20 Ocak 2014 Pazartesi

İki Büyük Şehir

İmren Çiçek ÖZBEK

Üniversite öğrenimi insanı doğup büyüdüğü kentten uzaklara götürebiliyor. İzmir’den Ankara’ya okumak için gelen Sultan Özdamar da bu öğrencilerden biri. Gazi Üniversitesi Gazetecilik bölümü öğrencisi Sultan Özdamar, doğup büyüdüğü şehir İzmir’den sonra Ankara’daki yaşama alışma sürecini bize anlattı.



Üniversite tercihlerinde Ankara’yı seçme sebebiniz nedir?
Şehre göre değil üniversitelere göre seçim yapmıştım. Gazi Üniversitesi’ni diğer üniversitelerin üstünde gördüğüm için seçtim. Ayrıca okuduğum bölüm için Ankara ideal bir şehir.

Ankara’da olmaktan memnun musunuz?
Memnunum. İyi ki gelmişim.

Ankara’ya gelmeden önce Ankara hakkındaki düşünceleriniz nelerdi?
Ankara’ya gelirken havası gibi insanlarının da soğuk olacağını düşünüyordum. Ege’nin sıcakkanlı insanları gibi değillerdir sanıyordum. Ayrıca şehir yapısı olarak sadece binalardan oluşan bir şehir olarak düşünüyordum. Tamamen önyargı. Buraya geldiğimde insanlarını da sevdim, parklarıyla gölleriyle şehri de.

İzmir ile Ankara arasındaki benzer veya farklı olan noktalar nelerdir?
Kimi sorsanız denizi yok der. Bencede en büyük fark denizin olmayışı, bir de iklim. İnsan denizi ve sıcaklığı arıyor burada.


İzmir’e dair neleri özlüyorsunuz?
Her İzmirli gibi sabah kahvaltısında sıcak boyozu özlüyorum.

Ankara’ya ilk geldiğiniz günü biraz anlatır mısınız?
Ankara’ya ilk geldiğim gün çok heyecanlıydım. AŞTİ’de sohbet ettiğim bir kadın bana nereli olduğumu sormuştu, İzmirli olduğumu söylediğimde, “Burada İzmirlileri sevmezler, sorduklarında Egeliyim de” demişti. O zaman biraz korkmuştum ama daha sonra bunun çok yanlış bir bilgi olduğunu anladım.

Ankara’ya alışma sürecinde zorluk çektiniz mi?
Ankara ile ilgili pek sıkıntım olmadı. Ulaşımda biraz zorluk çekiyordum. Bunun sebebi ise Gölbaşı’nda kalıyordum ve 104 numaralı otobüs hep çok geç geliyor ve hep çok dolu oluyordu.

İzmir’e ne sıklıkla gidiyorsunuz?
Bayram tatilleri, yarıyıl tatilleri gibi zamanlarda gidiyorum. Ankara’ya alıştım artık. beni İzmir’e bağlayan tek şey ailem.

Mezun olduktan sonra Ankara’da kalmayı düşünüyor musunuz?
Ankara’da çalışmak istiyorum. İzmir’e de iş hayatından sıkıldığımda tatile ihtiyaç duyduğumda giderim.

13 Ocak 2014 Pazartesi

Çalhan: İki yaşından küçük çocuklara TV izletilmemeli

Zafer DENİZ

Kitle iletişim araçları içerisinde televizyonun şüphesiz çok önemli bir yeri var. Televizyonun hitap ettiği hedef kitle üzerinde olumlu ve olumsuz etkileri var. Pokemon'un moda olduğu yıllarda ben Hakan Kabil İlköğretim Okulu'nda 4. sınıftaydım. Ders esnasında yan sınıftan gelen Pikachuuuu! sesi ve ardından gelen ambulansın sirenleri, bir neslin Pokemon rüyasını sona erdiren olaylardan biriydi. Sadece çocuklar mı? Değil elbette, bazı yetişkinler de  televizyondaki olayları gerçek zannedebiliyorlar. Kurtlar Vadisi dizisinin 174. bölümünde Suriye'de keskin nişancı tarafından vurulan Polat Alemdar için Şanlıurfa'da bir iş adamı yerel gazetede tam sayfa taziye ilanı verdi.

Peki televizyonun hiç mi olumlu katkısı yok? Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Azime Şebnem Soysal, bu sorunun yanıtını şöyle veriyor:
"Televizyon izlenme amacına göre değişir, maalesef bizim ülkemizde televizyonun hep olumsuz yönü ön plana çıkartılıyor. Olumsuz örneklerin yanı sıra olumlu örnekleri de var, 1980'lerde çocuklar, Susam Sokağı programını izleyerek zihinsel gelişiminin 10 puan daha üzerine çıktılar."
Deva Tıp Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. İbrahim Ethem Çalhan ise çocuk gelişiminde televizyonun etkisinin çok önemli olduğunu ve ailelerin bu durumu önemsemesi gerektiğini söyledi.

"İnsanların gelişiminin büyük bir kısmı çocuklukta oluşur"
İnsanların gelişiminin büyük oranda çocuklukta oluştuğunu belirten Ethem Çalhan, şöyle konuştu:
“Amerikan Çocuk Hastalıklar Akademisi’nin önerisine göre, 2 yaşından küçük bir çocuğun hiçbir şekilde televizyon izlememesi gerekir. Çünkü televizyon 2 boyutlu bir gelişim sağlıyor, hâlbuki çocuğun 3 boyutlu bir gelişime ihtiyacı vardır.”
Çocuğun beyni gelişirken öğrenmesi gereken şeyleri annenin sesinden ve mimiklerinde aldığını söyleyen Çalhan, “Çocuğun annesiyle veya bir bireyle iletişimde olması gerektiği bir dönemde televizyonu tanıması oldukça sakıncalıdır. Çocukların duygusal doyum sağlaması ve onunla her bakımdan ilgilenilmesi onun sağlam ve güçlü bir psikolojik yapıya sahip olmasını sağlar.” dedi.



Günümüzde birçok aile çocuklarında görülen geç konuşma problemi için doktorlara başvuruyor. Geç konuşmanın nedenini Çalhan şöyle açıklıyor:
“Konuşmak bir ihtiyacı gidermek için geliştirilen bir eylem. Uzun süre cam ekrana bakan çocuklarda konuşma ihtiyacı gelişmiyor. Televizyona bakıyor ve sadece duyuyor. Çocuğun konuşması için konuşmaya ihtiyaç duyması gerekir. Günde 8-10 saat televizyonun izleyen çocuk konuşma ihtiyacı hissetmiyor. Sadece dinliyor, konuşması gerektiğinin farkına varamıyor. 2-3 yaşına kadar uzun süre televizyon karşısında kalan çocukta seslenince bakmama, göz kontağı kurmama, insanlara ve yaşıtlarına ilgisizlik görülür. Çocuğun gelişimini doğru tamamlanması için 2-3 yaşına kadar sadece insanlarla iletişimde bulunması gerekir.” Çalhan, çocuğun konuşma ihtiyacı hissetmesi ve konuşmayı pekiştirebilmesine grup oyunlarının çok büyük katkısı olduğunu belirtti.

Televizyon aynı zamanda çocuğun hayal dünyasının gelişmesini engellediğini ifade eden Çalhan, şunları söyledi:
“Çocuk televizyondan her şeyi hazır alıyor, düşünmüyor. Oysa çocuğun oynadığı oyunlarla hayal dünyasını geliştirmesi gerekir. Resim yapmak, oyun kurmak ve diğer çocuklarla bir şeyler paylaşmak çok yararlı eylemler. Fakat televizyon başındaki çocuk oyunlarında sadece gördüğü şeyleri oynuyor, televizyonda gördüğünün dışına çıkamıyor.”


"Dikkat eksikliği televizyondan kaynaklanıyor"

Ailelerin ve öğretmenlerin çocuklar ile ilgili dile getirdiği bir diğer konu ise dikkat eksikliği. Bunun başlıca nedeninin televizyon olduğunu söyleyen Çalhan, “Küçük yaşta çok renkli, hızlı değişen, çok sesli görüntüler çocuğun beynindeki dikkat mekanizmasını olumsuz etkilemeye başlar. 7-8 yaşına geldiğinde kitap okumak gibi sessiz bir ortamda tekdüze yapılan bir faaliyetten çabuk sıkılır, aksiyon olsun, ses olsun, gürültü olsun ister. Mesela televizyon karşısında kitap okur. Müzik dinleyerek ya da birilerinin olduğu bir ortamda kitap okur. Sessiz bir ortamda kitap okuma becerisini kazanamaz. Televizyon dikkat eksikliğinin en büyük etkenidir.” dedi.

"Çocukların hayatı taklit üzerine kurulu"
Çocukların gerçek hayatı televizyondaki gibi düşündükleri için ileriki yaşantısında olumsuz etkilerle karşılaştığını söyleyen Çalhan, “5-7 yaşlarındaki çocuk annesiyle beraber izlediği dizilerde cinsellik ile ilgili veya uygunsuz mesajlar çocuğun cinselliği kötü algılamasına neden olur. Çocuğa ayıp, kötü, bakma denilmesinin sonucunda çocuk ileriki yaşlarda cinselliğin kötü olduğunu düşünür.” dedi.
Anne ve babaların çocukları ile birlikte televizyon izlerken çok dikkatli ve seçici davranması gerektiğini dile getiren Çalhan, “Ebeveynlerin izlediği şiddet içerikli programlardan çocuğun gördüğü hareketleri arkadaşına yapmasına neden olur. Örnek olarak Kurtlar Vadisi gibi dizileri verebiliriz.” dedi.
Çalhan, çocukların hayatlarını taklit üzerinden yürüttüğünü belirterek şöyle konuştu:
“Çocuk, anne babasını taklit ettiği gibi dizilerde küfür duyar taklit eder, kavga görür taklit eder, öpüşme görür arkadaşını öper. Taklit üzerinden gider. Televizyonda yayınlanması ve çoğu insan tarafından izlenmesi çocukta bu eylemlerin çok doğru olduğu algısını uyandırır. Bu tip programların olması çocuğun arkadaş ilişkilerinde cinsel istismar, kavga dövüş gibi öğelerin desteklenmesine yol açar ki bu da ileride çocuğun sosyal hayatını olumsuz etkiler.”


"Televizyon yargılama becerisi kazandırır"
Çocukların yargılama becerisinin gelişmesinde televizyon çok büyük bir etken olduğunu vurgulayan Çalhan, anne ve babalara şu önerilerde bulundu:
“Örneğin 3-5 yaş aralığındaki çocuk Pepe, Caillou izliyor. Fakat önemli olan çocuk ne izliyor ve anlıyor mu. İlk olarak çocuk bütün gün televizyon izlememeli. 1-2 saat izletilmeli ve çizgi film bittiğinde televizyon kapatılmalı. Daha sonra çocuğa, ‘Oğlum ne yaptı Pepe? Nereye gitti?’ gibi sorular sorulmalı. Çocuk sadece ne olduğunu izlemez, ders çıkarır. Günümüzde anne, babalar televizyonu uyusun, sessiz dursun, gürültü yapmasın diye kullanıyor. Ailelerin sosyo-ekonomik zorlukları, ilgilenilmesi gereken ek kardeş durumu, anne babaların kendilerine ait sorunları, yapılması gereken ev işleri gibi birçok etken olabilir. Fakat bu doğru bir yaklaşım değil, çocukluk gelişimin en önemli dönemidir ve çocuk değerli olduğunu hissetmelidir.”


“Diziler çocukların iyi-kötü algısını zorluyor”
Çalhan, televizyonun bilinçli kullanıldığında çok fazla olumlu etkilerinin de bulunduğunu belirterek şunları anlattı:
“Televizyon en başta merak etmeyi sağlıyor. Yaratılış itibariyle meraklı olan insan çocukken de meraklı ve merakını televizyon ile gideriyor. Sayı saymayı öğreniyor, renkleri fark ediyor ve öğreniyor. Mesela deneyler yapıyor, evde yapılamayan birçok deneyi televizyon sayesinde öğreniyor. Ülkelerin tanıtıldığı belgeseller örneğin çok yararlıdır.”

Çocuklara seçici olunması kaydıyla dizi de izletilebileceğini ifade eden Çalhan, çocukların ev ortamının yansıtıldığı,  iyinin ile kötünün belli olduğu dizileri izleyebileceğini söyledi. Çalhan, şöyle devam etti:
“Fakat günümüzde dizilerin özellikleri çok farklı, iyi- kötü belli olmuyor. Bir hafta iyi olan karakter öteki hafta kötü olabiliyor. Eskiden ‘Karaşimşek’ vardı, şoförü iyiydi ve kötüleri öldürürdü, bu anlaşılırdı. Ama şimdi Kurtlar Vadisi’ndeki Polat iyi mi? Kötü mü? Muhteşem Yüzyıl'daki Hürrem iyi mi? Kötü mü? belli değil. Karakterler flu olduğu için çocukların beynindeki iyi-kötü algısı çelişiyor.” 

10 Ocak 2014 Cuma

Nodret: Yabancı Öğrencilerin de ekonomik durumları iyi değil

Murat ÖZDEMİR

Türkiye’de öğrenim gören yabancı uyruklu öğrencilerin karşılaştıkları problemleri, yaşadıkları zorlukları Afganistanlı Omdidullah Nodret’ten dinledik. Eczacılık Fakültesi 1.sınıf öğrencisi olan Omidullah, genel olarak yerli öğrenciler gibi yabancı öğrencilerin de ekonomik sıkıntılardan şikayetçi olduğunu belirtiyor.


Üniversite eğitimi için neden Türkiye’yi seçtiniz?
Türkiye’de okuyan her öğrencinin farklı bir tercih sebebi var. Benim en önemli tercih sebebim birçok alanda olduğu gibi eğitimde de Türkiye’nin Afganistan’dan daha ileride olması ve şartlarının daha elverişli olması. Türkiye’nin Müslüman bir ülke olması ve bu anlamda Afganistan’da tanınıp bilinmesi de tercihimde etkili oldu. Ben Rusya, Hindistan, İran, Pakistan, Kazakistan gibi ülkelerin içinden Türkiye’yi tercih ettim. Kendi ülkemde de bir iç savaş sürüyor ve bu iç savaş da yurtdışında eğitim görmemi zorunlu kıldı diyebilirim.

Buraya gelmeden önce Türkiye hakkında bir bilginiz var mıydı?
Evet, biraz bilgim vardı. Sadece kitaplardan değil dizilerden filmlerden az çok bir bilgim vardı, ama Türkiye’yi tercih ettikten sonra okuyacağım ülke hakkında daha detaylı bir araştırma yaptım. Ve zaten Türkiye ve halkı Afganistan'da çok iyi biliniyor. Türkiye’ye karşı bir empati var. Müslüman ülke olması da bunda çok etkili.

Bu süreçte dilden kaynaklı ne tür sıkıntılarınız oldu?
Tabi ilk geldiğimde çok sıkıntı çektim doğal olarak. Çok basit bir cümleyi dahi kuramıyordum kendimi ifade edemiyordum ama tabi zamanla bu sıkıntıları aştım. İstanbul da bir yıl TÖMER’de Türkçe eğitimi aldım. Çok da faydalı oldu. Onun dışında tabi her yerde Türkçe konuşulduğu için de öğrenmesi çok daha kolay oldu.

Derslerde zorlanıyor musunuz?
Genel olarak yabancı arkadaşlar kendilerini ifade edebilecek kadar Türkçe öğreniyorlar, ama derslerde bazen zorluk çekiyoruz. Öğretim görevlileri bizi dikkate almadan ders anlatıyorlar ve biz de takip etmekte zorlanıyoruz çünkü akademik dil farklı ve bunu tam anlamıyla öğrenebilmemiz için de zamana ihtiyacımız var. Hocalarımızın da sınıftaki yabancı öğrencileri dikkate alıp ona göre ders anlatmaları gerekiyor.  Biz kendi ülkemizde farklı bir tarih ve edebiyat gördüğümüz için özellikle burada tarih ve edebiyat derslerini kavramakta zorluk çekiyoruz.

Yabancı öğrencilerin genel olarak sorunları nelerdir?
Birçok sorunumuz var. Ama başlıca olarak ekonomik sıkıntıları söyleyebilirim. Burada sadece yerli öğrencilere burs veriliyor yabancı öğrencilere verilmiyor. Oysaki yabancı öğrencilerin de ekonomik durumları iyi değil. Sağlık güvencemiz de yok, paralı bir şekilde sağlık hizmeti alıyoruz. Bu da bizim için ayrı bir yük. Türkiye’de ulaşım da çok pahalı. Bu anlamda da zorlandığımızı söyleyebilirim.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Ben zorlukları olsa da Türkiye’de olmaktan burada okumaktan dolayı çok mutluyum. Türk insanı çok yardımsever ve güler yüzlü bize karşı da çok sıcak davranıyorlar. Türkiye zaten çok güzel bir ülke, okulu bitirip ülkeme döndüğüm zaman Türk kültürünü kendi ülkemde tanıtmaya çalışacağım.

9 Ocak 2014 Perşembe

“Okul müdürü olsam öğrencileri pikniğe götürürdüm”

Oktay TATAR

Aybala Tatar, Gazi Koleji’nde 6. sınıfta okuyor. Ana sınıfından beri aynı okulda. Aybala’ya okuluyla ilişkilerini sorduk.



Bize biraz okulundan bahseder misin?
Okulumuz Maltepe’de. Gazi Üniversitesi’ne bağlı. Bizim en büyük eksiğimiz okulumuzun yeterli büyüklükte bir bahçesi yok. Ağaçlarımız, çiçeklerimiz ve toprağımız yok, ama yine de okulumuz güzel.

Eğer okul müdürü olsaydın okulda neler yapardın?
Sosyal faaliyetleri artırırdım. Öğrencileri ayda bir kez de olsa geziye, sinemaya ve baharda da pikniğe götürürdüm.Bir de her sene öğretmenleri değiştirmezdim.

Okulda beğenmediğiniz durumlar var mı?
Bu sene yemekler hiç iyi çıkmıyor. Sene başından beri hala döner çıkmadı. Bir de sevdiğimiz derslerde, beden eğitimi, bilgisayar görsel sanatlar gibi, bizi sınav yaptıkları zaman bu derslerimizin boşa gitmesini sevmiyorum.

Okulunuzun en beğendiğin yönü nedir?
Tabi ki  arkadaşlarım. Onlar olmasaydı okul benim için bir binadan ibaret olurdu. Zaten bir yeri güzelleştirenler de insanlar değil midir?

En sevdiğin ders hangisi ve neden?
Matematiği çok ama çok seviyorum. Bunun bir sebebi matematik öğretmenim olan Dursun Güven, bir diğeri ise matematik öğretmeni olan annem. Matematikten 100 almazsam çok üzülüyorum.

Öğrencilerin başarılı olmaları için neler yapmaları gerekir?
Tabi ki de dersi çok iyi dinlemeliler. Bazı arkadaşlarımız kendileri dersi dinlemedikleri gibi bizim dinlememize de engel oluyorlar, üstelik öğretmenlerimizi de üzüyorlar. Bunun sonucunda  o dersten başarılı olamıyorlar. Ayrıca ben her akşam eve gelince önce ödevlerimi yaparım sonra da o günkü derslerimi tekrar ederim. Başarılı olmak için sihirli bir değneğe gerek yok, düzenli olmak ve çalışmak yeterli.

Son olarak ilerde ne olmayı düşünüyorsun?
Ben iyi bir doktor olacağım ama daha sonra da başbakan olup ülkemdeki aksaklıkları gidereceğim.Eğer benden önce biri davranmazsa ben ülkemin ilk doktor kadın başbakanı olacağım.


Sana teşekkür ediyor ve hayallerinin gerçekleşmesini diliyorum.

8 Ocak 2014 Çarşamba

Türkiye’de Emeklinin Hali

İmren Çiçek ÖZBEK




Çalışan hemen herkes emeklilik gününün hayalini kurar. Kimisi emekli olunca dünyayı gezmek, kimisi sessiz sakin bir sahil kasabasına yerleşmek, kimisi şehirden uzak müstakil bahçeli bir evde domates yetiştirmek ister. Kısacası herkes emekli olunca hayatlarında birçok şeyin değişeceğine inanır ve çalışırken fırsat bulup yapamadığı birçok şeyi emekli olunca yapmak ister. Bakalım bu hayaller emekli olunca gerçekleşme imkânı bulabiliyor mu? Röportajımızı 10 yıl önce emekli olan Zekeriyya Özbek ile Anıtkabir’de gerçekleştiriyoruz. İzmirli olan Zekeriyya Bey Ankara’ya kızını ziyaret etmeye gelmiş, gelmişken de Atamızın kabrini ziyaret etmeyi ihmal etmemiş.

İyi günler Zekeriyya Bey kaç yılında nereden emekli oldunuz?
İyi günler efendim, ben Sosyal Sigortalar Kurumu hastanesinde hasta bakıcı olarak çalıştım. 2003 yılında emekli oldum, yani kamuda 25 yıl bir fiil çalıştım.

Genç yaşta emekli olmanızın sebebi nedir?
Hasta ve cenaze görmeye tahammülüm kalmamıştı o yüzden emekliliği hak ettiğim an emekli oldum. O kadar bıkmışım ki hastaneden, işi bıraktıktan sonra hastalansam bile hastaneye gitmedim.

Sizce ideal emeklilik yaşı kaçtır?
Bence bayanlar için ideal emeklilik yaşı 50 erkekler için ise 55’tir.

Çalışırken herhangi bir sendikaya üye miydiniz? Size faydaları nelerdi?
Çalışırken Memur-Sen sendikasına üyeydim, daha sonra sendika idaresinin yanlış tutumlarından dolayı istifa ettim. Şahsen sendikanın hiçbir faydasını görmedim. Sadece maaşımdan aidat kesiyordu.
Emeklilikten neler bekliyordunuz? Beklentilerinizi karşılayabildiniz mi?
Emekli olduktan sonra küçük çaplı kendi işimi kurma hayalim vardı. Fakat maalesef bu hayalim gerçekleşemedi.

Emekli olduktan sonra hayatınızda neler değişti?
Emekli olduktan sonra bir beyin kanaması geçirdim. Bu olay bir sağ gözümün görüş açısını değiştirdi. Hayallerimi gerçekleştiremememin en büyük sebebi budur.

Çalışma hayatınızdan kalma alışkanlıklarınız var mı?
Çalışma hayatımdan kalan en büyük alışkanlık gece kaçta yatarsam yatayım, her sabah işe gidecekmiş gibi saat altıda uyanıyorum.

Geri dönüş şansınız olsa işinize geri döner miydiniz?
Aynı işe geri dönmek istemezdim. Çünkü her gün hasta insanları görmek hem moralimi hem de psikolojimi bozuyordu. Fakat farklı bir işte çalışmak isterdim.

Emekli maaşınız ihtiyaçlarınızı karşılıyor mu? Ek bir geliriniz var mı? Nasıl geçiniyorsunuz?
Maalesef karşılamıyor. Her gün yapılan zamlara maaş dayanmıyor. Hiç bir yerden ek gelirim yok. Kredi kartlarına borçlanarak idare ediyorum. Sonunun nereye varacağını ben bile bilmiyorum.

Emekli maaşına yapılan zamdan memnun musunuz?
Zam dediğiniz 35 lira bunu çocuğa verseniz güler size. Gerçi biz alıştık bu duruma.

Peki, yapılan zamların bu kadar düşük olmasının sebebi nedir sizce?
Hükümetler milli geliri kendi parası gibi har vurup harman savurduğu için, emekliye ancak bu kadar düşüyor. Ayrıca emekliler her zaman devlete külfet, artık işe yaramaz insanlar olarak görülüyor. 

7 Ocak 2014 Salı

Temizkan: “Yönetmen sinemanın her şeyidir.”

İbrahim Ozan YILMAZ

Yeşilçam’ın başarılı görüntü yönetmenlerinden Orhan Temizkan,  “Yönetmen sinemanın her şeyidir.” diyor. Sinemaya 1964 yılında başlayan Temizkan, stajyer muhabirlik yaparken bir anda sinemaya merak sardığını anlatıyor.


Bu mesleğe nasıl atıldınız sizi bu mesleğe iten koşullar neler oldu?
Mesleğe karar vererek atılmadım, tesadüfen bu mesleğe atıldım. Tesadüf durum ise şöyle gelişti. Yeni Gazete’de stajyer muhabirken bir anda sinemaya merak saldım ve sinemacı olmaya karar verdim. Karar verdikten yirmi dört saat sonra da sinema sektörüne adım atmış oldum.

Sizce yönetmen nedir?
Yani sinemanın hikâyesinden, kurgusundan neredeyse makinistliğine kadar her şeyini yapan kişidir. Şöyle örnek vereyim insanın beyni neyse sinemanın da beyni yönetmendir.

Günümüzde çekilen filmler ile geçmişte çekilen filmler arasında ne gibi farklılıklar vardır?
Çok fark var, biz yaratıcı olmak zorundaydık, şimdi ise teknoloji çok ileride. Sinema artık televizyondan yararlanır hale geldi. Şimdiki dönemde her şey elinizin altında, parayı bastırdığınız zaman her şeyi yapabilirsiniz. Bizim zamanımızda yokluk olduğu için bu işler daha zordu ve uğraştırıcıydı.

Görüntü yönetmeni olmasaydınız aklınızda başka işler var mıydı neler yapabilirdiniz?
Ben zaten ilk başta gazeteciydim. Gazetecilikten sinemaya geçtim. Sinema merakımı çekti ve bu yöne doğru kayıp sinema sektörüne soyundum. Sinemacı olmak istiyorum veya sinemacı olacağım diye bir durum söz konusu değil. Sinemacılık, Allah vergisi bir iştir. Sinemacı olmak yetenek işidir. Sinemacı olmanın diğer faktörleri ise çok okumak, çok gözlemci olmak ve yapacağın filmi ilk başta çok irdelemektir.

Siz hep kamera arkasındaydınız peki hiç kamera önüne çıkmayı düşündünüz mü?
Hiçbir zaman öyle düşüncem olmadı. Kamera arkası hep bana sıcak gelmiştir. Kamera önüne çıkmak için birçok teklif geldi, fakat ben kamera arkasında kaldım, hiç o taraklarda bezim yoktur.

Görüntü yönetmenliği yaparken sizi en çok zorlayan aktör veya aktrist kimdir?
Böyle bir durum söz konusu değildir. Biz kişinin ünlü veya ünsüz olduğuna bakmayız. Amacımız biz onları nasıl yoğurur, nasıl pişirir, nasıl ortaya çıkartırız. Bizim amacımız bunlardır. Zaman zaman kaprisli kişiler tabi ki de vardır fakat bunları da piyasa, zamanla siler.

Bu mesleği yapmak için sizce altın kural nedir?
Özveri, sağlam bir bünye, gözlem yeteneği, okuma merakı yani bir hikayeyi okuyacaksın ve o hikayeyi kendince yorumlayacaksın. Nasıl biri? Hangi oyuncu ne tip oyun oynar? Bunları kurgulaması lazımdır. Çekilecek filmin atmosferine göre çekim yapılmalıdır, yani oyunu kurallarına göre oynayacaksın.

6 Ocak 2014 Pazartesi

Ben bir Sayborg’um, ama bu sorun değil!


Arzu YAMAN

Young-goon yemek yemiyor, çünkü o bir Sayborg ve yemek yerse bozulur. Pilleri yalayarak şarj olmaya çalışıyor.
Bir etiketi ya da kullanım kılavuzu olmadığından varoluş amacının ne olduğunu bilmiyor. Kendini fare sanan büyükannesi beyaz önlüklü doktorlar tarafından ambulansa bindirilip götürülmeseydi, bunu öğrenebilirdi, ama doktorlar onu alıp götürdüler hem de takma dişlerini yanına almasına fırsat vermeden.



Young-goon: Büyükannem radyo dinlemeyi severdi.
Doktor: Ben de severim. Radyo dinlerken zamanın nasıl geçtiğini unuturum.
Young-goon: Ama o zamanın nasıl geçtiğini anlamak için dinlerdi.



Young-goon, Il-soon ile karşılaşıyor hastanede. Il-soon bir hırsız. Küçülüp hiçliğe karışmadan idare etmeye çalışıyor; insanların iştahını, hafızasını, pinpon yeteneğini, uçma becerisini hatta perşembeyi çalıyor. Young-goon kendisinin de merhametini çalmasını istiyor, çünkü merhamet, öldürmesi gerekenleri öldürmesini engelleyen duygu.


Il-soon merhametini çalmak için Young-goon’u izlemeye başlıyor. Şarj yönteminin sonuç vermediğini görüyor ve onun için pirinçteki kalorileri elektrik enerjisine çeviren bir megatron yapıyor.
Fare, sayborg ya da bir kahve makinesi olsak. Sadece doktorların insafına mı kalırız? Yoksa bizim için bir pirinç megatron yapan bulunur mu?
Il-soon, “umudu bir kenara bırak” diyor, “ve içindeki gücü hisset!”.

I’m a cyborg, but that’s OK!
Yönetmen: Chan-wood-Park
Ülke: Güney Kore
Yıl: 2006

3 Ocak 2014 Cuma

“Her kitap ayrı bir dünyadır”

Sahafçı Çağlar Mutlu,  kitapların kendisi için özel bir yeri olduğunu söylüyor. Sahafçılık ve kitaplar üzerine konuştuğumuz Mutlu,  “Her kitap ayrı bir dünyadır, her insan da ayrı bir dünyadır. Ben kendimi klasiklerde buluyorum.” diyor.



Burak ERDAL

Yaklaşık 16 senedir sahafçılık mesleğini devam ettiren Çağlar Mutlu her insanın kendisini bulabileceği bir kitabın olduğunu dile getiriyor. Mutlu,” Günümüz toplumu piyasa kitaplarını talep ettiği için ister istemez bende toplumun talebine doğru kayıyorum. Ben de toplumcu oluyorum.” diyor.

Size göre sahafçılık nedir?
Kitap tozu içinde durup onları koklayarak, kendini bulmaktır. İnsanlarda kendimi bulamadığım için kendimi kitaplarda buluyorum.

Sizi sahafçılığa çeken etken nedir?
Beni bu işe çeken etken, ben ticareti çok seviyordum, hem de para kazanmak istiyordum. Çünkü ailemden para alamıyordum. Ve çalışmak istiyordum. Amcam da bu işi yapıyordu. Ben de amcamın yanında cumartesi ve pazar günleri okul tatillerinde bu işi yapmaya başladım.

Kitap sizce neyi ifade ediyor?
Kitap bilgiyi ifade eder, kültürü ifade eder, kendini açıklamayı ifade eder. Kitap zenginliktir. Bir ulus gibidir. Bence kitap, kendi içinde bir toplumdur.

İyi bir okuyucu nasıl olmalıdır? Türk toplumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce okuyan bir toplum muyuz?
İyi bir okuyucu seçici olmalıdır. Bence iyi bir okuyucu gözlerinden zekâ fışkıran bir okuyucudur. İyi bir okuyucudan bahsediyorsak eğer. Türk toplumu okuyan bir toplum değil. Okuyan bir toplum değil ama okuyan bir toplum. Ne okuduğunu bilmeyen ama okuyan bir toplum. Yani genelleme yaparsak eğer birilerinin reklamı, önerisi üzerine okuyan bir toplum. Birilerinin elinde görüp, onu merakı ve ben de okuyayım demesiyle başlayıp ama esasında ne okuduğunu bilmeyen okumak için okuyan bir toplumuz.

Kitabı sevdirmek için sahafçının bir görevi var mıdır? Okuyucu size bir kitap sorarsa kitabı nasıl anlatırsınız, kitabı nasıl tanıtırsınız?
Kitabı sevdirmek için sahafçının bir görevi yoktur.  Zaten kitabı seven, kitaba gelir. Öncelikle okuyucunun okumak istediği türü sorarım. Onun açıklamasından yola çıkarak, zengin bir çeşit sunumu yaparım. Buna göre kitap satışını yaparım. Okuyucunun kitapta kendisini bulmasına yardımcı olurum.

Bu işin zorlukları nelerdir?
İlk zamanlarda bu işin zorluklarını tattım. O da şu yüzden, insanların taleplerine yetersiz kaldığımdan. Çünkü işi tam olarak bilmiyordum. Amcamın yanında bu işi öğrendikten sonra bu yetersizliğin üzerine çıktım.  İstek ve azimle işimi severek yaptım ve yapıyorum. Bu sayede başarılı oldum.

Sizin okuduğunuz ve etkilendiğiniz yazarlar var mı? Günümüz kitaplarını okuyor musunuz?
Elbette ki var. Daha çok dünya klasiklerini okudum. Ama dünya klasiklerini artık okumuyorum. Çünkü artık günümüz kitapları reklam üzerine kitaplar veya oku, kaldır, at kitaplarıdır. Bunlar da benim ilgimi çekmeyen kitaplar.

2 Ocak 2014 Perşembe

Tek kişilik aşk


İbrahim Ozan YILMAZ

Aşkın tarifi konusunda çok düşündüm aslında, ama her zaman olumsuz şekilde yazılara döktüm bunu. Bana göre şu anda aşkın tarifi şuydu. He şunu da belirteyim belki de bir ay sonra bu yazıma güleceğim veya kendimi küçümseyeceğim, ama şu anlık durum böyle.

Güneş yine batışa geçti. Sanki bir daha çıkmayacakmış gibi. Bu her batıştan farklıydı. Her zamanki gibi penceremde güneşin batışını izlerken bu sefer güneş öyle bir battı ki aniden güm diye çakıldı. Hiç böyle bir günbatımı görmemiştim. Her yer o kadar ani şekilde karardı ki sanki güneş de bir şeylere kızgındı. O da artık her gün doğmaktan ve batmaktan sıkılmıştı. Her yer karardı, ışık tamamen gitti. İnsanların kötülükleri doğuyordu artık, güneş işini onlara devretti. Fakat farkında bile değildi işini kötü kişilerin yaptığının.

Bense tek başıma her zamanki gibi güneşin doğuşunu bekliyordum, o aniden batışından sonra. Korktum, nitekim beklediğim gibi de oldu her gün dışarı baktım. Küçücük bir umut vardı içimde taa ki güneş öyle aniden batana kadar. O batıştan sonra güneş daha hiç doğmadı, hem de hiç. Birkaç gün sonra arkadaşımı aradım “Güneş doğmuyor hep karanlık fark ettin mi?” Onun cevabı daha enteresandı: “Bir yanlışın var, burada da hiç güneş batmıyor, hep aydınlık” dedi. Nasıl olurdu bir tarafta hiç batmayacak bir tarafta ise hiç doğmayacaktı. Sonra anladım ki benim ışığımı birisi her zaman söndürmüş. Hep yok etmeye çalışmış tam yanacakken. Arkadaşımın ışığı da hep yanmış, tam sönecekken birisi ışık olmuş ona hep. Karanlığın içinde erimek daha kolay gelmeye başladı bir süre sonra bana. Çünkü uzun bir süre doğmayan güneşin daha da doğmayacağını düşünüyordum, nitekim doğmadı da. Hep karanlığa itildiğimi karanlıkta kalınca fark ettim hep. İşte bu yüzden de ışığımı hiç bulamadım, bulduğumu zannettiğim ışıklar beni bir önceki karanlıktan daha da karanlık bir yere attı. Şimdi “Neredesin” diye soracak olursanız o kadar çok karanlık bir yerdeyim ki böyle bir karartı görmemiştim daha önce. Görmüyorum artık karanlıktan. Önümden bir sürü ışık geçiyor, fakat o ışıklar beni daha da karartıyor. Bunu onlar da anlayamıyor... Evet, karanlıktan gülümsememi bile göremiyorum. Çok karanlık bir yere atılmış olmalıyım ki en ufak bir parıltı da göremiyorum.

İşte böyle şu anda aşk tarifim, aşkı anlatma durumum. Dediğim gibi, bir ay sonra belki bunu tekrar okuyunca güleceğim ve kendimle dalga geçeceğim