikle yaptığını belirterek, her işe bir kadın elinin değmesinin çok önemli olduğunu ifade ediyor.
“Tanımadığın eve girmek sorun değil elektrik çarpması sorun”
Yenimahalle Güventepe Caddesi’ndeki Demir Elektrik sahibi Emine Kul ise iki çocuğunu okutabilmek için erkek işi demeden elektrik tamirciliğine başlamış. Kul,” Yapmak istediğiniz şeyler varsa, çekinmeyin. Bu erkek işi, bu kadın işi demeyin, deneyin” diyor.
Elektrik tamirciliğini evde bozulan prizlerle, atan sigortaları tamir ederek öğrendiğini söyleyen Kul, bu işe nasıl girdiğini şöyle anlatıyor:
“Cebimde hiç para olmadığı halde dükkân sahibiyle anlaşıp dükkânı tuttum. Malzeme almak için eşten, dosttan borç para aldım.”
Kul, yaptığı işin zorluklarını da “Tanımadığın eve girmek sorun değil elektrik çarpması sorun” diyerek esprili bir biçimde anlatıyor.
Çevredeki esnaflar ve gelen müşteriler de Kul’ dan çok memnun olduklarını belirtiyorlar. Kasap Ali yılmaz, ”Bir kadın her zaman nazik olur ve asla kavga ortamı olmaz. Bu yüzden her işe bir kadın şart” diye konuşuyor.
Kadın elinden tıraş olmak
Kadınlar, erkeklerin yaptığı pek çok işi hiç zorlanmadan yapıyor. Bunlardan biri de erkek berberliği. Yenimahalle Ergenekon Mahallesinde bulunan Karam Elit Erkek Kuaförü’nü üç yıldır işleten Edagül Şenol, bu işe tesadüfen başladığını dile getiriyor:
”Kadın kuaförü için dükkânı tuttum. Ancak burası 16 yıldır hep erkek dükkânı olmuş. Ben de yanıma kalfa alırım, o erkekleri tıraş etsin, ben de kadınlara ağda yaparım diye düşündüm.”
Kalfanın akşam 18.00’den sonra gitmesi Şenol için zorluk yaratınca kendisinin de erkekleri tıraş etmeyi öğrenmesi gerektiğini düşünmüş. “İlk başta babamı tıraş ederek başladım titreye titreye ve bu işi zamanla öğrendim” diyen Şenol, ailece gelenler olduğunu da belirtiyor:
”Adam eşini ve çocuğunu da getiriyor. Çocuğunun saçını kesiyorum, eşinin kaşını alıyorum, adamı da tıraş edip gönderiyorum.”
İlk zamanlar kadınların eşlerini bir başka kadına tıraş ettirmek istemediğini, ancak sonraları alıştıklarını anlatan Şenol, “Sarışın bakımlı bir hanıma hiçbir kadın eşini emanet etmez. Bu yüzden çok sorun yaşadım” diyor.. ilk zamanlarda sadece kadınlarla değil erkeklerle de sorun yaşadığını dile getiren Şenol, küçük yaşlardan beri babasıyla gezdiği için erkeklerle yaşadığı sorunlarla kolayca başa çıkabildiğini anlatıyor. Müşterilerin ve çevredeki esnafın artık kendisini bir kadın olarak görmediğini belirten Şenol, sekiz yıldır lisanlı kick bokscu olduğunun da altını çiziyor.
Bir buçuk yıldır Şenol’un müşterisi olan Ender Sağlam ise memnuniyetini şöyle belirtiyor:
“Hiçbir erkek dükkânını çok temiz tutamaz, ama bir kadın her gün temizliğini yapar. Edagül Hanım da her sabah yerleri silip tıraş aletlerini dezenfekte eder öyle kullanır.” 

16 Şubat 2012 Perşembe

Bu Gölge Benim Değil

Yunus DİLMAÇ
Mışk sehika arébé dit, go év sehika mine.
Bu Kürtçe atasözünün anlamı, “Fare arabanın gölgesini gördü bu benim gölgem dedi”.
Bu atasözü, üstelik bir de Kürtçe atasözü nerden çıktı şimdi demeyin. Etrafımızda öyle çok insan var ki bu atasözündeki fare misali hayat yaşıyor. Başkalarının hayatlarını kendi hayatlarıymış gibi yaşayan kendinden çok uzakta kalan birçok insan var hayatımızın etrafında gezen. Amaçları ne bilmiyorum ve soruyorum.

Ey başkalarının gölgelerini kendi gölgeleri gibi gören insanlar amacınız ne söyler misiniz? Başkalarının önünde el pençe divan durmak mı? Yalnız kalmamak için başkalarının fikirlerini kendi fikriniz olarak benimsemek mi? Başkalarının düşünceleriyle büyük adam olabilme egonuzu tatmin etmek mi? Amacınız ne Allah aşkına söyler misiniz?
Beni düşünmeyin, başkalarını düşünmeyin. Hatta Somali’de aç kalan çocukları, topraktan sızan kara yanan sular için dostluğa, kardeşliğe sıkılan mermileri düşünmeyin siz asla. Siz nasıl büyürüm, bu ülkeyi ve diğer ülkeleri nasıl sömürebilirimi düşünün. Basit etnik çatışmalarla birbirini vuranların silahlarına konan kurşunları nasıl paraya çeviririm diye düşünün. Ama bunu yaparken bile dürüst olmaya çalışın. Kendiniz yapın. Yapamıyorsunuz ve yapamazsınız da, çünkü siz arabanın yanından geçen faresiniz. Pis, işe yaramaz… Ama sanmayın gölgenizin küçüklüğü bedeninizden kaynaklanıyor. Gölgenizin küçüklüğü, gölgenizin kötülüğü ve hiçliğinden kaynaklanıyor. Çünkü siz her kurşunu dostluğa sıkılmış bir hainlik olarak değil, göbeğinizi kaşıyacak kıvama getirmek için dolara çevirme peşindesiniz. Çünkü siz Somali açlık ve susuzluğun pençesindeyken, umursamaz bir şekilde beyinlerinizi uyuşturan anlamsız, tatlı uykunuzdasınız. Çünkü siz ne bedenini ne de düşüncelerinin gölgesine güvenemeyen hayatlarsınız.
Şimdi aynaya bakın ve gölgenizle yüzleşin. Başkalarının değil kendi gölgenizle yaşayın. El pençe divan başkalarına değil kendi gölgenize durun her ne kadar küçük gölgeniz olsa da. Ve geçin aynanın karşısına bu gölge benim değil deyip kendinize gelin.

14 Şubat 2012 Salı

Yazıyla vuku bulan sanat


Emine ARDUÇ
Hat sanatı, Arap harflerinin değişik ve süslü biçimde yazılıp düzenlenmesine dayanan bir el sanatı. Önceleri İslam dininde resim yapmak yasak sayıldığı için İslam ülkelerinde yazılar çeşitli şekillerde yazılarak bir nevi resmin yerini almaya başladı. Gün geçtikçe gelişimini tamamlayan bu yazı sanatı, zamanla meslek haline geldi. Hattat Ali Alakoç, hat sanatına talebin fazla olmasına karşın, din kurumlarından kitaplara, evlerin duvarlarına kadar her yerde kullanılan bu el sanatını günümüzde icra eden kişi sayısının giderek azaldığını belirtiyor.

Yazı, çizgi, hudut gibi anlamlara gelen hat, Arap harfleriyle yazılan güzel yazılara deniyor. İslamın doğuşu sırasında Araplar "kufi" denen bir yazı biçimini kullanıyorlardı. Hattat denen yazı ustaları daha sonra "nesih" ve "sülüs" denen yazıları ortaya çıkarttılar. Ondan sonra süsleme sanatları arasında yer alan yazı sanatı bir meslek haline geldi. Hat sanatı parşömen kağıdının üzerine mürekkeple noktalı veya noktasız zaman zaman hareketli bir şekilde yapılıyor. İslam'ın ilk metni olan Kuran-ı Kerim, parşömen üzerine siyah mürekkeple, noktasız ve hareketsiz bir biçimde yazıldı. Ancak bu yazı işi sanata dönüştüğünde çok çeşitli şekillerde kullanılmaya başlandı. Kaligrafi ve hat sanatçısı Ali Alakoç hattatlığın gönül işi olduğunu, bu işi yapabilmek için sanatsal bir ruha sahip olunması gerektiğini belirttikten sonra kendisinin hattatlık dışında bağlama, ney, org gibi müzik aletlerini çalabildiğini; karakalem, tezhip gibi sanatlarla da uğraştığını, bu uğraşılarının hat çalışmalarını icra ederken onun sanatçı ruhunu beslediğini ifade etti.
Hat sanatı zor zanaat
Hat sanatının zor bir zanaat olduğunu belirten Alakoç, şunları söyledi:
“Hat sanatının temel aracı kalemdir. Hat sanatında kalem olarak daha çok kamış kullanılır. Bu kamışlar mürekkebe batırılarak yazıya şekil verilmeye çalışılır. Ancak bu çok zahmetli bir iştir. Çünkü her bir harfte kamışı mürekkebe batırmak gerekir. Günümüzde ise bu kolaylaştı ve hat sanatı, mürekkep haznesi içerisinde olan kalemler tarafından yapılmaya başlandı.”
Alakoç, kaligrafi ve hattın aynı şeyler olmadığını, kaligrafi sanatının daha çok latin harflerini kullanarak yapılan güzel yazı sanatı olduğunu ama günümüzde ikisinin aynı anlamda ve birlikte kullanıldığını belirtti. Bunun yanı sıra yaptığı bir eserin içtenlikle beğenildiğini görünce diğer eserlerini daha bir şevkle yaptığını ifade eden Alakoç, hat sanatının düşünerek yapılmadığını, doğaçlama bir şekilde geliştiğini ve insanın iç dünyasındaki anlamların dışa vuruşunu ifade ettiğini söyledi.
Alakoç, hat sanatının parşömen kağıdının yanında daha farklı nesnelerin üzerinde de yapılabildiğini belirterek şunları söyledi:
“Düz beyaz kağıt, ebruli kağıtlar, tezhib süslemesi yapılmış kağıtlar, porselen tabaklar, ahşap fonlar, cam veya cam tabaklar üzerine uygulanan bu sanat, bilgisayar ortamından geçirdikten sonra kumlama sistemi ile daha kalıcı ve estetik görüntü kazanabilir. Ayrıca ahşap oyma sistemi ile yazıya kabartma veya çukurlukta verilebilir. İstenirse bütün bu metaryeller üzerine hat sanatı altın veya gümüş kaplama şeklinde de icra edilebilir.”
Talep çok, yapan az
Osmanlı döneminde hattatlık talep edilen bir meslek iken matbaanın icadı ile birlikte önemini yitirmeye başladı ve asıl amacından çıkarak süsleme sanatı haline dönüştü. Hat sanatıyla uğraşanlar giderek azalıyor, bu da hat sanatına olan ilginin zayıflamasına neden oluyor.
Hattat Ali Alakoç, hat sanatına talebin azalmadığını, yapan kişilerin sınırlı sayıda olması nedeniyle insanların bu hat sanatçılarına rahatlıkla ulaşamadıklarını ve bunun da hat sanatına olan ilginin kaybolduğu görüşünü ortaya çıkartığını söyledi.

9 Şubat 2012 Perşembe

LIFE MANIFESTO: READ IT! TRY IT! NO, DO IT!

by Tatsiana YANUTSEVICH

Nevertheless Maya’s calendar mystically dies out at the 2012 we all are still alive and continue our living. So, the beginning of a new year is the best time for starting new one. What’s about refreshing your old lifestyle and trying something, which can really prevent you from last-year problems and mistakes? There are 5 small secrets for big self-improvement.
Now, let’s pull the trigger!
Before we’ll start, I want to make clear one thing - the main mistake which everyone makes in his life is that he all the time is trying to find himself. Actually, it is very convenient because than it could be a good excuse for all your unrealized dreams and plans – “my life is senseless now because I’m sill in search of myself”. But my position is that playing hide-and-seek with yourself is the first symptom of schizophrenia. The point is that your life isn’t about finding yourself – life is about creating yourself. So, how everyone can create his own masterpiece?
#1: SWITCH ON YOUR IMAGINATION.
If you decided to start self-improvement and self-creating, it means that you need to have a really big goal. Just close your eyes and try to imagine “super-yourself”. What do you see? You lost some weight and became much more self-confident? Or you got the first price in sport competition? Or maybe you are dating with this girl from your university whom you like so much?
If you can imagine it, you can achieve it. If you can dream it, you can become it.
#2: FORGET THE WORDS “THAN” AND “TOMORROW”.
“I’ll better do it tomorrow” – is it familiar phrase for you? If yes, this point is defiantly for you. This is the best start for any kind of self-improvement, ever! The biggest amount of our unrealized plans comes from bad time planning.
You are checking your Facebook instead of writing or reading some article? You have an important dead-line but you are still putting of doing it? All this things mean that you are a bad tactician. Probably, you even tried to struggle with yourself by making day plan or “to do list”. But I can easily predict that it doesn’t work. These tools couldn’t help you because it’s still the same struggle between “should” and “want”.  Don’t even try to convince yourself to do something. Skip the part with convincing. Just do it! Start now!
#3: DO NOT BE AFRAID OF MAKING MISTAKES.
Learn one thing – the biggest mistake you could ever make is being too afraid to make one. There is nothing which is impossible to correct, especially when you are young. Even if something bad happens never allow it to destroy or define your plans and dreams. Take profits – make conclusions and become wiser and stronger.
Catch the inspiration from Mark Twain quotation: “Twenty years from now you will be more disappointed by the things that you didn't do than by the ones you did do. So throw off the bowlines. Sail away from the safe harbor. Catch the trade winds in your sails. Explore. Dream. Discover”.
#4: MAKE SKETCH-PLANES INSTEAD OF BIG EXPECTATIONS.
Too many disappointments are usually a sign of too many expectations. When you are not fully satisfied by something it means that you expect more than you received. But the thing is that most of our best life moments happen unpredictably. So, just try to define your way of life, and be ready to face with new adventures on this way. You will never know the side the wind blows.
So, expect less and admire every small happiness.
#5: START IT WITH THE SMILE.
Actually, the last but not least point is your attitude to life. The main secret of all happy and lucky people is that they are optimists. You can find pluses everywhere, the only one thing you need is the desire to see them, because everyone has this capacity.  If you are looking at the glass with some water – it’s half-full, not half-empty glass. Think positive – it’s the best motivation!
Just have a dream. Start realizing it now. Do not be afraid of mistakes, be open for something new and stay optimistic. Keep in mind that if you do not do what you really want and dream about you’ll never have it or be whom you want to be. Step forward, move and create your own way.

7 Şubat 2012 Salı

How does it feel to be twenty one?

by Darija ZACHAROVA

When you are twenty one almost every person who is whatever older than you is telling you, that you life has just begun, and till it is so easy, you have to enjoy it. Those people usually say that life becomes harder and harder each year you grow up.


When you are twenty one almost every person who is whatever older than you is telling you, that you life has just begun, and till it is so easy, you have to enjoy it. Those people usually say that life becomes harder and harder each year you grow up.
Sometimes, in the middle of listening to their blab I just want to interrupt it suddenly, poke them and say:
“Are you trying to convince me that I have no things in my life to worry about?
Can you ever imagine how does it feel to be me? Generally, how does it feel to be young in the 21st century? You think it is the way it used to be when you were teen, don’t you? Well, maybe you could compete if you had so many things in your life happening in one time.
We have no time. My generation is non-stop. Always moving. Running for the better possibilities. Sometimes you just want to rest for a while, to recover your breath. Then you realise you have already missed a lot during this timeout and start running faster to chase them all, which makes you even more tired.
From time to time it seems to me that I am getting old so quickly. I guess it is because too many things, surrounding me, change permanently. There is no enough place in my S size head to place all these numerous tiny stories.
I am quite worried about my memory condition. If you asked me what I did last week at the same time, I am afraid it would take ages for me to remember something. After useless attempts to reconstruct recent occasions I would probably appeal to my cell phone, email or FB account.
What do I find there? Hundreds of senseless conversations, thousands of empty words, millions of hidden emotions. Arrangements, events. Pictures and videos. I can’t say I don’t like them. They are the surface of my life’s pond. What I hate is that we are not trying to “dive” deeper anymore, one superficial sight on the shiny avatar makes us believe we know enough. We are too selfish to ask. We are too proud to learn. Or maybe we are just afraid to.
Still you have to be friendly if you’re twenty one. You have to be as everybody else but unique on the same time. You have to look and talk nice. You have to have at least two pairs of jeans. You have to go to parties to keep in touch with friends but somehow also you have to find time to read books and watch movies, which everybody is talking about on pre- and after-parties. You have to have your own opinion, but it shouldn’t be opposite to everybody’s. It may be, but you will be misunderstood then.
In addition, if you’re young it is better for you to think about your future. You have to study, or work, or study and work. I still can’t decide whether the phrase “live this day” is right or wrong. Yes, I am trying to take everything from my life today but how is it possible? What if I just let leave things to take their own course? Who will then take care of my parents when they will get old? Who will buy toys to my future children? Finally, who will fund my “this day” life if I won’t do my best now?
Moreover, everybody of us needs certain people around. Sometimes we don’t have those certain people. We need our friends as well, but sometimes friends are not enough. We need somebody special. We need somebody to do crazy things with. We need even more troubles in our lives. If you are around twenty, you are kind of masochist.
Young people are always trying to be responsible, but trying to be independent from the conditions of this life. Trying to find out more about everybody around when they still don’t know everything about themselves. Trying to understand and to be understood.
So do you still believe I have no troubles in my life? Are you sure? Think one more time!
That’s what I want to tell those sure my life is so easy. But instead I just smile and nod with humbleness. 

6 Şubat 2012 Pazartesi

Hayatta tek başımayım

Emine MALĞAÇ

Üniversite öğrencisi B.Y., siyasetçisinden sokaktaki insana kadar eşcinsellere bakış açısının hala dışlayıcı olduğunu söylüyor. B.Y. ile cinsel yönelimini ve yaşadığı zorlukları konuştuk.


Cinsel farklılığınızı ne zaman hissettiniz?
Ergenlik çağında biyolojik olarak bir insanın yaşaması gereken şeyleri yaşamadım. Ağabeyimin bir erkek arkadaşına karşı duygularım olunca her ne kadar  biyolojik olarak erkek olarak görünsem de farklı bir cinsiyette olduğumu fark ettim. Yani 14 yaşındayken emin oldum.
Bunu fark ettiğinizde duygu karmaşası yaşadınız mı?
Hayır duygu karmaşıklığı yaşamadım. Çünkü bir kız çocuğun yönelimlerini yaşıyordum, kız çocukları özellikle takılara aksesuarlara ve oyuncak bebeklere ilgi duyar ben de aynı şeylere karşı meraklıydım ve bunlara sahip olmak isterdim.
Aileniz ne zaman farkına vardı ve tepkileri ne oldu?
Ailem bundan üç yıl önce beni evlendirmek istedi. Defalarca reddetmeme rağmen evlendirmekte çok ısrar ettiler.  Ben de bunu açıklamak zorunda kaldım. Bir kızın hissettikleri şeyleri hissettiğimi ve bundan dolayı evlenemeyeceğimi söyledim. Yaşam tarzımı ve davranışlarımı biliyorlardı, ama bir evlilik yaparsam düzeleceğimi zannediyorlardı. Hatta bir yıl kadar tedavi gördüm, fakat öyle olmadı, bunu açıklayınca ben de ağır bir yükün altından kalktım. Ailem çok anlayışlı yaklaştı ve onlara güven sağladım.
Şu an üniversite öğrencisisiniz, okul hayatında cinsel yöneliminizden dolayı zorluk çekiyor musunuz?
Üniversite hayatında henüz olumsuz bir şey yaşamadım, ama ortaokul ve lise eğitim hayatında çok zorluk çektim. Çoğu kez dışlandım bir erkeğin yapması gerekenleri yapmadığım için erkek arkadaşlarım pek olmadı ve ergenlik çağında tam bir erkek düşmanıydım,  erkeklere takılmazdım, onlardan nefret ederdim. Kız arkadaşlara takılır onların yaptığını yapardım. Bu da çevredekilerin hoşuna gitmezdi.
Eşcinsel derneklerinden herhangi birine üye misiniz?
Hayır, değilim. Burası Türkiye ve hak etmediğin birçok şeyle suçlana bilirsin bu gibi yerleri güvenli görmüyorum. Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de bizim haklarımızla ilgili daha hiçbir şey yapılmadı. Hollanda’da eşcinsel insanların hakları güvence altında. Türkiye’de de böyle bir şey olsa çok güzel olur.
Kıyafet seçiminde zorluk çekiyor musunuz, istemediğiniz kıyafetleri toplum baskısından dolayı giymek zorunda kalıyor musunuz?  
En çok zorluk çektiğim konulardan biri de bu kendimi, kadın olarak hissediyorum ve bir kadın gibi giyinmek istiyorum ama toplum baskısı buna izin vermiyor.
Cinsel yöneliminiz dolayısıyla ne gibi sıkıntılar yaşıyorsunuz?
Benim gibi insanlara hiçbir yerde iş verilmiyor, yalnızlığa terk ediliyor. Oysa ben bu kaderi seçmedim, bu topluma kendimi kabul ettirememenin zorluğu içinde yaşayıp gidiyorum. Ailemin desteğiyle ayaktayım, bir de aileden ayrı insanları düşünürsek çoğu fuhuş yapmakta. Bu da çok üzücü bir durum, asla bu duruma gelmek istemem. Toplumun bizim gibi insanlara sahip çıkmasını istiyorum.
Ben sürekli dışlandım. Evet dışlandım çevrem tarafından dışlandım ve hala dışlanıyorum. Böyle bir durum beni çok kötü etkiliyor, bundan dolayı arkadaşlık kuramıyorum, kimseye güvenemiyorum, hayatta tek başımayım.
Siyasi partilerin farklı cinsel tercihlere yaklaşımını nasıl buluyorsunuz? Bu alanda görüştüğünüz milletvekili, sizi destekleyen siyasi var mı?  
Öncelikle şunu söyleyeyim görüştüğüm milletvekili yok. Siyasi partilerin bu konuda her hangi bir çalışmasının olduğunu duymadım. Fakat BDP’nin cinsiyet eşitliği ile ilgili bir yasa önerisi var. Umarım kabul edilir.

2 Şubat 2012 Perşembe

PEOPLE

by Volha BABAİKA 

People… Diversity….
There are different frames of mind. There are different books that lie on a small bedside table. There are different mornings, days and evenings. There are different breloques on the bunch of keys. There are different trifles that have a sense only for the concrete man.
One person notices the specific sound of rustling refrigerator; another one adores drawing abstract lines on the mirror that is fogged up after taking shower. One person greets neighbors all the time; another one pretends that he never knew them.
You could scorch your tongue because of the hot coffee this morning.  I could taste the crust of the bread which was just bought this morning. Your close friend could just oversleep this morning. My friend could have a flight to America this morning and appear in yesterday because of a difference in time.
We have absolutely different dreams, we feel concrete different senses.
Such difference makes all people closer in the interest of appreciation each other and sharing something. Stay different - is our natural ability to be unique and not outsider, to be in the harmony with ourselves and to feel the support from other people, to feel belonging. 
People… Inspiration…
Variety of smells, tastes, colors. Variety of shapes and sizes… A man possesses all of it.
Do you remember that wonderful material – plasticine? When we were in the kindergarten we used to make some figurines from it. We modeled our imagination, our thoughts and our feelings on that moment. That plasticine was soft, multicolored and elastic.
Don’t you think that this plasticine from our childhood has stayed with us till now? Don’t you think that it will stay with us forever? Instead of plasticine as a material I mean our non-stop desire and ability to create something. Just consider this: we are still making some figurines every day, we are still trying to model our lives, our friends, our places where we live.
Moreover, we model ourselves as well. A man has power. Sometimes the power of his/her thought is enough for changing or creating something. That’s why I have mentioned this comparison between our childhood and adulthood, between the plasticine and our eternal aspiration to move ahead, to model the life and to construct our own world.
People are inspiration. People are inspired and inspire at the same time.
People... Love…
Everything rests on love.
The love hasn't something in common with relations, the love is a condition.
Love is that feeling which is better marked in small details, little things.
Sometimes fleeting hugs are better than long kiss. Sometimes to keep silent is better than to speak loudly. Sometimes just to be able to fall asleep quietly with somebody is more important than to have fun. Sometimes is vital not just to listen but to hear.
Love it’s a virtue. It’s endless motivation to bring kindness, to avoid desperation.
We feel so good when we just know that could inspire somebody, that we are all different but so similar.
We are extremely close and incredibly similar in the case of love…

1 Şubat 2012 Çarşamba

Pembe maskenin pembe yalanı

Tubanur TAŞOVA 
Öyle Bir Geçer Zamanki dizisinin oyuncusu Berrin’i canlandıran Yıldız Çağrı Atiksoy ile ünlenen pembe maskenin bu oyuncu tarafından kullanılmadığı ve sivilcelerinin de pembe maske ile geçmediği anlaşıldı. Sivilce tedavisinde bu maskenin fazla bir etkisinin olmadığı, ticari amaçla piyasaya sürüldüğü ortaya çıktı.

Sivilce tedavisinde etkili çözüm olarak sunulan ve Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisinin oyuncusu Yıldız Çağrı Atiksoy ile reklamı yapılan maskenin yalan olduğu anlaşıldı. Yıldız Çağrı Atiksoy’un sivilcelerinin Roaccutane adlı akneler için kullanılan ilaçla geçtiği belirtildi.
Ankara’da Atahan Eczanesi’nde dermatolog olarak çalışan Arzu Özdemir tedavinin Ankara’da bir hekim tarafından yürütüldüğünü ve tedavi sürecinde bizzat bulunduğu söyledi. Pembe Maskenin tamamen ticari amaçlı bir ürün olduğunu belirten Arzu Özdemir, şöyle konuştu:
“Akne tedavisi uzun bir dönemi kapsayan ve sadece cilt bakım ürünleriyle geçmeyecek bir durumdur. Bu ürünün internetteki ilk fiyatı 150 liradır ama sonraları 38 ile 68 fiyat aralığında durmuştur. Bunun nedeni ürünün beklediği rağbeti göremeyip gerçek fiyatına geri dönmesidir. Eğer akne tedavisinde kesin çözüm istiyorsanız cilt doktoruna gidin. Tedavide Monodoks, Roacutane, Tetradoks, Zoretanin gibi haplar kullanılır, eğer akne yüksek şiddette ise Roacutane adlı hap kullanılır. Gerekiyorsa bu gibi hapların yanında doktorun önerdiği kremler kullanılabilir ama, pembe maske gibi ürünler tedaviyi geçirmede tek çözüm değildir olsa da kısa sürelidir.”
Maskeyi kullananlar memnun değil
Pembe Maskeyi kullanan Avukat Ezgi Mantı, deneyimlerini şöyle anlattı:
“Maskeyi internetten sipariş ettim, kullandım ama istediğim etkiyi göremedim bunun sonrasında doktora gittim. Doktorum bu gibi ürünlerin etkisinin çok az olduğunu ve tedavinin uzun bir döneme yayılması gerektiğini söyledi. Yaklaşık iki aydan beri doktorumun verdiği ilaçları kullanıyorum ve memnun kaldım. Bu gibi ürünlerin ticari kaygıyla çıktığını ve kesin bir çözüme ulaştırmadığını düşünüyorum.”
Ev hanımı Gülşen Gökmen ise bir yıldan beri cilt problemleri için değişik kozmetik ürünlerini kullandığını belirterek, şunları söyledi:
“En son çare olarak pembe maskeyi denedim. Bu ürünü almamdaki en önemli sebep ise dizinin oyuncusunun sivilcelerinin bu maskeyle geçtiğinin söylenmesiydi. İnternetten sipariş verdim fakat gözle görülür bir etki göremedim, aksine ürün yan etki yaptı, yüzümde kızarıklıklar meydana geldi. Cilt problemi yaşayan biri olarak söylemeliyim ki pembe maske gibi ürünlerin etkisi yok denecek kadar azdır, mutlaka bir cilt doktor tarafından yardım alınmalıdır.”