25 Ocak 2013 Cuma

"Ben de mobbinge şahidim"


Erman TEKDEMİR

"İşyerinde psikolojik şiddet" olarak adlandırılan "mobbing"e karşı başlatılan seferberliğe her geçen gün yeni adımlar ekleniyor. Sağlık Bakanlığı, 2013 Programı'nda mobbingle mücadeleye geniş yer ayırdı. Yaşanan son gelişmeleri ve sağlık çalışanlarının intihar olaylarına kadar varan sorunlarını değerlendiren Bakanlık, açtığı şikayet hatlarından sonra bu kez kendi personelini koruyacak.
Sağlık Bakanlığı 2013 faaliyet programını yayınladı ve sağlık personelinin maruz kaldığı “mobbing”e geniş yer ayırdı. Bakanlığın bu projesine milletvekilleri de aktif destek veriyor. Konuyu değerlendiren AK Partili Muzaffer Yurttaş, "başhekimlik" yaptığı dönemde bizzat mobbing uygulamalarına şahit olduğunu vurgulayarak, Bakanlığın başlattığı mücadelenin önemine işaret etti. Muhalefet milletvekilleri ise yaşanan ölümlere dikkat çekerek, hükümetin adımlarını yakın takibe aldı.
Milletvekillerinin, Sağlık Bakanlığı’nın yürüteceği “mobbingle mücadele” projesine ilişkin değerlendirmeleri şöyle:

AK Parti Manisa Milletvekili Muzaffer Yurttaş: Hastanelerdeki Mobbinge şahidim

Sağlık çalışanlarına şiddet, sadece hasta yakınlarının uyguladığı şiddet olarak algılanmamalı. Çalışanlar da birbirlerine çeşitli yollardan psikolojik şiddet ve baskı uygulayabiliyorlar. Meclis Aile ve Sağlık Komisyonu olarak, Sağlık Bakanlığı'na mektup yazdık. Çalışanların, özellikle de üstlerin altlarına, mobbing uyguladığını ve bunun önlenmesi gerektiğini belirttik. Bakan Recep Akdağ, bu konuyu önemsediğini, mobbingin karşısında duracağını beyan etti. Başhekimlik yaptığım uzun süre içerisinde şahsen hastanelerde mobbingin olduğunu gözlemledim.

Mobbing hattı oluşturulmalı
Bakanlığa ilettiğimiz mektupta, mobbing konusunda neler yapılabileceğini de ifade ettik. Tıpkı hastaların SABİM'i arayarak şikayette bulundukları gibi, sağlık personellerinin de mobbinge maruz kalırlarsa arayıp şikkayette bulanabilecekleri bir hattın oluşturulması faydalı olacaktır. Çalışanların hakları konusunda bilgilendirilmesi de mobbingin önünü kesecektir. Psikolojik baskı ve şiddet her sektörde var. Ancak, önceliği ihtiyaç doğrultusunda sağlık sektörüne verdik. Daha sonra pek çok sektörde mobbingle mücadele konusu gündeme gelecektir.


CHP Muğla Milletvekili Nurettin Demir: 1 Yılda 802 işçi öldü

Mobbing, yaşamın her alanında var. Özellikle 'sağlıkta dönüşüm' programının uygulanmasından sonra sağlık personelleri çok ciddi baskılara maruz kaldı. Şiddet oranı arttı, ölümler meydana gelmeye başladı. İş güvenliğinin olmaması, çalışanların fazla iş yüküne maruz kalmaları mobbinge davetiye çıkarıyor. Son 1 yıl içerisinde "802" işçi çeşitli nedenlerden hayatını kaybetti. İnsan yaşamı bu kadar ucuz olmamalı. 

Sağlık çalışanları hedef gösterilmemeli
Bakanlık, uyguladığı "SABİM şikayet hattı" projesiyle, sağlık çalışanlarını şikayet etmeye teşvik ediyor. Bu uygulama personelleri strese soktu, baskı altında bıraktı. Sırf bu yüzden geçenlerde sağlık personeli bir kızımız ne yazık ki intihar etti. Yaşanan buna benzer olayların nedenleri araştırılmalı, sağlık çalışanları hedef gösterilmemeli. Mobbing, Türkiye'de her alanda var. İnsanlar işten atılmayla tehdit ediliyor, psikolojik baskıya ve şiddete maruz kalıyor. Geçen sene, sağlıkta şiddetin araştırılması için teklif verdik fakat Mecliste reddedildi. Ne yazık ki insanlar ölmeye başlayınca bu konuya eğilme gereği duydular. Mobbing konusu son derece önemli. Atılacak adımlar oy kazanmak için değil, halkı tatmin etmek için atılmalı.

MHP Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel: İyi niyetli bir girişim

Özellikle sağlık çalışanlarına uygulanan fiziksel şiddeti aşamadık, mobbingi nasıl aşacağız bilemiyorum.  Bakanlığın bu projesini iyi niyetli bir girişim olarak değerlendiriyorum. İnşallah olumlu sonuçlar alınır, sağlıkta ve diğer sektörlerde mobbingin önü kesilir.

24 Ocak 2013 Perşembe

Rengarenk


Duygu ARSLAN

Herkes bir gri şehir diye tutturmuş gidiyor. Gri şehir de ne demek?
Yoksa Ankara’nın her yeri griye boyanmış da benim mi haberim yok.



Geçenlerde oje satın almak için bir bijuteriye girdim. Ojelere bakarken bijuterinin sahibi ile konuşmaya başladık.
Şunu al, bunu al...
Derken bana şöyle dedi: “Ankara insanı renkli ojeleri çok fazla kullanmıyor. Daha çok siyah, kırmızı, beyaz kullanıyor.”
Bu ne demek şimdi? Oje renkleri şehirden şehire farklı mı oluyor? Renkli derken neyi kasdediyor? Hem bu renkler çok kullanılıyorsa bile siyah, kırmızı, beyaz da renkli...

Bu konu kafama takılmış olacak ki arkadaşıma sordum. Ankara’yı bir renkle tanıtmış olsan hangi renk olurdu diye. “Sarı” dedi.
Neden bu rengi söyledi bilmiyorum ama gri demedi. Neye göre renkli olunuyorsa artık bu da gayet renkli.
Sarı...
İnsanlar Ankara’ya hangi rengi yakıştırırsa yakıştırsın, ben Ankara sokaklarında yürürken yeşili, maviyi, sarıyı, kırmızıyı, griyi görüyorum. Evet griyi de görüyorum. Çünkü, Ankara rengarenk...
Ankara deniz gibi gökyüzü gibi mavi, ilkbaharda açan yapraklar gibi yeşil, sonbaharda savrulan yapraklar gibi kahve, kışın yağan kar gibi beyaz, yazın parlak güneşi gibi sarı, çiçekler gibi kırmızı, pembe...
Ankara rengarenk... 

18 Ocak 2013 Cuma

Pembe cüzdan mağdurları


Melisa SEVEDİOĞULLARI

Ah şu kadınlar… Ne de çok seviliyorlar(!)  Ne de çok haklarında konuşuluyor, karar veriliyor mavi nüfus cüzdanına sahip olanlar tarafından… Kendini gayet iyi yetiştirmiş  iki çocuk annesi,  başarılı bir iş kadını,  parmakla gösterilen ve kuşkusuz son günlerin en çok konuşulan kadını CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka ile  artan kadın şiddeti, sömürülen kadın emeği, kadının toplumdaki yeri  üzerine konuştuk.



Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının kurmuş olduğu Alo 183 hattı  Türkiye’de kadına yönelik psikolojik ve fiziksel şiddeti azaltmada ne kadar faydalı olabilir? Kısacası bir telefon hattı şiddeti ne kadar önleyebilir?
Bu tür girişimler araç olabilir. Önemli olan toplumun zihinsel dönüşümünü sağlamaktır. Kadınların yüzde 27’si sığınma evindeyken öldürülüyor. Bu da gösteriyor ki bu girişimler tek başına yeterli değil. Devlet koruma isteyen kadınların yüzde 73’ünü koruyamıyor. Kadına yönelik şiddet son 10 yılda yüzde 1400 artmış durumda. Bu tablodan kadınların açısından büyük bir yenilgi çıkıyor, Bakanlık adına da büyük bir başarısızlık!

Türkiye’de yaşayanların yüzde 90’ı Müslüman’dır klişesinden yola çıkarak, kadının toplumda bu kadar pasif bir rol oynamasını dinle bağdaştırabilir miyiz? Örneğin; İslamiyet’te iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk sayılması vs.
Bunu İslamiyetle bağdaştırmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Cumhuriyet kazanımları, özellikle laiklik ilkesinin anayasaya girmesiyle kadınların uzun yıllar boyunca verdikleri mücadele kadının toplumsal hayatta eşit olarak yer almasını da sağladı. Bugün geldiğimiz nokta ise kendisi gibi düşünmeyenlerin varlığını yok sayan, hapse atan, özgürlüklerini kısıtlayan zihniyetin yansımasıdır.

Son dönemlerde kadın bedenine yönelik konuların sık sık gündeme gelmesi, kadın bedeninin bu kadar çok konuşulması kadının toplumsal statüsünü nasıl etkiler?
Kadının bedeni üzerinden yapılan siyasetin nedeni kadınlara tek adreslerinin evleri olduğunu göstermek. Kadının iş hayatında, siyasette, karar mekanizmalarında yer almalarını istemeyen zihniyet kadının bedeni üzerinden konuşmaktan rahatsız olmuyor.

Başbakanın üç çocuk çağrısı, kürtaja yönelik söylemler ‘’Kadının toplumda görevi budur’’ düşüncesini yerleştirmek sağlamlaştırmak için mi yapılıyor?
Başbakanın söylemleri kadını aile içine hapseden söylemlerdir. Kadınların maruz kaldıkları şiddetten hiç bahsetmeyen Başbakan, kadının kaç çocuğa sahip olacağını söylüyor. O çocuğa nasıl sahip olacağını söylemekten geri durmuyor. Kadını aile içinde çocuğa, yaşlıya bakan, ev işleriyle uğraşan biri olarak görüyor. Kadını ayrı bir birey olarak tanımıyor.
Bu söylemlerle pekiştirilen politikalar kadının toplumsal statüsünü olumsuz yönde etkiliyor elbette.

Bülent Arınç ile ilgili tartışmanızın ardından Twitter’dan size gelen birçok resim ve içeriği aktardınız. CHP dışından sivil toplum kuruluşlarından ya da diğer partilerden size ya da partinize gelen destek veya arkanızdayız mesajı veren oldu mu?
11 Aralık 2012’de TBMM Genel Kurulu’nda maruz kaldığım psikolojik şiddetin ardından sivil toplum örgütlerinden, AKP dışındaki siyasi partilerden büyük destek gördüm. Hatta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin,  TBMM’de kadın milletvekillerine verdiği yemeği iptal etmek zorunda kaldı. Çünkü Şahin’in Arınç’ı kınamaması nedeniyle CHP, MHP ve BDP milletvekilleri yemeği protesto ederek gitmediler. Suç duyurusunda bulunduğum gün basın açıklaması esnasında 50 sivil toplum örgütü bana destek vermek için Adliye’nin önündeydiler.
Benim maruz kaldığım psikolojik şiddet sadece bana yapılmamıştı. Bu zihniyetin tüm kadınlara yönelik uyguladığı şiddetin Genel Kurul’daki yansımasıydı.  Köşe yazarlarından, sosyal medyadan önemli destek mesajları geldi, halen de gelmeye devam ediyor.

Kadına karşı şiddette medyayı sorumlu tutuyor musunuz? Geçen yıl Habertürk gazetesinin manşetini hatırlarsınız. Medya kadına şiddet kavramının önemini yeterince anlıyor mu?
Bundan medyayı sorumlu tutmuyorum, ama medyanın üstüne düşen sorumluluğu yerine tam anlamıyla getirmediğini düşünüyorum. Medyanın dilinin dönüşmesi gerekiyor. Kullandığı haberin diline, başlığına, kullandığı fotoğraflara dikkat etmelidir. Mağduru bir kez de medya mağdur etmemelidir.
Medya, haberlerinde, şiddeti uygulayana “işsizdi,  kıskandı, cinnet geçirdi” gibi ifadelerle suçlayan bahaneler bulmaması gerekmektedir. Kadının bedeni üzerinden haberin dilinin kurulmaması gerekmektedir. Medyanın sorumluluğu oldukça fazla. Bu konuda toplumsal farkındalık yaratmada üstüne önemli görevler düşüyor. 

Kadına şiddeti azaltmada ciddi yaptırımlar olabilir mi? Bu çizgide kadını topluma kazandırmada toplumda aktif bir role sahip olması için yürüttüğünüz ya da uygulamaya koymayı planladığınız proje ya da projeler var mıdır?
En önemli sorunlardan biri de kadına yönelik şiddetin cezai yaptırımlarının düşük olması. Töre, namus bahanesiyle şiddet uygulayanların cezalarında indirime gidiliyor. Bunun önüne geçilmeli, caydırıcı cezalar uygulanması gerekiyor. Yasalar suçluyu değil, mağduru korumalı.
Gittiğim her yerde kadınların sorunlarıyla yakından ilgileniyorum. Şiddete maruz kalan kadınlara her türlü desteği sağlamaya çalışıyorum. Ama daha büyük ölçekte fayda sağlamak için iktidarda olmak gerekiyor. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında kadınlar hak ettikleri yaşama kavuşacaklardır. 

17 Ocak 2013 Perşembe

Çankaya’lı Çayyolunda Neler Değişecek?


Ayşegül ÖMÜR

Büyükşehir Belediye Kanunu olarak adlandırılan tasarının 6 Aralık 2012 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yasalaşması üzerine Ankara Yenimahalleye bağlı Çayyolu, Ümit, Koru, Konutkent ve Yaşamkent Mahalleleri resmen Çankaya İlçesine bağlanmış oldu.

Nüfusu 230 bine yaklaşan Çayyolu, mevcut nüfusuyla 12 ilden daha kalabalık, 18 bin 934 hektarlık alanıyla da 30 ilden daha büyük bir yerleşim bölgesiydi. Yenimahalle’den ayrılarak Çankaya’ya bağlanan Çayyolunun, 5 bin 300 hektarlık bölümü Çankaya’ya, 13 bin 500 hektarlık bölümü ise Etimesgut’a katıldı. Çankaya’ya bağlanan bölümdeki yapılaşma yüzde 75 iken, Etimesgut’a bağlanan bölümünde ise bu oran yalnızca yüzde 5 düzeyinde bulunuyor. Bu değişiklikle Çayyolu metrosunun tamamı Çankaya sınırları içinde kalacak.

Tasarı yasalaşmadan önce, sivil toplum örgütlerinin bölgede yaptığı ankete katılan 2 bin 340 kişinin yüzde 93’ü ilçe olmak için oy kullandı. Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş tarafından bu talep Genel Kurula önerge olarak verildiyse de, iktidar partisince Meclis gündemine dahi alınmadı ve Çayyolunun ilçe olma hayalleri, Çankaya’ya bağlanmalarıyla bir kez daha yıkıldı.

Değişiklikle ilgili görüşlerini, Çayyolu mahallelerinde nelerin değişeceğini, değişiklikten etkilenen yerel halkın yapması gereken işlemler olup olmadığını Çayyolu, Ümit Mahallesi Muhtarı Metin Vural’a sorduk.

Metin Bey, kaç yıldır Ümit Mahallesi muhtarısınız?
Bu benim muhtarlıkta üçüncü dönemim. Yani gelecek seçimlerde 12 yılımı tamamlamış olacağım.

Çayyolunun Çankaya’ya bağlanması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben Ümitköy’e ilk gelenlerdenim, 1963 yılından beri Çayyolunda yaşıyorum. Çayyolu o yıllarda etrafı bomboş arsalarla çevrili bir köydü,  nasıl zorluklarla gelişip büyüdüğünü yakinen biliyorum. Bugün geldiği konumuyla, geniş arazisi, nüfus yapısı ve tesisleriyle Ankara’ya önemli bir katma değer sağlamaktadır. Çayyolu gerçekten ilçe yapılmayı çoktan hak etmiş bir bölgedir. Ümit Mahallesinin ve Çayyolu halkının pek çoğunu tanıyorum. Onlar da ilçe yapılmayı bekliyorlardı. İsterdim ki, böyle bir karar alınmadan önce burada yaşayanların da fikri alınsın. Çayyolu Platformu yerel halkı temsilen tasarı yasalaşmadan önce Cumhurbaşkanından görüşme talep etmişti. Ancak olumlu yanıt alamadı. Tesadüfen bu olay tam da Dünya İnsan Hakları Gününde oldu! Bir taraftan insan hakları denirken, diğer yandan 230 bin kişinin taleplerinin geri çevrilerek yok sayılmasını bu insanların haklarına karşı bir ayıp olarak görüyorum.

İlçe olması için daha önce ne gibi girişimlerde bulunulmuştu?
2004 yılından itibaren Büyük Millet Meclisinde çeşitli partilerce sayısız önerge verildi. Hatta araştırdık, önerge vermeyen tek parti AKP idi. Verenler arasında hatırladıklarım, Uluç Gürkan, Saffet Arıkan Bedük, Yılmaz Ateş, Özcan Yeniçeri, Dursun Akdemir. Bunların yanısıra daha pek çok milletvekili de bu konuda yasa tasarısı verdi. Kimi sıralamaya alındı, kimi Mecliste oylandı reddedildi.

Tasarı yasalaştı, şimdi ne olacak? Muhtarlık olarak siz şimdi Çankaya’ya mı devrolacaksınız?
Henüz bize resmi bir yazı gelmedi. Uygulamaların başlatılması için önümüzdeki yerel seçime kadar bir süre tanınıyor. O zamana kadar eskiden olduğu gibi Yenimahalle ilçesine bağlı devam edeceğiz.

Yerel seçimlerden sonra Ümit mahallesinde ve diğer dokuz mahalleleyi ne gibi değişiklikler bekliyor?
Mahallelerin bütün sokak numaraları sil baştan değişecek. Çünkü şimdiki sokak numaraları Yenimahalle bazında verilmişti. Bunların Çankaya bazında verilmesi gerekecek. Dolayısıyla Çayyolundaki vatandaşların adres bilgileri de değişecek. Apartman numaraları herhalde aynı kalır. Muhtarlıklar mahallelerindeki adres bilgilerini güncelleyecekler.

Bu da mahalle sakinlerine adres değişikliğinin bildirilmesi gereken her yere yeni adres bilgilerini bildirme zorunluluğu getirecek demektir, değil mi?
Evet. Epeyce iş çıkaracak vatandaşlara. Bu kadar değişiklik, zahmet keşke ilçe yapılsaydı da öyle olsaydı. Çünkü Çayyolu ileride nasıl olsa ilçe olacaktır. O zaman bütün bunlar bir daha değişmek zorunda kalacak.

Metin Bey, uzun muhtarlık süresince karşılaştığınız zorluklar nelerdir, biraz da onlardan bahsedermisiniz?
Bürokrasi karşımıza çıkan en büyük zorluk. Büyükşehir Belediyesine iş yaptırmak imkansız. Onların alanına giren caddelerde bir tamirat, bakım çalışması, budama vs. gerektiğinde gelip yapmaları için büyük mücadele veriyoruz. Bir de Ankara’nın elektrik dağıtım işlerini yürüten ENERJİSA A.Ş.’nin  kullanıcı adreslerini güncellemediği için eski adreslere fatura göndermesi, yanmayan sokak lambalarını ve kırık elektrik direklerini zamanında değiştirmemesi, gibi sorunlarımız oluyor. İki direği değiştirtmek için 2 yıl uğraştık!

Son olarak, muhtarlık olarak mahallenize sağladığınız en önemli katkıyı öğrenebilirmiyiz?
Mahallemizin ve mahallelinin her ihtiyacının karşılanması için elimden geldiğince katkı sağladım. Bunların arasında en önemlileri, mahalleye kazandırdığımız yeşil alanlardır. Son olarak muhtarlık bitişiğindeki yeni tamamlanan Ümit Yuva Parkıyla birlikte 8 parkın yapılmasında çok emeğim geçmiştir.

Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim.

14 Ocak 2013 Pazartesi

Bir kadın her şeydir


Sabiha KOÇ

Bir kadın kız kardeştir, abladır, eştir, yardır, dosttur, arkadaştır, öğretendir, öğretmendir, Atatürk’ü doğuran anadır, Fatih Sultan Mehmet’i doğuran validedir. Bir kadın mücadeledir, fedakarlıktır, yuvayı kuran dişi kuştur. Tüm duyguların; sevginin, şefkatin, merhametin cinsiyeti olsa mutlaka kadın olurdu. ”Duygu” bu yüzden bir kız ismidir. Küçücük bir köyden çıkıp sınırlarını aşmış bir kadın.
Bir ailenin iki erkekten sonra üçüncü evladı olarak 27 Mayıs 1965’te Güdül’de  dünyaya geldi. Annesi büyük bir sevinçle “Gülsün” koydu ismini. Bilemezdi ismine tezat bir kaderi yazıldığını alın yazısına, bilemezdi bir ömür gülmek nedir bilemeyeceğini. Son zamanlarını, “Gülsün dedim de hiç gülmedin yavrum.” diye ağıt yakarak geçirdi rahmetli annesi. Kızı Gülsün Onultan hiç duymadı bu feryatları, analar gizli ağlardı. O da anasının ardından “Gülsün dedin de beni niye ağlattın anam”  diye ağlar hâlâ. Küçük yaşta omzuna ağır yükler yüklenen, zaman geçtikçe daha da ağırlaşan ama asla pes etmeyen o yosun gözlü kadına sorduk. . .



Nasıl bir çocukluğunuz vardı?
Ben hiç çocuk olmadım ki. Hep sorumluluk sahibi bir genç kızdım. Dokuz yaşımda hayata atıldım. Ben küçükken annem erkenden kalkardı. Beni de kaldırır,  birlikte kuyudan su çekmeye giderdik. Sekiz yaşımda benden büyük iki güğüm taşırdım. Akranlarımla hiç oyun oynamadım sokakta.B enim hiç oyun çağım olmadı. Her gün üç km yürürdük okula gitmek için. Okulu bitirdim, ben 11 yaşımdayken annem hasta oldu. İki abim ve babama ben bakardım, annem hastanede yatarken. Yengemlere sorup yaprak sardım bigün çocuk halimle. Onlarda yardım ediverelim demezlerdi. Kolay yemek yok muydu ki. Oya yapıp satardım, para kazanırdım.15 yaşımdayken görücüler gelmeye başladı. Annem kız evsüklüsü fazla durmaz diye evlendirdi beni. Bana hiç sormadılar.

Okusaydınız ne olmak isterdiniz?
Şimdiye kadar bu soruyu hiç kimse sormadı bana. Çocukken de sormadılar “Büyüyünce ne olmak istersiniz?” diye. Nasılsa kızdık, okutulmayacaktık. Ama madem sordun bi düşüneyim. Psikolog olmak isterdim belki. İnsanları dinlemeyi ve onları rahatlatmayı seviyorum.

Evlilik hayatınız nasıldı?
Evliliğin iyi tarafları da vardı kötü tarafları da. En iyi tarafı anne olmaktı. Bi çatının altında eltim, kaynanam, görümcem yaşıyorduk. Ama eşim her zaman yanımdaydı. Evlendikten üç ay sonra hamile kaldım. 16 yaşımda hamileydim, 17 yaşımda anne oldum. Bir annenin sorumluluğu yoktu bende, koca bir ailenin sorumluluğu vardı. Kaynanam hastaydı. Gülmeyi unuttuğum günler oldu. Yorgunluktan gülmek aklıma gelmezdi. Şimdiki şartlar olsa okumak isterdim, erken evlenmezdim, daha bilinçli bir anne olurdum,  o zamanlar yaptığım hataları yapmazdım. Ben çocuğumla birlikte büyüdüm. Çocuğumu dövmezdim mesela. Ama eşimden hiç şiddet görmedim.

Tecrübelerinize dayanarak yeni evlenen, zamane çiftlerine ne gibi tavsiyelerde bulunmak ister siniz?
Evlilik üç şey ister; sevgi, saygı ve fedakarlık.  Birbirlerine tahammül etmeyi bilecekler. Her istediğimiz olsun derlerse bu iş olmaz. Olduğu olacak olmadığı olacak. Erkek erkekliğini, kadın da kadınlığını bilecek. Ben çalışıyorum eşim işsiz ama onu rencide etmemek için elimden geleni yapıyorum.

Hayat size neler öğretti?
Hayatta hiçbir şeyi kolay elde etmedim. Hep mücadele ettim. Tırnaklarımla kazıyarak kazandım. Hayat bana kimseye muhtaç olmamayı, kimseye el açmamayı öğretti. Çıkışlarım da oldu inişlerim de ama hep dimdik ayakta durmayı öğrendim. Özellikle kız çocukları okusun altın bilezik sahibi olsun. Ben bunu çok yaşadım. Okumadan da para kazandım ama okuyup da kazanmak isterdim.

Sizce mücadele ne demek?
Mücadele kendinden bir şeyler vermek demek, fedakarlık etmek demek. Hayata küsmeyeceksin. Acı da olsa yoksulluk da olsa katlanacaksın.

Hatırladığınız en kötü an ya da anı neydi?
Ölüm her zaman kötüydü de ondan kötüleri de vardı. Elindekilerin kaybolduğunu yaşamak çok zordu tüm mal varlığını kaybetmek, her şeye sıfırdan başlamak. İnsan bi anda boşlukta kalıyor. Bir de en sevdiğin insandan beklemediğin bir darbe almak çok kötü. İzi hiç geçmiyor, hiç unutamıyorum.

Mutlu kalmayı nasıl başardınız?
Pollyannacılık oynadık. Hep şükrettik. Şimdi soba yakmadım mesela soğukta oturuyorum ama çatımız akmadığı için şükrediyoruz. Elimdekilerle yetinmeyi bildim. Hep benden daha kötülerini düşündüm. Lükste gözüm yoktu.

Zorlukların üstesinden nasıl geldiniz?
Hep beraber ailecek. Her şeyimizi kaybetsek de birbirimiz kaybetmedik. Aile olmayı bildik. Kopmadık. Dağılmadık. Çalıştık çabaladık. Dostlarımız yanımızdaydı. Hiçbir şeyimiz olmasa da ailemiz vardı.

En zor zamanlarınızda sizi hayata bağlayan neydi?
Ben bir ara kendimi kaybetmiştim. Kötü kötü rüyalar görüyordum. Karabasan geliyordu, doktorlara götürdüler. Hayattan tat almamaya başlamıştım. Eşim geldi başucuma “Sen varsan biz de varız, sen yoksan biz de yokuz. Bu aileyi ayakta tutacak sensin.” dedi. Sonra düşündüm de haklıydı. Derken torunum oldu. Kaderi bana benzemesin diye adını “Gülsün” koydurmadım. Benim iki oğlum vardı. Hiç kızım olmamıştı. Kızım olsun yanıma yoldaş olsun isterdim. Hayat ışığım yaşam kaynağım. Gözleri, her yanı bana benziyordu. Onunla hayata daha sıkı tutundum.

İmkanları kısıtlı bir köyde çalışma hayatını nasıl sağladınız?
Burada dışarıda çalışma gibi bir imkanımız yok. Ama hiçbir zaman eşimden para istemedim. Önce oya ördüm, dantel ördüm sattım. Sonra bir süre hayvancılık yaptık. Süt sattım, yoğurt sattım. Mallarımızı kaybedince de gözleme, bazlama satmaya başladım. Ama onurumu ve gururumu asla satmadım. Benden sonra bazlama satmaya başlayan çok kadın oldu, onlara da öncülük ettim ama müşteriler benden almaktan hiç vazgeçmedi.

Sizin yaptığınız ekmeklerin daha çok tutulmasının sebebi nedir sizce?
Ben yaptığım işi önemsiyorum. Severek yapıyorum. Bazlama yapıp satarak borçlarımızı çok azalttık, üç katlı bir ev sahibi olduk. İsteksiz yapmıyorum güzel oluyor. Bazlama insanlarda bağımlılık yapıyor. Ankara’dan gelip alanlar mı dersin yurt dışından isteyenler mi dersin satılıyor çok şükür. Bir de bazlama yapmak kolay değildir, hanımlar tembel oluyor. Evlerinde yapmaktansa almak daha kolaylarına geliyor.

Hayat felsefeniz nedir?
Çalışmak ve inanmak.

Kendinizi nasıl yetiştirdiniz?
Beni hayat yetiştirdi. Küçükken bize sen kızsın şunu yapma bunu yapma derlerdi. Halbuki arkamızda durup yap kızım demeleri gerekirdi. Hayat üniversitesini okuduk. Bu üniversiteden mezun olmak daha zor. Diplomayı zaten ölünce veriyorlar. Ama yaşamayı hep sevdim.

Anlattıklarınız karşısında duygulanmamak mümkün değil.  Belki roman olacak bir hayattır ama biz şimdilik bir kesitiyle yetinelim. Peki son olarak hayattaki amaçlarınız ve hayalleriniz nelerdir?
Bundan sonra borçlarımı sıfırlayıp, saliha bir kadın olup hacca gitmek istiyorum. Çok dobra bir insan olduğum içim küfürlü konuşmaları da bıraksam iyi olacak.

Her şey için size çok teşekkür ederiz. Sizin gibi analar var oldukça  bizim gibi evlatlar yok olmaz.
Ne demek bizi ana yapan güçlü kılan sizlersiniz. Asıl ben teşekkür ederim.

11 Ocak 2013 Cuma

Gazeteciliğin vazgeçilmezi: Polis-Adliye


Bünyamin GÜLER

Usta gazetecilerin tozunu toprağını yuttuğu bir alan olan polis-adliye muhabirliği kimilerini ekmeğinden etse de kimilerine de yazdığı haberlerle dünya gündemini değiştirme fırsatı sundu. Kimi gazeteciler bazı oyunları bozduğu için kara toprakta, kimileri ekmek yediği yere ihanetten dört duvar arasında, kimileri ise canı pahasına memleketini savundu ve olması gereken yerde. Hepsinin ortak noktası: polis-adliye muhabirliği.
Polis-adliye muhabirliğini Star gazeteci muhabiri Mustafa Türk ile konuştuk.  



Polis-adliye muhabirliğine nasıl başladınız?

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunuyum. Star gazetesinde üç sene önce polis adliye muhabiri olarak işe başladım. Bu mesleğe ilk başladığım yıllar iş bilmemezlikten çok zorluk çektim. Daha sonraları ise çevre edinerek ve işin püf noktalarını öğrenerek iyi bir muhabir oldum. Mesleğe dördüncü sınıfta okul bitmeden başlayarak okul bittiğinde işimi garantilemiş oldum. 

Öncelikle şunu öğrenmek istiyorum, neden gazetecilik, gerçekten gazetecilik yapmak istiyor muydunuz?

Ailemin ekonomik durumu iyi olduğu için alternatiflerim vardı. Fakat bu mesleği sevmem ve aşkla bağlandığım gerekçesiyle seçtim ve bu mesleği seçtiğim için ekonomik zorluklar çektim ama hepsinin üstesinden geldim. İlk zamanlar parasız olarak çalıştım. Şimdi ise aileme fazlasıyla bakacak kadar kazanıyorum. Mesleği tercih etmemin en önemli nedenlerinden biri de yanlış yazılan haberler bu mesleği yapmam için beni zorladı diyebilirim. Okulun ilk zamanlarında ise hiç bir şekilde gazetecilik yapmayı düşünmüyordum.

Polis-adliye özel bir beceri gerektiriyor mu sizce, gazeteciliğe başlamadan önce neler göz önünde bulundurulmalıdır?

Özel beceri çok fazla gerekli değil. Çünkü gazetecilik haber yazma kurallarını öğrendikten sonra edindiğin çevrenin genişliğiyle ilgili olan bir durum. Gazetecilik yapmak isteyen insanlar ilk olarak sıkıntı çekeceklerini bilmeliler, işi öğrendikten sonra rahat edeceklerini de unutmamalılar.

Polis-adliye muhabirliği meslekte atılacak ilk adım olarak görülür, buna katılıyor musunuz?

Evet, bu doğru bir tabir, çünkü gazetelere başlayan ilk stajyerleri de polis adliyeye göndererek işi öğrenmeleri istenir. Polis adliye alanında haber yazabilen bir insan diğer alanlarda rahatlıkla haber yazabilmektedir. Gazete haber müdürleri bu yüzden ilk yetişecek olanları bu alana verirler.

Polis-adliye muhabirliğinde genellikle hangi olayları takip ediyorsunuz, haber kaynağına ulaşmak kolay oluyor mu?

Aslında hangi olayları takip edeceğimiz kendini zaten belli ediyor, yani belirleyen biz değiliz. Aklın yolu haberin de dili birdir. İnsanların merak ettiği her şey bizim görev alanımıza giriyor. Ama özetle savcıların yürüttüğü soruşturmalar, mahkemedeki önemli davalar ve polisin yaptığı operasyonlar diyebiliriz. Haber kaynağına ulaşmak benim için sıkıntı olmuyor, çünkü haber kaynaklarımla hemen hemen her gün görüşmeye çalışıyorum. Gerektiğinde telefonla veya makamına giderek yüz yüze rahatlıkla görüşebiliyorum. Haber kaynaklarıyla samimiyet çok önemlidir. Ailenize vermediğiniz değeri gerektiğinde onlara vereceksiniz. Tabi daha sonraları bunun karşılığını fazlasıyla alıyorsunuz.

Bu alanda ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz?

En büyük zorluk haberi aldıktan sonra yalanlama geçilebiliyor. Haberin doğru olduğunu önemli kaynaklardan teyit ederek haberi doğrulatmak gerekebiliyor. Bazen haberin doğru olduğunu biliyorsunuz. Fakat haber kaynağının sıkıntıya girmemesi için o haberi yazamıyorsunuz. Bu da gazetecinin haber zorluklarından sadece bir tanesi, ama mesleği sevdikten sonra bunlar bile hoş geliyor insana.

Unutamadığınız bir anınız var mı?

Adliyede bir haber yazmıştım, ertesi günü gazetede bu haber manşet oldu. Haberin kaynağına da güvendiğim için doğru olduğunu adım gibi biliyordum. Fakat o habere Ankara Başsavcılığı yalanlama geçti. Yalanlama geçince bu durumu Anadolu Ajansı da yazmak zorunda kaldı. Haber yüzünden üç gün canım çok sıkıldı. Üç gün sonra ise başsavcılık tekrar açıklama yaparak haberi doğruladı. Bu da benim güvenirliğimi arttırdı. Çünkü bu saatten sonra yanlış haber yazsam da insanlar, “Mustafa yazıyorsa doğrudur. Nasıl olsa Başsavcılık üç güne kalmaz haberi doğrulamak zorunda kalır.” deyip geçiyorlar.

Gazeteciliğe yeni başlayacaklar için ne gibi önerileriniz olabilir, nasıl daha hazırlıklı olunmalıdır? 

Birincisi mutlaka ve mutlaka bir yabancı dil, bu her zaman bir artıdır. İkincisi arkadaşlar okul sürecinde staj yaparak işi öğrenmeliler, eğer bu mesleği yapamayacaklarsa en azından okul bitmeden bu duruma karar vermiş olsunlar. Benim en önemli tavsiyem okulda hocalarla konuşarak piyasaya yani  çalışma alanına çıksınlar. Okul ve diploma gazetecilik piyasasında ikinci planda kalıyor. Okul döneminde kafalarını netleştirmeli ve yapabilecekleri mesleğe göre kendilerini hayata hazırlamalılar.

Polis-adliye muhabirliği bir değişim yaşayacak mı sizce?

Kesinlikle değişim yaşayacak. Benim gazeteciğe başladığım zamandan beri çok değişiklikler oldu. Bundan sonra da tabi ki olacaktır. Teknolojinin gelişmesi her mesleği etkilediği gibi bu mesleği de etkiliyor. Ayrıca yeni yasaların hazırlanması ve bazı kurumların yapısında yapılan düzenlemeler nasıl ki hepsi birer değişim ise, polis-adliyenin de bundan etkilenmemesi mümkün değildir. Toplumsal olaylar ve insanoğlu olduğu sürece polis-adliye muhabirliği de olacak ve önemi kat ve kat artacaktır.

9 Ocak 2013 Çarşamba

Görme engeliyle görme engellilere umut olacak


Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Görme Engelliler Öğretmenliği 3.sınıf öğrencisi Bekir Boztaş, görme engelini görme engelli öğrencileriyle aşacak. Doğuştan görme engelli olan Boztaş, görme engellileri ve görememeyi nasıl aşıp görme engellilere umut olduğunu anlattı.

Rukiye ELMALI

Bekir öncelikle bize görme engelin hakkında bilgi verir misin?
Ailemin üçüncü çocuğuyum ve 20 yaşındayım. Akraba evliliğinden dolayı ablam ve ben dünyaya yüzde yirmi görerek geldik,  bu genetik bir rahatsızlık. Kan uyuşmazlığından kaynaklanıyor. Şu an ise sadece yüzde beş görüyorum. Bu sadece yolumu bulamama yarıyor, hiç bir şeyi seçemiyorum.

Senin çocuklarının da görme engelli olma olasılığı var mı?
Ben bunu biliyordum aslında, ama bilmek istemiyordum. Geçen ders hocamız bunun kalıtsal olduğunu söyledi ve eğer benim çocuklarım da görme engelli olursa bilinçli bir ebeveyn olacağım.

Ortaokul ve liseyi normal lisede mi Özel Eğitim okulunda mı okudun?
Normal okulda okudum ama kesinlikle çok zorluk çektim. Eskiden okullar bu kadar yaygın değildi. Kimse de beni yönlendirmedi.

Görme engelliler bölümünü isteyerek mi seçtin?
Küçüklükten beri sorarlar ya çocuklara ne olacaksın diye, ben de formaliteden öğretmen derdim. Çünkü bir avukat bir doktor bir polis olamayacağımı biliyordum. Ama hayalimde elektrik mühendisi olmak vardı. Beni hayat yönlendirdi diyebilirim, üniversite giriş sınavından iyi bir puan aldım ve bir tercih yapmam lazımdı. Bu bölümü biliyordum ama açıkçası korkuyordum, ben görme engelliyim onlar görme engelli zor diyordum hep. Bana tüm hocalarım şehir dışında yapamazsın, yazma il dışı dediler, ama benimle irtibata geçen bu bölümden arkadaşlarım “yapabilirsin. Senin için de faydalı olur o bölümde de görme engelli var” dediler ve ben de görme engelimi onlarla unutmaya yüzde 5 de olsa onlarla bunu paylaşmaya karar verdim.
Peki, Bekir o zaman söyle bir şey diyebilir miyiz? Görme engelliler görme engelliler öğretmenliği mi seçiyor?
Hayır, genelde görme engeli olan insanlar kendileri de görme engelli oldukları için öğrencilerine bir şey aktaramamaktan korkuyor. Buraya gelenler kendine güvenenler aslında, bölümde 4 üniversitede farklı bölümlerde 38 kişi var. Öyle bir genelleme yapmak yanlış olur. Gazi Üniversitesi’nin ‘Engelsiz Gazi Kulübü’ var. Birbirimizi tanıyoruz destek olmaya çalışıyoruz

Bölümünüzün mezunlarının istihdam olanakları nasıl?
Ülke genelinde yeteri kadar okul yok,  yaklaşık 16 okul var, ancak il ve ilçelerde Rehberlik Araştırma. Ama benim ilk tercihim öğretmenlik.

Bölümde gördüğün dersler sana da faydalı oluyor mu?
Ben normal okulda okudum ve Latin alfabesi biliyorum.  Braill alfabesi bilmiyordum, onu öğrendim. Zorluk çekiyorum aslında, çünkü nokta halinde harfler var ben Latin harflerle karıştırıyorum.

Öğrencilerin var mı? Onlarla anlaşmakta zorlandın mı?
Hayır, zorlanmadım, bu bölüme gelip 4. sınıf olmuş ama daha engelli insanla konuşmamış insanlar var. Benim engelim avantajım oldu aslında. Cuma günlerimiz boş ve öğrencilerimiz var ilk başta çok tedirgin oldum. Bende görme engelliyim ama sanki bana kendilerini daha yakın hissettiler sürekli sorular soruyorlar. Görme engelli birini eğitmek kolay ama başka engellerde işler biraz daha zorlaşıyor. Biz tek görme engellilerle karşılaşmıyoruz ki otistik öğrencilerimiz de var. 

Görme engelliler için özel cep telefonu var mı?
Hayır,  yok ama sesli program var. Benim telefon ve bilgisayarımda var, ekranda ne varsa sesli okuyor. Mesajlarımı söylüyorum yazıyor ve bana gelen çağrıları mesajları seslendiriyor.

Bize görme engelli insanların yönlerini nasıl bulduğunu anlatır mısın?
Görme engelli total ve az görme diye ikiye ayrılıyor. Totaller tamamen başka duyu organlarıyla, az görmeye sahip olanlar ise biraz da görme katıntısını da kullanıyorlar. Bende görme engelliyim ve buraya geldiğimde en çok zorlandığım Ankaray’dan metroya geçiş ve hangi caddeden çıkacağımı bulmak oluyordu. Ama biz görme engelliler işitme ve koku olma yönümüzü çok kullanıyoruz. Mesela aktardan kokuyu alıp sağa dönüyorum. Işıklardan devam ediyorum. Belediyenin yapmış olduğu hissedilebilir bantlar var onlardan da yararlanıyoruz. En fazla işitme özelliğimizi kullanıyoruz.

Hissedilebilir yüzeylerin yararı oldu mu?
Aslında oldu, ama çok kaygan yağmurda karda çok kayıyor ve tam temel oturmadığı için arada söküyorlar ve şaşırıyoruz. Bastonlarımız aralarına takılıyor bizi zor durumda bırakıyor.

Özel eğitim okullarına bakış Türkiye de nasıl? Sence özel eğitim okulu mu normal okul mu tercih etmeli engelli öğrenciler?
Şu an hocalarımız bir araştırma içindeler, 5 yıla kadar bu bölüm kapanabilecek çünkü görme engellileri topluma kazandırmak amaç iken sanki onlar toplumdan daha da bölünüyor. Çocuklar etiketleniyor. Gören insan ne yapıyorsa biz de onu yapmalıyız öğretmenlerin bilinçlendirmesi gerekiyor. Öğretmenler yüzde elli görme kaybı olan insanları bile özel eğitim okullarına yolluyor.  Briall alfabesini gözüyle okuyan öğrencilerimiz var. Bizim de temennimiz kaynaşmaktan yana biz engelli olabiliriz ama biz de bu toplumun insanıyız.

8 Ocak 2013 Salı

“MEMURLAR HEDEF GÖSTERİLİYOR”


Gülay ÖZTÜRK


Hükümet 2013 yılında memurlar için 3+3 zam belirledi. Memurlar tepkilerini sokağa taşırken, gözler hükümeti sert sözlerle eleştiren sendika temsilcilerine çevrildi. Türkiye Kamu-Sen’e bağlı Türk Büro Sendikası Genel Başkanı Fahrettin Yokuş, yaptığımız röportajda yeni yılın memurlar açısından son derece zor geçeceğini belirtirken, memurları sendikal haklarını kullanmaya çağırdı. 
Maliye Bakanının “Bütçe açıklarının en önemli sebebi memurlar” sözünü hatırlatan Yokuş, bunu söylemenin açık bir ifadeyle “saygısızlık” olduğunu belirterek, 2 milyon 600 bin memurun hedef gösterildiğini söyledi.
Fotoğraf: Kalender KARAKOL

Sendikanız hakkında bilgi verebilir misiniz?
Türk Büro Sendikası Kamu- Sen’e bağlı 11 sendikadan bir tanesi. Büro hizmet kolunda 43 kamu kuruluşunda örgütlüyüz. Kurulduğumuz günden bu yana özellikle yasa çıktığından itibaren hizmet kolunda en büyük sendikayız. On yıldır toplu görüşmelere katıldık. 40 binin üzerinde üyemiz var. Üye artışımızı sürdürüyoruz. Çok dinamik bir yapımız var. Çok fazla kurum olmasına rağmen, mevzuatların çok değişik olmasına rağmen alanımızda oldukça iddialı başarılı bir çalışma yürütüyoruz.

“650 Bin memur sendikal haklarını kullanmıyor .”
Genel olarak memurların yüzde kaçı bir sendikaya üye, sendikaya ilgi ne durumda?

Memur Sendika Yasası çıkalı 11 sene oldu. Hala memurlarımızın 650 bini, yani nerdeyse üye olabileceklerin yüzde otuz-otuz beşi sendikasız, bunu üzülerek söylüyorum. Hiçbir sendikaya üye değiller. Halbuki pek çok sendika var. Gelin bir yere üye olun. Birileri o sendikal hakka ulaşabilmek için kanunları zorluyor, yasaları zorluyor. “Örgütlenme hakkımı kullanmak istiyorum” diyor.

-Geçtiğimiz günlerde basına yansıyan bazı örnekler vardı. Emniyet mensuplarının, askeri sivil memurların ve yargıçların böyle bir girişimi oldu ancak önlerine bazı engeller çıkartıldığını gördük. Siz bu sendikalaşma çabalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ne güzel demokrasimiz gelişmiş, ileri demokrasimiz var ülkemizde! Hatta anayasamızın 90. maddesi var, örgütlenme hakkımız var. Memur, “Ben sendika hakkımı kullanmak istiyorum” diyor. Devlet, “Hayır” diyor. Ben o sivil memurlar için uğraşan arkadaşlarımızı; Akif Bey ve Abdurrahman Bey’i tebrik ediyorum. Onları alkışlıyorum. Onlar diyor ki; “Ben polis olarak, askeri sivil memur olarak, yargıç olarak haklarımı ancak sendika yoluyla geliştirebilirim!”. O önündeki engelleri yıkmak için mücadele ediyor. Kiminle mücadele ediyor; devlet yönetimiyle mücadele ediyor. 20 Yıl önce bizim yaptığımız gibi, şimdi bu arkadaşlar yapıyor. Ama ne acıdır ki, 650 bin memurumuz elindeki sendika hakkını kullanmıyor. Üzücü olan da bu! Bu hakkı herkes kullansa, bütün memurlar sendikaya üye olma hakkını kullansa, örgütlenme oranı diyelim ki yüzde 99, yüzde 100 olsa memurların hakkı daha fazla gelişir.
“2013 Kışı memurlar için zor geçecek.”

Hükümet, 2013 yılına sayılı günler kala memura yeni yılda yüzde 3+3 zam kararını açıkladı. Yeni yıl memurlar için nasıl geçecek?

-Benim bu konuda bir açıklamam oldu, medyada da yer aldı. Bunu hep söylüyorum; 2013 yılında memur için kış zor geçecek. Aslında memur için 2013 yılı tamamıyla zor geçecek. Niye zor geçecek derseniz, sebebi şu: Şimdi tabi burada üzülerek ifade ediyorum, Sayın Maliye Bakanımız geçenlerde birkaç kere açıklama yaptı ve “Bütçe açıklarının en önemli sebebi memurlar” dedi. Gerçekten bir vatandaş olarak, bırakın sendikacıyı, ben buna çok üzüldüm. Sayın Bakan böyle bir açıklama yapınca, sanki memurlara çok veriliyor da, bu yüzden bütçe açık veriyormuş gibi bir algı oluşuyor.
Hatta yine kulakları çınlasın, Sayın Çalışma Bakanımız da benzer bir şey söyledi. Dedi ki: “Bütçenin üçte ikisi memur maaşlarına gidiyor.” Aman Allah’ım! Sayın Bakanla da geçen gün görüştük. Belki bunu dememiştir de, yanlış mı yazdılar? Şimdi ben çıkıp, “Hesap kitap bilmeyen Çalışma Bakanı” desem, millet beni yadırgar.

“Hesap kitap bilmiyorlar mı?”
Sizce Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik gerçekten hesap bilmiyor mu?
Ya, nasıl derim arkadaş! Yani hesap kitap bilmese, bakan olmaz. Ama bir tane gerçek var. Bugünkü bütçemizin sadece yüzde 21-24’ü arasında bir rakam bütün personel giderlerine, emeklilere, şunlara bunlara gidiyor. Sırf memur maaşına da değil, birçok gruba gidiyor. Nasıl oluyor da, üçte iki oluyor bu? Yani dörtte bir bile değil. Ben bunlar adına üzülüyorum. Bu sözleri söylemek demek, 2 milyon 600 bin memura saygı göstermemek demektir. Saygısızlık demektir. Neden? Şimdi 2 milyon 600 bin memuru hedef göstermek, yani “Bunlar yüzünden bütçe dikiş tutmuyor, bütçenin çoğu bunlara gidiyor” demek, gerçekten saygısızlık, sevgisizlik. İnşallah bir daha söylemezler. Bu ülkede bugüne kadar hiç kimse memurların üzerinden, memurları aşağılayarak ya da memurlara haksız ifadeler kullanarak mesafe alamamıştır, bundan sonra da alamayacaktır!..
“Enflasyon tahminleri tutmuyor.”
Sayın Yokuş, siz Türkiye’nin bütçe açığına memurların sebep olmadığını söylüyorsunuz. O halde, size göre bütçe açığının sebebi nedir?
Memurlar, eğer bütçede bu kadar yüksek yer tutuyor veya bütçeden bu kadar fazlasını götürüyorsa, memurların tabiri caizse bir eli yağda, bir eli balda olması lazım. Allah’tan korksunlar ya! Şimdi soruyorum, araştırılıp bakılsın; Hükümetin bu yıl da dahil, son 3 yıldır enflasyon hesabı tuttu mu tutmadı mı? Tutmadı, değil mi! Son 3 yılda ek ödeme denge tazminatı dışında, bütün memurlara verdiğiniz zam neydi? Enflasyon kadar zam değil miydi? Geçtiğimiz iki yıl enflasyon hedefleri tutmadığı için, memur yılsonunda enflasyon farkı aldı mı, almadı mı? Bu sene de herhalde enflasyon farkı geliyor. Aralık ayı enflasyonu ne çıkar bilmiyoruz ama yine muhtemelen gelecek. Yani bunu ben söylemiyorum, ekonomiyi yönlendirenler söylüyor. Enflasyon tahmini yapanlar söylüyor. Şimdi, mevcut resmi enflasyon kadar bile zam yapılmayan memura, nasıl oluyor da hangi vicdan sahibi, hangi iman sahibi bunu böyle söyleyebiliyor? Deseler ki, biz memurlara yüzde 20 zam verdik, fazla verdik de bu yüzden dikiş tutmadı bütçemiz dese, bunun bir mantığı olabilir. Siz bütçe tahminini doğru yapamıyorsanız, yapmadığınız bütçe tahminlerinin faturasını niye yalan söyleyerek kamu çalışanlarına yüklüyorsunuz?
Gerçekleri söylesinler, ben bu bakanların alnından öpeyim, burada da alkışlayayım. Bütçe açıklarının sebepleri Suriye’ye gönderilen silahlar ve örtülü ödeneklerdir.


4 Ocak 2013 Cuma

İyi Olan Aşk




Uğur AKICI

Aşk deyince nedense bazı insanların ağzından kötü sözler çıkar. Keşke hiç aşık olmasaydım derler. Korkmuşlardır aşktan. Herkes aşık olmuştur. İyi, kötü anıları vardır. Ama aşk konusu açıldığında bazılarının hemen kötü anıları canlanır. Suratlar asılır. Aşk için nefret söylemleri kullanılır. Oysaki aşkın sanıldığı gibi pek kötü yanı yoktur. Kötü olarak nitelendirilen yönleri ise insana kişilik kazandırır, insanı olgunlaştırır, egosunu törpüler, insana kendisini başkasının yerine koymayı öğretir. Aşktan korkanlar aslında kendisinden taviz vermek istemeyenlerdir. Ya da tekle yetinmekten korkan aç gözlülerdir. Yoksa insan aşktan niye korkar? Bazılarının da cesareti yoktur. Öyle ya da böyle kötü gösterilse de insan bir kere aşık olur. Eğer bir insan bir kere aşık olmuşsa onu yeterince olgun sayabiliriz. Asıl ilginç olan hiç aşık olmamış bir insan. İnsan düşünemiyor ama eğer hiç aşık olmamış bir insan varsa bu insandan korkun. Hiç aşık olmamış insan hiç çekilmez.

Bir de kendini aşıktan sayanlar var. Bu insanlarda ilgi duyduğu insana karşı arabesk tabirle “ya benimsin, ya kara toprağın” anlayışı vardır. Bunun yakından uzaktan aşkla bir ilgisi yoktur. Bu anlayışta olan insan olgunlaşmamıştır. Bir çocuğa benzer, istediği oyuncak ise ilgi duyduğu insandır. Bazen kendisini ve aşık olduğu kişiyi öldürmekle ilgili haberler görürüz. Bu sapkınlığın aşk olarak tanımlanması beni çok üzer. İnsan aşık olduğu insanı değil öldürmek, saçının teline zarar gelsin istemez. Aşık olan insan değil sevdiğine zarar vermek, düşmanına bile zarar vermek istemez. Çünkü aklında bir tek aşk vardır.

3 Ocak 2013 Perşembe

Erol Ata’nın Saat Odası


Saat tik-takları arasında huzuru yakalayan Ersa Yönetim Kurulu Başkanı Erol Ata’nın  2100’ün üzerinde nadide  saati içeren bir koleksiyonu bulunuyor. Gerçek bir koleksiyoncu ruhuna sahip Erol Ata ile taş plaktan yükselen Zeki Müren ezgisi eşliğinde  saat tutkusu ve projeleri üzerine söyleştik.

Nimet PAMUKÇUOĞLU
Erol Ata'yı biraz tanıyabilir miyiz?
1954 yılında Sivas Şarkışla'da doğdum,  Hacettepe Üniversitesi Ekonomi Bölümünden 1977 yılında mezun oldum. Mobilyacılık sektöründe isim yapmış ERSA'da Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yapıyorum.
Saat koleksiyonu yapmaya ne zaman ve nasıl başladınız?
Dakikliği çok seviyorum. Tik-tak sesleri ayrı bir keyif, onlarla ilgilenmek, onları seyretmek, izlemek huzur veriyor. İkinci el saatler, geçmişten getirdiği anılar beni çok etkiliyor.
1990 yılından bu yana teşhir amaçlı biriktirmeye başladım. 2012 yılı ortalarında koleksiyoner belgesi aldım. Başlangıçta üç raflı cam kapaklı bir dolapta toplamaya çalıştığım saatlerim,  şu anda Ersa'nın Ankara fabrikasında yer alan ofisimde ve bulunduğumuz odada, koridorlarda ve işyerinin değişik birimlerinde sergileniyor.  İleride yine bu binada daha büyük bir odayı saat odası olarak düzenlemeyi düşünüyorum. 

“Bir saati gördüğüm zaman otomatik, kurmalı, pilli ya da özel bir sistemle mi çalıştığını tahmin edebiliyorum. Telefon rehberimde, saat ticaretiyle uğraşan 60'tan fazla kişinin ismi kayıtlı.”

Koleksiyonunuzdaki en eski saat kaç yıllık?
Yaptığım araştırmalarda bulabildiğim en eski objem 350 yıllık İngiliz yapımı bir cep saatidir. Saatin genel adı soğan anlamında “Oignon” olarak geçiyor. 1650'li yıllarda yapılmış ve en güzeli de hala çalışıyor vaziyette olması. Yine 1700'lerin sonu yani 1780'lerden ve 1850'lerden cep saatleri var. Onların iki çeşidi var hem rafa asılan hem de Grandfather denilen ayaklı saatler.  Salon tipi mobilyalı olanlar 1640'lardan sonra yapılmaya başlanmış. 1800'lü yıllarda çoğunlukla üretilmiş ve dünyanın her yanına gönderilmiş. Osmanlı için yapılanlarda arapça kadran kullanılmış. Bu saatlerden tamire verdiğim 6 tane olmak üzere her biri ayrı bir servet olan toplamda 10'dan fazla saatim var.

“Duvar saatlerini kurmayı, ayarlarını yapmayı ve sonrasında tik-tak sesleri eşliğinde “saat oda”sında müzik dinleyerek çalışmayı seviyorum. Her gün bu odada 1,5 saat dinleniyorum.”

Yalnızca saatlerle mi ilgileniyorsunuz? Koleksiyonunuz da saat dışında da parçalar var mı?
 Son zamanlarda biraz da yönlendirme ile lambalı radyo, gramafon çeşitleri, taş plak, 45'likler, 33'lükler, pikap ve daktilolarla da ilgilendim ve koleksiyonuma ekledim. Son olarak 1961 yılında Avusturya’dan getirtilmiş bir müzik kutusunu ekledim. Güzel tarafı ilk günki gibi çalışıyor olması. Ayrıca henüz burada sergilemediğim gramafonlarım, fotoğraf makinelerim de mevcut. Koleksiyonumun içinde yer alan daktilonun yapım tarihi zannediyorum 1920'ler. Toplam 200 bin adet üretilmiş. Zaman zaman bununla ilgili yarışmalar yapıldığında dakikada 200 vuruşa kadar çıkabilmişler. Klavye düzeni başka P ile başlıyor. Bir diğer pikap 1949 İngiliz yapımı.
Örneğin bir hazine avukatının çantasını koleksiyonuma ekledim. İçerisinde hazine avukatına ait 20 adet cep ajandası var. Her biri ayrı bir anı. 1980’lerin başına kadar eski Türkçe ile yazmış 80’lerden itibaren Türkçeye dönmüş. Ajandaların içerisinde harcamaları var.  Bu gibi anıları bulup çıkarmak beni hem hüzünlendiriyor hem de mutlu ediyor.
Koleksiyonunuzu müzeye dönüştürmeyi düşündünüz mü?
Aslında  müzeye  dönüştürmek istiyorum ve o  amaçlı tutuyorum. Bu konuda Hacettepe Üniversitesi Rektör Yardımcısı Hamamönü’nde bir bina tahsis ederek  “Erol Ata Hacettepe Saat Müzesi” açılması yönünde bir teklif getirdi. Yanı sıra Ankara Ticaret Odası Başkanı da müze teklifinde bulundu. Tabi bu büyük iki ismin teklifte bulunması benim açımdan gurur verici fakat bir takım şeylerin öncelik sırası var. Ailemin de rızasını almak durumundayım. Şimdilik onlar koleksiyonumun burada sergilenmesini istiyorlar. 

Koleksiyonunuzla ilgili ilerisi için ne gibi projeleriniz var?
Saat odamızı tüm saatlerimi ve diğer parçaları  alacak şekilde  daha büyük bir odaya taşıyarak Ersa ile bütünleşmesini istiyoruz..
Oğlumun da bir projesi var. O da  İstanbul'da Galata Kulesi ya da İstiklal Caddesine yakın bir yerde Orhan Pamuk'un masumiyet müzesine benzer bir saat müzesi açarak hem kafe hem de  müze olarak geniş kitlelerle buluşmayı hedefliyor.
Benim idealim ise Guinness rekorlar kitabına girmek.

Koleksiyonerlik dışında hobileriniz var mı?
Kaligrafiye biraz ilgim var. Yeni alfabe ile tabak üzerine isimler yazıyorum. Örneğin her yıl sonunda şirketimizde çalışan tüm personelin isim listesini bir tabağa sığdırıyorum. Bunu bir gelenek haline getirdim. Yine buna benzer kaligrafi çalışmalarım var.

Saat Odası, Ankara Sincan 1. Organize Sanayi Bölgesi'nde yer alan Ersa'nın merkez ofisinde mesai saatlerinde ziyaret edilebiliyor. 

2 Ocak 2013 Çarşamba

AŞKIN İKİ YÜZÜ


Pınar ÇETİN

 Aşk, mutluluk artı acı…

Yıllardır hem acı hem mutlu yönlerini dinliyor kulaklarım. Kalbim neyin ağır bastığını çözemiyor. Bazen içi aşkla gülen gözler  bazen de titreyen ellere şahit oluyorum…

Aşkın temel duygusu ne bilemiyorum. Acı mı veriyor yoksa mutluluk mu
Bilemiyorum…

Ya aşkın ömrü, deniz köpüğü gibi çok mu kısa sürüyor yoksa kıyıya vurdukça daha da mı şiddetleniyor…

İnsanlar hem acı yönünü hemde mutluluk veren yönünü seviyor aşkın. Mutluluk  verdiklerinde sıkılıyorum, heyecanım yok diyorlar acı verdiğinde ise canları yanıp, acılar içinde çırpınıyorlar.

Aslında aşk değil dengesiz olan, aşkı yaşayanlar…