19 Eylül 2014 Cuma

"İlk çocuğumu 16 yaşımdayken aldım kucağıma"

Zafer DENİZ

Onlar gelecekleri söndürülmüş, ilkokul önlüğü yerine gelinlik giydirilmiş küçücük bedenlerdi. Ellerine kalem yerine süpürge, oyuncak bebek yerine kendi gerçek bebekleri tutuşturulmuş. Sözlerinin bir hükmü olmadığı için yıllarca seslerini duyuramayıp yaşadıklarını kaderleri olduğuna inanmak zorunda kalmışlar.
Daha ana kuzusuyken, yabancı bir adamın “namusu” olmaya zorlanmışlar. Minicik elleri annesinin elini tutmaya alışmışken, başka bir adamın ellerine zincirlenmişler. Dört duvar arasına hapsedilmiş hayalleriyle çocuk gelinler, çocuk kadınlar, çocuk anneler olmaya zorlanmışlar. Bir mal gibi alınıp satılmış, sırf kız çocuğu diye evlattan sayılmamışlar. Daha ufacıkken bazıları şiddet görmüş, bazıları uyuşturucuya alıştırılmış, bazıları ise fuhşa zorlanmış. Çoğu bu yolda yitip gitmiş. Ancak bazıları ayakta kalıp hayatlarını kurtarmayı başarabilmişler.

 “ Bunun adı cehalet değil caniliktir"
   L.S.(26), 12 yaşındayken, 28 yaşındaki bir adamla başlık parası karşılığında evlendirilmiş. Yıllarca kocası tarafından şiddete ve hakaretlere maruz kalmış. Kocası trafik kazası nedeniyle ölünce çocuklarını da alıp ailesinden kaçmış. L.S. yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“Daha 12 yaşındayken, yaşım büyütülüp ve okuldan alınıp evlendirildim. Yemek yapmam, evi temizlemem, kadınlık yapmam istendi. İlk seferimizde bana zorla sahip oldu. Sık sık beni parayla satın aldığını ve beni aileme geri gönderirse tekrar satılacağımı söyleyip dururdu. O yaştayken bunları nasıl kaldırabilirdim? Evden kaçtım, tekrar buldular. İntihara kalkıştım, olaya polis karışmasın diye hastaneye bile götürmediler. Çünkü polis işe karışırsa gerçek yaşım ortaya çıkıp kocamı tutuklayabilirlerdi. Kocamın ailesi istememiş hastaneye götürülmemi. İlk birkaç yıl çocuğumuz olmadı. Kısır mıyım acaba diye yediğim dayakları anlatmak bile istemiyorum. Sonunda hamile kaldım. Belki hamileyim artık dövmez diye umut ediyordum ama her umudum gibi bu da boş çıktı. Yediğim dayaklardan dolayı iki kez düşük yaptım. İlk çocuğumu 16 yaşımdayken aldım kucağıma. İşin içine çocuk girince her şey değişiyor. Suçu günahı olmayan, minicik bir yavru. Kaçıp gitmek istesem onu bırakamazdım. Bu yüzden iyice eve bağlandım. Kendi evladım olduğunda ailemden bir kez daha nefret ettim. Kendi çocuğumdan yola çıkarak bunların bana yapılmasına benim ailem nasıl müsaade etmişti aklım almıyor. Bunun adı cehalet değil bu başka bir şey. Adeta canilik. Anlatabilecek uygun bir kelime yok. Bunları sadece yaşayan bilir.”

“Evliliğe dair tek bildiğin şey: evcilik oyunu’’
     Daha 14 yaşındayken evlendirilen H.Ö. (29) ise sadece başka bir kurban. O da kocasının ölümünün ardından kaçarak kurtulanlardan. H.Ö.’nün daha çocukken kaçırılışını söyle anlatıyor:
“Daha 14 yaşındayken kaçırılarak evlendirildim. Yani kaçırdılar. Ben 14, kendisi 30 yaşındaydı. Daha önce üç defa evlenip boşanmıştı. Akraba sayılıyorduk uzaktan. Bu yüzden verilmeyeceğini düşünerek kaçırdı. Çocuksun hiçbir şeyden anlamıyorsun ki. Kendi evin gibi erkenden yatıp uyuyorsun, eve geldiğinde dayakla uyandırıyor, neden ben gelmeden yattın diye. Zile basar duyamazsın, sonuçta çocuk uykusu. Çocuksun o zamanlar uykun ağır oluyor. Uykunun bir anında sıçrayıp uyanıyorsun zile. Kapıyı açar açmaz tekme tokat dövmeye başlıyor neden geç açtın ne yapıyorsun içeride diye. Dışarıda başka kadınla kızla içer, evde acısını benden çıkarırdı. İlk zamanlarda kendini evcilik oyunu içerisinde zannediyorsun. Çünkü evliliğe dair tek bildiğin şey o. Diyorum ya daha çocuksun diye. Ama belirli bir zaman sonra aklın ermeye başlıyor fakat iş işten geçmiş oluyor çoktan. Artık hayata küsmüştüm. Sen geri zekalısın, sen safsın, sen anlamazsın diyordu hep. Bir zaman sonra düşünmeye başladım acaba gerçekten öyle miyim diye. Ben saf mıyım, ben salak mıyım hiçbir şeyden anlamıyor muyum diye. Çünkü evde, dışarıda yaptığım her şey ona göre hata. Okumak istedim o yıllarda ama kızlar okuyup da ne yapacakmış mantığı vardı okutmadılar. Şimdiki aklım olsa okurdum valla. Hiç evlenmezdim.”



Evlendirilen çocuklar eğitimsizlik- yoksulluk- bağımlılık döngüsünde

Erken yaşta evlilikler dünyanın her bölgesinde gözlenmekle birlikte özellikle az gelişmiş veya Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde çok daha yaygın ve yoğun olarak yaşanıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) 2009 yılında kurduğu Erken Yaşta Evlilikler ve Çocuk Gelinler Komisyonu’nun yayınladığı rapora göre, erken yaşta evliliğin gerekçeleri arasında sosyo - ekonomik yapı, gelenek, görenek ve dini inançların yanlış algısı, eğitimsizlik, aile içi şiddetten kaçmak, toplum baskısı ve kullanılan dil, tecavüze uğrayan kız çocuklarının tecavüzcüsüyle ya da başka birisiyle hemen evlendirilmesi, kaçma veya kaçırılma gibi durumlar yer alıyor. Raporda eğitim, erken yaşta evliliklerin hem sebebi hem de sonucu olarak gösteriliyor. TBMM raporuna göre Türkiye’de kadınların yüzde 20’sinin hâlâ okur-yazar olmaması Cumhuriyetin kuruluşunda kadına verilen hakların devlet tarafından hiçbir dönemde tam olarak uygulanmadığını gösteriyor. Birçok kültürde ebeveynler yatırımlarının boşa gideceğini düşündüklerinden, evlendikten sonra baba evini terk edecek olan kızlarının eğitimine yatırım yapmama eğilimine giriyorlar. Özellikle sosyo - ekonomik durumu düşük aileler, kızlarını okula göndermiyor veya gönderseler bile evlendirmek için okuldan alıyorlar.
Rapora göre, eğitim haklarından mahrum edilmiş olan çocuklar, üretime katılma yani bir meslek sahibi olma ve çalışma haklarından da yoksun bırakılıyor. Bu durum ise özellikle kızların ekonomik özgürlükleri olmadan eğitimsizlik, yoksulluk ve bağımlılık döngüsüne hapsedilmesine yol açıyor.
Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürlüğü’nden konuyla ilgili edinilen verilere göre, Mart 2009 itibariyle Türkiye’de 5 bin 356’sı erkek ve 5 bin 523’ü kız olan öğrenci, ilköğretime devam ediyor.  İlköğretime özürsüz şekilde 20 gün ve üstünde devamsızlık yapan öğrencilerin sayısı 92 bin 953 olarak belirtiliyor. Kayıtlara göre, devamsız öğrencilerin 58 bin 402’si kız, 34 bin 551’i ise erkek öğrencilerden oluşuyor. Erken evlilik ve nişanlanma sebebiyle devamsızlık gösteren toplam 693 öğrenciden ise 675’inin kız, 18’inin erkek öğrenci olması, kızlar aleyhine belirgin bir farklılığı ortaya koyuyor.

Türk Medeni Kanunu’nda 2012 yılında yapılan değişikliklerin ardından 4721/5237 sayılı kanunlar ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu arasındaki uyuşmazlıkların giderilmesiyle birlikte, 18 yaşından küçük çocukların rızası dahilinde bile olsa evlendirilmesi suç sayılıyor ve suçluların 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası almaları öngörülüyor. Yasal düzenlemelere karşın çocuk evlilikleri devam ediyor.

5 Eylül 2014 Cuma

Popüler Şeyler-1 Postmodern Düğün Fotoğrafları

Arzu YAMAN
Eski düğün fotoğraflarında sepyanın tonlarına yansıyan hüzünleri, kederleri, endişeleri ile gelin ve damatlar… Yaşamlarının değişmesindeki belirsizlikten duyulan korkunun objektife yansıyan yüzleri…Ya da mutluluklarını belli etmemeye çalışan insanların gözlerindeki umut pırıltıları…


Eskidendi çok eskiden…
Şimdi, gelin ve damadı içler acısı hale düşürme potansiyeli yüksek fotoğrafçıların fantezileriyle süslü dev albümleri dolduruyor düğün fotoğrafları.
Gelini bacağından kemençe gibi kavrayıp çalmaktan tutun yatak odasında zurna çalmaya kadar uzanan bir müzikal konseptten başlayıp, gelini melek yapan, olmadı üstüne çıkıp oturan damatlarla absürd görüntüler sunuyor bakanlara.
Parası olanlar için saraylar kasırlar arka planı oluşturuyor. Daha da çok parası olanlar nikah orada kıyılmasa da Roma, Paris, New York, Hong Kong ya da hangi kenti isterlerse oraya gidip düğün fotoğraflarına fon yapabiliyorlar.
Parası olmayanların imdadına ise dijital teknoloji yetişiyor.  Çekilen fotoğrafların arka planına Photoshop’la orman, deniz, şelale eklemek çok kolay. Olmadı, boyut değiştirme, çoğaltma, dekupe, bindirme ve dijitalin sonsuz açılımlara izin veren efektleri hizmete hazır.
Düğün günü…
Yıllarca beklenen ve neredeyse mutluluğun zirvesi diye yutturulmaya çalışılan o günün telaş, koşturmaca ve curcunayla geçmesi; bazen de kavga, gürültü ve kaprisle insanı canından bezdirmesine karşı koyma isteğinin somut kanıtları düğün fotoğrafları. Postmodern yaşamların sürrealist tanıkları. Sıradan yaşamları, çocukken inanılan peri masallarına çevirme isteğinin acınası araçları.

Eve gelen konukları, salon dekorasyonunda önemli bir yer tutan albümlerin içinde karşılayan ve onlara “Bakın ne kadar mutluyduk”, “Harika bir gündü”, “Dünyanın en harika çiftiydik” mesajları vermek için yarışan düğün fotoğrafları…
Birbirinden tuhaf pozisyonlara girmek için fotoğrafçının otoriter yönergelerine kayıtsız şartsız uyan ve bu durumdan zevk aldığından kuşkulanılan evlilik sözleşmesi tarafları. Gelin ve damat olarak adlandırılan bu taraflar, belki de magazin basınının tiraj kaygısıyla abarttığı ünlülerin düğün fotoğraflarına öykünmektedir. “Bizim neyimiz eksik onlardan, ünümüzden başka” özgüveniyle facebook’ta paylaşılmak üzere oluşturulan mizansenlerdir bu fotoğraflar.

Peki, olası bir boşanma durumunda ne gelir başına düğün fotoğraflarının?
Devasa boyutlu, ağır albümler kimde kalır? Kim sahip çıkar bir gaflet anında girişilen suç ortaklığına?