28 Kasım 2012 Çarşamba

Kadın hayatın üstesinden geliyor


Aile içi boşanmaların, şiddetin arttığı şu günlerde kadın, yalnız başına var olma mücadelesi veriyor. Onlar, büyük zorluklarla da olsa kendi ayakları üzerinde durmayı başaran üç kadın. Nene Hatun Kız Öğrenci Yurdunda temizlik görevlisi olarak çalışan Hacer Yeşil, Hatice Aksoy ve Hilal Durmuş kadınların meslek sahibi olmasının çok önemli olduğunu belirtiyorlar.

Melike KISA

Erkek şiddeti gören, cinsel istismara uğrayan ve eşinden boşanan kadın, kendi ayakları üzerinde hayatını devam ettirmeye çalışıyor. Bu kaderi yaşayan temizlik görevlileri Hacer Yeşil, Hatice Aksoy ve Hilal Durmuş kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan kadınlardan üçü…
Onlar metropol şehirde kadın olmanın zorluklarını anlatıyorlar.

Hayatta yanlış kararlar vermenin bedelinin çok ağır olduğunu dile getiren Hacer Yeşil, yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
 “Eşimle küçük yaşta görücü usulüyle evlendirildim. Yine küçük yaşta hamile kaldım ve çocuğum ile büyüdüm diyebilirim. Eşim bana sürekli şiddet uyguluyordu. Dayanamadım ve hukuk mücadelesine giriştim. Boşandım tabi. Ailemin evine sığınmak zorunda kaldım. Bir gün olsun çocuğunu arayıp sormadı. Bu çocuğun ihtiyaçları nasıl karşılanıyor demedi.”
 Ailesi ile birlikte kaldığını ifade eden Yeşil, “Annem çocuğuma baktığı için ben çalışıyorum. Yoksa ne yapardım bilmiyorum” diyor. Çalışma hayatının zor olduğunu ve özellikle kadınların kendi mesleğini ele almaları gerektiğini vurgulayan Yeşil, sözlerini şöyle sürdürüyor:

 “Bırakın çalışmasını, kadın olmak zor”
“Çalışma hayatı zordur, ancak kadın olduğunuz zaman daha da zordur. Kadın olunca çalıştığınız erkek arkadaşlarınız bile size farklı bakıyor. Şu anda çalıştığım yerde böyle sıkıntılarım olmuyor. Ancak daha önce çalıştığım yerlerde erkek arkadaşlarla çok sıkıntı yaşadım. Erkek çalışanlar kadınları sürekli meta olarak görüyor ve ona göre davranıyor. Bırakın kadının çalışmasını kadın olmanın kendisi zor. Bu yüzdendir ki kızların eğitim alması, meslek edinmesi çok önemli.”

İki çocuğu olduktan sonra eşinin kendisini boşadığını ve çocukların vekaletini almak zorunda kaldığını söyleyen Hatice Aksoy ise şunları anlatıyor:
“Çocuklarımı tek başına büyüttüm ve evlendirdim. Elli yaşındayım ve bu yaşıma kadar kendisini hiç görmedim. Ben kendisiyle boşandım, ancak çocuklarımın günahı neydi ki bir gün arayıp sormadı.”



“Kendimi çaresiz hissetiğim tek andı”
 Hatice Aksoy, “Tek başına olmak zor değil. Ancak çocukların varsa ve bu çocuklar sana muhtaç ise bu durum insanı kahrediyor. Çocukların diğer çocuklar gibi büyümüyor. Örneğin ben çalışarak ancak çocuklarımın karınlarını doyuruyordum. Bunun dışında herhangi bir aktivite ve ya da diğer aileler gibi onları gezdiremiyordum” diye sürdürüyor konuşmasını.

 “Küçükken çocuklara kaçamak cevaplar verip onları geçiştiriyordum” diyen   Aksoy, şöyle devam ediyor:
“Büyüdüklerinde böyle olmadı tabi. Mesela küçükken onlara komşuların verdiği kıyafetleri giydirirdim. Ama biraz büyüdüklerinde diğer çocuklar gibi olmak istediler. Onlar gibi giyinmek, onlar gibi harcamak. Oğluma bir defasında kıyafet giydirirken kızmaya başladı. ‘Ben başkalarının kıyafetlerini giymek  istemiyorum’ dedi. İşte o zaman bir anne olarak çaresiz olduğumu en derinden hissetiğim andı. Zorluklarla çocuklarımı büyüttüm. Şimdi çok iyi olmasak bile kendimize yeten ve mutlu bir aileyiz.”

Eşinden ayrılmış ve 5 yaşında bir çocuğu olan Hilal Durmuş ise “Sanki utanırcasına benim hikâyem buna benzer” diyor. Çalışma hayatına girdikten sonra kadınlara nasıl davranıldığını ve yine kadınlara hangi gözle bakıldığını daha iyi anladığını ifade eden Durmuş, sözlerini şöyle sürdürüyor:
 “Çalışmak bana kendine güvenmeyi, haklarını aramayı, mücadele etmeyi ve en önemlisi de zihinlerdeki erkek egemen anlayışın bir an önce yıkılması gerektiğini ifade ediyor.”  

23 Kasım 2012 Cuma

Hosta: Çocuk hakları önceliğimiz olmalı


UNICEF Türkiye Temsilciliği İletişim Bölümü Başkanı Sema Hosta, çocukların gelişiminde aileye, devlete ve medyaya önemli görevler düştüğünü belirterek, Türkiye’de eksiklere ve olumsuzluklara karşın son 10 yılda çocuk hakları konusunda önemli ilerlemeler kaydedildiğini söyledi.

Melike KISA/Nejla SAKINMAZ

UNICEF Türkiye Temsilciliği İletişim Bölümü Başkanı Sema Hosta, Türkiye’de bütün eksiklere ve olumsuzluklara karşın son 10 yılda çocuk hakları konusunda önemli ilerlemeler kaydedildiğini söyledi.
Çocuk haklarının kabulünün 23. yıldönümü nedeniyle Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde UNICEF Türkiye Temsilciliği İletişim Bölümü Başkanı Sema Hosta’nın konuşmacı olarak katıldığı “Çocuk Haklarının Neresindeyiz?” konulu söyleşi düzenlendi.

Söyleşide söz alan İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zakir Avşar, çocukların savaş, çatışma ve doğal afet gibi durumlarda riskli konumda olduklarının altını çizerek, “Çocuklara karşı duyarlılığı artırmanın herkesin ortak problemi olmasını sağlamamız gerekiyor” dedi. Medyada çocuklarla ilgili yer alan haberlerde üslup sorunlarına dikkat çeken Avşar, “Çocukların mağduriyetini ön plana çıkaran haberler medyada yer alıyor. Bu konuda haberlerin çok dikkatli yazılması gerekiyor. Suç işleyen çocuk yoktur, suça itilen çocuk vardır” diye konuştu. Avşar, çocukların ve ailelerin istismarına yol açmayacak reklamcılık anlayışının gelişmesi gerektiğinin altını çizerek, ailelerin bu konuda çok dikkatli olması gerektiğini belirtti. Öğrencilere seslenen Avşar, “İleride çocuklarınız olursa onlara karşı ilgili davranın, nasıl büyüdüklerini görün, size uzak ve kayıtsız büyümesinler” diye konuştu.

UNICEF Türkiye Temsilciliği İletişim Bölümü Başkanı Sema Hosta ise UNICEF’in çalışmalarını anlattı. Çocukların eğitiminin çok önemli olduğunu vurgulayan Hosta, “18 yaşın altına kadar herkes çocuk olarak kabul ediliyor. Bence 60 yaşına kadar herkes çocuk olmalı” dedi. Çocuklar, gençler ve kadınlar için çalışmalar yaptıklarını dile getiren Hosta, “Erkekler için neden çalışmadıklarımızı soruyorlar. Vakit buldukça onlar için de çalışıyoruz. Kadınları eğitmek çok daha önemli. Çünkü kadınları eğitmiş olursanız herkesi eğitmiş olursunuz” diye konuştu.

“Kızların eğitimi önemli”
Çocuk haklarının en önemli temsilcisinin UNICEF olduğunu vurgulayan Hosta, bu konuda gerekli çalışmaları yaptıklarını söyledi. Hosta, UNICEF’in çalışmalarının çocuklar, gençler ve kadınlara yönelik olduğunu belirterek, çalışma önceliklerinin çocuk hakları, kızların eğitimi, erken çocukluk gelişimi, HIV/AIDS’e karşı savaşma, çocuk koruma ve bağışıklama olduğunu ifade etti.

Sema Hosta, “Kızların eğitimi önemli. Kızların eğitimi üzerinde çalışmalarımızı yapıyoruz. Çünkü kızları yetiştirmek ülkenin gelecekteki refahında önemlidir” dedi. UNICEF’in nasıl çalıştığını anlatan Sema Hosta, ülkelerin önceliklerine göre beşer yıllık programlar belirlediklerini bildirdi. Çocukları şiddet ve istismardan korumanın çok önemli olduğunu söyleyen Hosta, şiddetin her zaman ortaya çıkan bir olgu olduğunu ve bu olgu ile herkesin mücadele etmesi gerektiğini belirtti.


“Çocukların ihtiyaçları farklı”
Çocuk haklarının neden insan haklarından ayrı olarak ele alınması gerektiğini anlatan Hosta, çocukların korunmasız olduklarını ve kendilerini etkileyecek gelişmelere doğrudan katılma olanaklarının bulunmadığını söyledi. Hosta, “Çocuklar da insan ama onların ihtiyaçları farklı. Çocuklar daha doğrusu yeni doğan bebekler hayata bağımlı bireyler olarak katılıyorlar. İhmale çok açık oluyorlar. Bu nedenle her şey size bakıyor” diye konuştu. Çocukların gelişiminde ilk sorumlunun aile olduğunu belirten Hosta, daha sonra devlete, özellikle de medyaya önemli bir görev düştüğünü ifade etti.

Türkiye’de bir buçuk milyon çocuğun kayıt dışı olduğunu anlatan Hosta, bu konuda da yine kadınların eğitiminin önemli olduğunu dile getirerek, “Kadınları eğitirsek gidip birisinin ikinci, üçüncü eşi olmazlar. Çocuklarını mutlaka nüfusa kaydettirirler” dedi. Sema Hosta, Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12., 13. ve 17. Maddelerinin çok önemli olduğunu belirterek, Türkiye’de eksikliklerin ve olumsuzlukların olmasına karşın son 10 yılda çocuk hakları konusunda önemli yol kat edildiğini söyledi.

16 Kasım 2012 Cuma

Doğalgaz zamları sobaya talebi artırdı


Nejla SAKINMAZ

Kışın en büyük sorunlarından birisi hiç kuşkusuz ısınma. Doğalgaza gelen zamlar nedeniyle vatandaşların başvurduğu çarelerden birisi de sobaya geri dönmek. Soba satışları ile ilgili olarak Ulus’taki sobacılar çarşısında yaklaşık 85 yıllık Bahar Soba’nın sahibi Serdar Yapıcıoğlu ile söyleşi yaptık.

Kaç yıldır Bahar Soba’da çalışıyorsunuz?
Ben 6 yıldır burada çalışıyorum. Memurdum emekli olduktan sonra dükkanın başına geçtim. Fakat daha öncesinde de boş zamanlarımda anneanneme yardım amaçlı burada çalışıyordum.

Dükkan size anneannenizden mi kaldı?
Evet. Anneannemin hikayesini anlatayım size, 1940’lı yıllarda çok genç yaşta üç çocukla dul kalınca tulumu giyip dükkanın başına geçiyor. Üç çocuğunu büyütüp okutuyor bu dükkan sayesinde. Çalışamaz duruma gelene kadar da burada çalıştı. Anneannemden sonra akrabalar burayı işletti. Emekli olunca da ben çalışmaya başladım. Yaklaşık 85 yıllık tarihi var bu dükkanın.

Doğalgaza yapılan zamlar soba satışlarını artırdı mı?
Özellikle son üç yıldır bir eskiye dönüş var. Müşteriler benim için bir anket oluyor. Soba satın alanların üç de ikisi kalorifer olmasına rağmen soba satın alıyor. Ankara’da gecekonduların yıkılıp toplu yaşama geçilmesine rağmen bana göre soba satışlarında son üç yıldır özellikle de bu sene patlama var. Bunda mutlaka doğalgaza yapılan zamların etkisi olduğunu düşünüyorum. 

Satışların en yoğun olduğu dönem ne zaman?
Soba satışları olarak en yoğun dönem eylül, ekim,  kasım ve aralık. Yazın mangal satışları fazla oluyor. Yani mevsime göre satılan malzeme değişiyor.

Ne tür sobalar tercih ediliyor?
En çok kuzine yani fırınlı sobalar tercih ediliyor, çünkü fırınında kestane patlatabilirsin, patates közleyebilirsin çok amaçlı kullanılabilir yani.

Müşteri profiliniz nedir?
Net bir şey söylemek mümkün olmamakla birlikte Sancaktepe, Ufuktepe, Şafaktepe, Mamak, Boğaziçi ve kazalardan daha çok müşterim var. Bizim müşterimiz çok çeşitlidir yoğunluk olarak dediğim kesimlerdir, ama bize Ümitköyden de gelirler. Müşteri villa sahibidir fakat nostalji yaşamak ya da dekoratif amaçlı soba satın alır. Çiflik evi vardır alır.

Soba fiyatları ne kadar?
Kuzine sobalar 150 - 350, yuvarlak ve köşeli sobalar 80 – 200, banyo sobaları da 40 – 70 TL arasında değişiyor.

Sobalar hangi şehirlerde üretiliyor?
Eskişehir, Bursa ve Kayseri Türkiye’nin soba ihtiyacını karşılayan illerdir.            

13 Kasım 2012 Salı

Değişen şartlarda yerelde matbaa sektörü


Melisa SEVEDİOĞULLARI
Yüzyıllardır küçük penceremizden bize büyük dünyayı gösteren gazeteler, dergiler, broşürler vs. gelişen teknoloji ile yavaş yavaş yok oluyor. Değişen şartlar karşısında direnen matbaa ve matbaacılık sektörünü daha yakından tanımak için, yıllarını bu sektöre vermiş, tam anlamıyla çekirdekten yetişmiş bir matbaacı olan Gökhan Azar'la geçmişle günümüzü kıyaslayacak, sektörün sorunlarına değinecek kısa bir söyleşi yaptık.

Kısaca kendinizi anlatır mısınız?
1980 Bursa Doğumluyum. 1989 yılından beri Mudanya'da yaşıyorum. İlk ve ortaokulu Mudanya'da bitirdim, liseyi açıktan okudum. 1992 yılından beri de matbaa sektöründe çalışıyorum.
Bu işe nasıl başladınız?
İlkokulu bitirdikten sonra, babamın yanında garsonluk yapmaya başlamıştım. Bu sırada lokantanın müdavimlerinden olan Dündar Parmaksızoğlu benim çalışmamı beğenip babama gidiyor ve “Bu çocuğu burada köreltme Hayrullah usta! Gelsin bizimle çalışsın” diyor. Babam kendisine olan saygısından istemeyerek de olsa bu duruma “evet” diyor.  Ben de 1992 yılının mart ayında Mudanya Ofset'te o zamanki ismiyle Mudanya’nın Sesi Gazetesi ve Matbaası’nda işe başlıyorum.
Bu meslek için gerekli yetenekler nelerdir?
Bizim meslekte de her meslekte olduğu gibi gereken en önemli şey meraktır. Merak ederseniz öğrenebilirsiniz. Bunun dışında iyi bir gözlemci olmak gerek. Ayrıca sabırlı olmak da altın kurallardan biridir.
Mesleğinizde başınıza ilginç olaylar geldi mi?
Hem de çok, unutamadıklarımdan birini kısaca anlatayım; 1998 yılıydı sanırım, Kapıdan içeri bir müşteri girdi, elinde çantası, çantadan kağıtlar parçalar halinde dışarı sarkmış, enteresan bir görüntüsü var. Kısa bir selamlaşmadan sonra başladı anlatmaya. Kendisinin At bahislerinde her zaman kazandıran bazı formüller bulduğunu, bu formüllerle kaybetmenin mümkün olmadığını, bildiklerini bir kitapçık yapıp herkese dağıtmak istediğini anlattı. Adamdaki ikna yeteneğine bakın ki biz herhangi bir kaparo da almadan kitapçığın hazırlıklarına başladık. Geceli gündüzlü ben at isimleri karşılarına da formülleri yazıyordum. Atlarla kafayı yemek üzereyken kitapçığı bastık teslim ettik adam da bizi dolandırdı gitti. O gün bugün atlardan uzak dururum.
Gazete basıyor musunuz?
Mudanya Ofset olarak 1976 - 2006 yılları arasında Mudanya’nın Sesi Gazetesi'ni hazırlanması basımı ve ücretsiz dağıtımını yaptık.
Neden ücretsiz?
Yıllarca Mudanya’nın ilk ve tek gazetesi olarak haberi ilk elden Mudanyalılara ulaştırmaya çalıştık. Mudanya'nın sesi olduk. Yaptığımız işin para olarak karşılığını hiçbir zaman düşünmedik. Küçük yerleşim yerlerinde gazete satışıyla ayakta kalmanız mümkün değildir. Biz matbaadan kazandıklarımızı gazeteye aktararak 2006 yılına kadar direnebildik. Gelişen ve değişen koşullar artan hammadde fiyatlarına daha fazla dayanamayarak 2006 yılında gazetenin isim hakkını devretmek zorunda kaldık.
Günümüzde sosyal medya yaygınlaştı. Bu durum işlerinizi nasıl etkiliyor?
Sosyal medya habere ulaşmayı çok kolaylaştırdı. Yakın bir gelecekte basılı olarak çıkan gazetelerin yayından kalkacağını söyleyebiliriz. Bu da matbaa makinalarına olan ihtiyacı azaltacak. Dijital ortamın etkileyeceği en büyük kesim matbaa çalışanları olacak diyebiliriz. Kağıda olan ihtiyaç azaldıkça bizim de işlerimiz azalacaktır. Matbaa sektöründe dijital ortamdan etkilenmeyecek tek kesim ambalaj sektörü olacaktır diye düşünüyorum.
Başladığınız günden bu yana neler değişti?
İşe ilk başladığımda matbaamızda iki tane dizgi makinesi vardı Biri Entertype markaydı diğer daha eski bir marka Linotype. Bunun yanında Frenkental makinalarının benzeri olan ismini tam hatırlayamıyorum ama Brüksellers gibi bir ismi olan sallama bir makine, yine bunun yanında kartvizit ve davetiye basımı için kullandığımız İstanbul yapımı el pedalı ve el pedalından biraz daha büyük ebatta motorlu bir sallama baskı makinemiz ve grafopres marka bir maşalı makinemiz ve harflerin bulunduğu kavaletler vardı. Gazetenin makaleleri dizgi makinalarında kurşun satırlar halinde dökülürken sayfanın başlıkları ve spotlarını da kavaletlerden tek tek kumpasa dizerek oluştururduk. Dizgi makineleri arıza yaparsa gazetenin tümü kumpaslarla dizilir kavaletlerde harf kalmadığı zaman gazetenin yarısı basılır, harfler kavaletlere dağıtılır sonra gazetenin diğer yarısı dizilir ve basılırdır.
Gazete de kullandığımız fotoğraf ve çizimler klişe olarak Bursa'da klişehanelerde hazırlatılır baskıya yetiştirilirdi. O zamanın şartlarında bir devlet büyüğünün bir veya iki fotoğrafı klişe halinde saklanır farklı sayılarda hep bu iki resim değiştirilerek kullanılırdı. 1993 yılında bilgisayara geçtik ve ilk Gestetner marka ofset baskı makinemizi aldık.
Zamanla tamamen bilgisayarlı sisteme adapte olduk. Adaptasyon sürecinde yaşadığımız küçük bir anımı da sizinle paylaşmak istiyorum, Patronumuz Dündar Parmaksızoğlu, ben bilgisayarda çalışırken yanıma geldi gazeteyle ilgili yazıları yazıyoruz, “Evladım; bunun içinde kaç tane harf var çıktı, aldıktan sonra bunları nasıl dağıtıyorsunuz kasalarına” derdi. İçinde bulunan yazı tipi çeşitliliğine şaşkınlığını hiçbir zaman gizlemezdi.
Daha sonra elimizdeki tarihi eser niteliğinde olan makinelerin bazılarını Bursa Basın Müzesi'ne bağışladık. Makinelerimizin burada gelecek nesiller tarafından görülebilecek olması bizim için büyük mutluluk. Şimdi ise dijital habere, fotoğrafa veya bir grafiğe ulaşmak sadece size bir ekran kadar uzak. Oturduğunuz yerden saydığım tüm bu işleri bir tek kişi ile yapabiliyorsunuz.
Son olarak sizden sonra bu işi yapmak isteyenlere neler söylemek istersiniz.
Matbaacılık çok zevkli ve saygın bir meslek. Bu işi yaptığım için her zaman kendimle gurur duydum. Bu mesleği seçecek arkadaşlara en büyük tavsiyem mutlaka matbaacılıkla ilgili meslek okullarında okusunlar. Matbaa işinde sevgi ve terinizi işe katmazsanız ortaya güzel şeyler çıkarmanız mümkün olmuyor.

8 Kasım 2012 Perşembe

Kış Aylarında Nasıl Beslenmeliyiz?


Melis SEÇKİN
Ankara Numune Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü diyetisyeni Serap Kalkır  kış aylarında bağışıklık sistemimizi güçlendirmek için vitamin ve mineral açısından yeterli beslenilmesi gerektiğini belirtti.
Kalkır, yaz aylarında sıvı kaybının fazla olduğunu ve daha çok sıvı tüketildiği için besinlerin sindiriminin kolay olduğunu söyledi.  Kış aylarında, soğuk havalar nedeniyle, enerji kaybının fazla olduğunun altını çizen Kalkır, enerji ihtiyacı arttığı ve aktivite azaldığı için kilo alımının yaz aylarına göre kolaylaştığını dile getirdi.
Kalkır, az ve sık beslenerek metabolizmayı hızlandırmak gerektiğinin ve mümkün olduğu kadar egzersiz yapmak gerektiğinin altını çizdi. Soğuk havalarda enerji harcama azaldığından ağır hamur tatlılarından kaçınılmasını gerektiğini ifade eden Kalkır, tatlı ihtiyacını sütlü tatlılardan karşılamanın daha doğru olduğunu anlattı.
Yeterli ve dengeli beslenmenin öneminin hatırlatan Kalkır, “Kış aylarında yeşil yapraklı sebzelere ağırlık vermek gerekir. Kuru baklagiller, fındık, badem, ceviz içi gibi besinleri yeterince tüketmek gerekir. Günde 300-500 gram süt-yoğurt grubu besin almak kemik yoğunluğunu korumak ve kalp-damar sağlığı için çok yararlıdır. Tahıllı yiyeceklerin beslenmemizdeki önemi unutulmamalıdır. Haftada 2 gün tavuk ya da hindi eti, 2 gün kırmızı et, 1 gün balık eti, geri kalan günlerde kuru baklagiller kesinlikle tüketilmelidir’’ dedi.
Savunma sistemini güçlendirici özelliği olan C vitamini ihtiyacını kuşburnu, turunçgiller, koyu yeşil yapraklı sebzelerden ve meyvelerden karşılamak gerektiğini dile getiren Kalkır, C vitaminin kış aylarında vücudu hastalıklara karşı koruyacağını belirtti.
Kalkır, yumurta tüketildiğinde yanında taze sıkılmış bir meyve suyu tüketilmesi, çayın yemeklerden 2 saat sonra içilmesi, bitki çaylarının günde bir bardaktan fazla içilmemesi önerisinde bulundu.

7 Kasım 2012 Çarşamba

İçimizden Biri


Ayşegül ÖMÜR

Parklar... Betona boğulmuş semtlerin, otobana çevrilmiş bulvarların, kalabalık trafiğin, yoğun iş hayatının üzerimizde yarattığı stresten kurtulduğumuz parklar… Nefes aldığımız, yeşile doyduğumuz, spor yaptığımız, çocuklarımızı gezdirdiğimiz, bizi rahatlatan, yeniden canlandıran, içinde kuşları, kedileri, börtü-böceği barındıran açık alanlar... Hiç düşündünüz mü parkların güvenliğini, çiçeklerinin ağaçlarının bakımını, sulanmasını yapanların, onları tozu yeni alınmış ev gibi temiz tutanların kim olduğunu, nasıl biri olduğunu, nerde, nasıl yaşadığını, nelerden yakındığını?
İşte onlardan biri:
Merhaba, Mehmet Çavuş.  Üstündeki kıyafetin bana jandarmayı hatırlattığı için Çavuş diyorum. Ben seni Parktan tanıyorum, ama şimdi bu söyleşiyi okuyanlar için senin bize kendini tanıtmanı rica ediyorum.  Adını, soyadını ve burada ne iş yaptığını öğrenerek başlayalım söyleşimize.
Merhaba. Adım Mehmet Erdoğmuş.  Yenimahalle Belediyesinin Ümitköy Meksika Caddesindeki Kutlutaş Kardeşlik Parkı’nın bekçisiyim.
Kaç yaşındasın Mehmet Çavuş?
1964 Doğumluyum,  48 yaşındayım.
Nerelisin?
Nevşehir, Hacıbektaş’lıyım .
Ne kadar zamandır Ankara’dasın?
1990’da göçtüm Ankara’ya.
Nerede oturuyorsun? İşine nasıl gelip gidiyorsun?
Etlik, Sancaktepe Mahallesinde oturuyorum. İşime iki otobüs değiştirerek gelip gidiyorum. Bazen dönüşte Belediyenin servisi GİMAT-Ostim’e kadar bırakır, devamını oradan otobüsle giderim.
Uzakmış, kolay olmuyordur her gün o kadar yoldan gelip gitmek. Çalışma saatlerin nasıl? Haftanın kaç günü çalışıyorsun Parkta?

Sabah 8 - akşam 5 arası, haftada 6 gün çalışır, 1 gün izin yaparım.
Yıllık iznin kaç gün?
Yılda 12 gün. Bayram günlerine ait izin kullanabiliyoruz, ayrıca 12 gün de yıllık iznimiz var.
Evli misin? Çocukların var mı, kaç tane?
Evet evliyim. Üç çocuğum var. İkisi kız, biri 14 diğeri 13 yaşında, biri oğlan, 9 yaşında.
Okuyorlar mı?
Evet, kızlar ortaokulda, oğlan da ilkokul 4. Sınıfta.
Karın çalışıyor mu, ne iş yapıyor?
Yok abla, karım ev kadını çalışmıyor. Çocuklarla, evin işleriyle meşgul.
Tek maaşla beş kişilik aileyi geçindirmek zor olmuyor mu? Yakınlarından herhangi bir destek görüyor musun?
Zor olmasına zor oluyor da, ayağımızı yorganımıza göre uzatıyoruz. Aldığım para kıtı kıtına yetiyor. Çocukların masrafı, mutfak masrafı epeyce tutuyor. Çok darda kalırsak babamlar destek oluyor. Ayrıca erzak ihtiyacımıza da babamlar yardımcı oluyor. Onların desteği bizim için çok büyük nimet.
Baban ne işle meşgul?
Babam bağkur emeklisi, eski tüccar. Nevşehir’de esnaftı.
Oturduğunuz ev kendinizin mi, kira mı?
Kendi evimiz çok şükür. Borcunu da bitirdim.
Gözün aydın! Sağlıkla, güle güle oturun.
Sağolasın, teşekkür ederim.
Mehmet Çavuş, park bekçisi olarak başka neler yapıyorsun? Ben seni burada çiçek sularken, yerleri süpürürken görüyorum.
Görev ünvanım park bekçisi olarak geçiyor, ama parkın güvenliğinin yanısıra, temizliği, çiçeklerin bakımı, sulanması gibi her türlü işinden de sorumluyum.
Ne kadar zamandır bu iştesin?  Bununla ilgili bir eğitim, kurs aldın mı?
Ben ortaokul mezunuyum. Bu işi 8 aydır yapıyorum. İşe başlamadan önce Belediyenin Park Bahçeler Müdürlüğü’nün bahçecilik kursunu bitirdim, sertifikam var. Daha önce de 10 yıl bir araba firmasında güvenlik görevlisi olarak çalışmıştım. O zaman da güvenlikle ilgili kurs görmüş ve sertifika almıştım.
Yenimahalle Belediyesinin kadrolu elemanı mısın?
Hayır Belediyede kadrolu değilim. Belediyenin taşeron şirketi olan GİNTEM A.Ş.’nin sözleşmeli elemanıyım.
GİNTEM’in adını duymuştum. Belediyelere çevre temizliği konusunda hizmet veren ve aslında entegre katı atık yönetimi yapan bir şirketti, değil mi?
Evet öyle.
Park demek açık hava demek. Yaz, kış, sıcak, soğuk, yağmur, kar demek. Bu şartlarda açık havada çalışmak nasıl, zor değil mi?
Zor olmaz mı? İyi havalarda değilse bile kötü havalarda zor oluyor. Parkta küçük bir bekçi kulübesi var. İçinde soğuk havalarda ısınmak için elektrikli ısıtıcısı var. Soğukta üşüyünce zaman zaman kulübeye girip ısınır, sonra işime devam ederim. Sıcak havalarda daha kolay tabii. Açık havada çalışmayı ve işimi sevdiğim için fazla zor gelmez bana.
Bu iş için uygun kıyafeti kendin mi alıyorsun, işyerin mi sağlıyor?
Belediye kışlık mont, bot gibi kıyafetleri temin ediyor.
Sosyal güvencen var mı?
Evet, sigortalıyım. Emekliliğime 5 yıl var.
Parkın içinde yürüyüş yolu, spor aletleri, oturma alanları ve çocuk bahçeleri var. Çok gelen oluyor mu? İnsanlarla ilişkilerin nasıl?
Parkı her gün senin gibi spor için gelenler, oturmaya gelenler, çocuklarını oynamaya getirenler, köpeklerini gezdirenler olarak epeyce insan ziyaret eder. Çoğunu tanırım, selamlaşır hal hatır sorarız birbirimize. Bazılarıyla güncel konulardan, memleket meselelerinden,  hayatın zorluklarından ayaküstü sohbetlerimiz olur. Genellikle kibar, düzgün, eğitimli insanlardır buraya gelen mahalle sakinleri.
Şikayetçi olduğun bir şey var mı? Genel olarak çevreyi koruyor, temiz tutuyor mu gelenler?
Parkın müdavimi olan mahalle sakinleri çevreye çok dikkatli. Benim şikayetim, bazı köpek gezdirenlerden. Bazısı köpeklerinin tasmasını açıp serbest bırakıyor, kimi insan- çocuk köpekten korkuyor, onlar bana şikayet ediyor, söyle de köpeklerini başıboş bırakmasınlar diye. Ya da köpekleri etrafa pisliyor, aldırış etmiyorlar. Oysa parkımızda levha var, köpeklerinizin tuvaletini parkta yaptırmayın diye, ama buna dikkat etmeyenler var.  Bizim bir de “çimlere basınız” diye levhamız var. O zaman ne olur? İnsanlar çimlere  bastımıydı köpek pisliği bulaşabilir ayağına.
Mehmet Çavuş, ben de parktaki kedileri beslemeye giderken bir keresinde basmıştım çimlerin arasındaki köpek pisliğine... Köpek sahipleri daha duyarlı olmalı. Bazısı ne güzel eldivenini takıp anında topluyor hayvanının pisliğini. Keşke hepsi öyle olsa, değil mi?
Keşke. Çekirdek çitleyip kabuğunu yere atanlar var, onlar da ayrı kirletici. Hava iyiyse çocuk bakıcısı kadınlar çocuklarla parka gelirler, hepsi bir yerde toplaşıp lafa dalarlar,  bu arada çocuklar bazen etrafa dağılır, kimi çiçekleri yolar, kimi elindeki yiyecekleri kağıt mendilleri yerlere atar, kimi spor aletlerinin civarına gider. Bir de bunlar kirletir parkı. Spor yapanlar da çocuklar etraflarına doluşunca tedirgin olur ya aletler çarparsa diye. O zaman da onlar şikayet ederler söyleyin de bu çocukları buralara başıboş bırakmasınlar diye. İşte kimse rahatsız olmasın diye bütün bu insanları kollayıp gerektiğinde usulünce uyarmaya çalışırım.
Bu görevinde karşılaştığın ilginç bir olay oldu mu?
Evet. Okulların açıldığı hafta bir gün üç liseli genç parktaki kameriyede oturuyor, müzik dinleyip meyva suyu içiyorlardı. Bir iki saat sonra bunlarda birden bir telaştır, koşuşturmadır başladı. Ben ve parktaki birkaç kişi hemen yanlarına gittik ki, içlerinden biri bayılmış yerde yatıyordu. Ne olduğunu sorunca fazla alkol aldığı için fenalaştığını söylediler. Meğerse meyva suyuna votka katıp da içmişler! Hemen polise ve sağlık merkezine haber verdik. Ambulans geldi baygın genci acile, polis de diğer iki arkadaşını karakola götürdüler. Çocuk alkol komasına girmiş. Bu olaya çok üzüldüm. Benim de çocuklarım var. Böyle bir şeyin başlarına gelmesini hiç istemem. Anaları babaları duyunca ne diyecek, ne yapacak, onlar çocuklarını okula yollamışlar, bir şeyden haberleri yok diye düşündüm. Gençler tecrübesiz, içki içmeye özeniyorlar ama alkolün zararlarını da bilmeleri lazım. Bu olayı hiç unutmayacağım.
Son bir sorum daha var. Gelecekle ilgili beklentilerin neler?
Emekliliğimi hak etmek, çocuklarımın yüksek okullarda okuması, birer meslek edinmesi ve onların iyi, dürüst, aydın kişiler olarak yetiştiğini görmek. Emekli olunca tekrar Hacıbektaş’a dönüp yerleşmek ve orada esnaflık yapmak hayalim var.
Mehmet Çavuş, hayallerinin gerçekleşmesini dilerim. Bana vakit ayırdığın için çok teşekkür ederim.
Rica ederim, ben de teşekkür ederim. İyi günler.

Büyük küçük hepimizin yararlandığı parklarımızın, çevremizin hep temiz ve bakımlı olması için, herşeyi görevlilerden beklemeyip bizler de bazı önlemler alsak daha iyi olmaz mı?


5 Kasım 2012 Pazartesi

Sanal alemi gerçeğe dönüştürdüler


Nimet PAMUKÇUOĞLU

Çocukları ile ilgili konuları paylaşmak amacıyla 2003’te kurulan Ankaralı Anneler Grubu (http://groups.yahoo.com/group/Ankaradakianneler/) kendi çocuklarının dışında sevgiye, ilgiye ve maddi desteğe ihtiyaç duyan diğer çocukları ve ailelerini de düşünüyor. 
Ankaralı Anneler Grubunun üyeleri, önceleri sanal alemde başlayan dostluklarını ve paylaşımlarını, Yeni yıl, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramı  gibi özel günlerde düzenledikleri Anne ve Çocuk Balolarında bir araya gelerek  gerçeğe çevirdiler. 

Grubun kurucu üyesi Gökçen Kılıç (Uzman) Terspiramit ekibinin sorularını yanıtladı;
Böyle bir grup kurmak nereden aklınıza geldi?
Oğlum doğduğunda onunla ilgili sorular sorabileceğim, danışabileceğim, konuşabileceğim hiç kimse yoktu etrafımda. Daha doğrusu vardı ama herkes sanki bir şeyleri geçiştiriyordu. Bir yerlerde benim gibi arayış içinde olan, çocuğuyla kafayı bozmuş anneler mutlaka vardır diye düşünürken internette tesadüfen anneler grubunu buldum. Orada tüm Türkiye'den bir grup anne ile yazıştık. Bir süre sonra biz Ankaralı Anneler,  grup genelini çok meşgul ettiğimizden dolayı uyarı aldık. Bunun üzerine de Ankaralı Anneler Grubu olarak ayrı bir grup kurmaya karar verdim ve benim gibi annelerle birlikte olmaktan çok mutluluk duydum.
Şu anda grubunuzda kaç üye var?
İlk önceleri aramızda tam olarak ne konuşacağımızı veya ne paylaşacağımızı bilemez 3-5 kişi iken bugün sayımız 450'yi geçti. Gerçekten bir aile olduk. Herkes birbirinin iyi gününde, kötü gününde yanında dertlerini-sevinçlerini tüm samimiyetiyle paylaşıyor. Çocuklarımız büyüdüğünde “ben senin bebekliğini bilirim” diyebileceğimiz kadar birbirimize yakınız.
Yardım çalışmalarınız nasıl başladı ve kimlere ne gibi yardımlarda bulunuyorsunuz?
Çocuklarımız büyüyüp de elimizde kıyafet, oyuncak birikmeye başlayınca bunları en iyi şekilde nasıl değerlendirebiliriz diye düşünmeye başladık. Üye annelerimizin hepsi çeşitli kurumlarda çalışıyor ve belirli bir bütçeye sahipler. Fakat ufak bir katkı ile inanılmaz sonuçlar elde edebiliyoruz. Kullanılmış ama iyi durumdaki kıyafetlerimizi, oyuncaklarımızı hastanelerdeki ihtiyaç sahibi ailelerimize ellerimizle dağıtıyoruz. Topladığımız nakit paraları hastane yönetiminin yönlendirdiği kişilere veriyoruz.        
Yalnızca hastaneler değil çocuk yuvalarındaki ve sevgi evlerindeki kimsesiz çocuklarımız da bu ilgiden nasibini alıyor. Elimizden geldiğince ve zamanımız el verdiğince buradaki çocuklarımızla da ilgilenmeye çalışıyoruz. 23 Nisan Çocuk Bayramında partiler düzenliyor,  hediyeler veriyoruz.
Teşekküre, takdire veya reklama ihtiyacımız yok. Yardımlarımızın bize tattırdığı manevi hazla gençleşiyoruz diyebilirim.

Grup üyeleri,  nasıl üye olduklarını şöyle anlatıyorlar:

Zeynep Yağız (36), Dış Ticaret Uzmanı: Bu güzel annelerle tanışmam, oğlum sayesinde oldu...ilkokula başlayan oğlum ANKAN annelerinden  ikisinin oğluyla aynı sınıfta olunca kaynaşmak zaman almadı.
Sevgili kurucumuz, Gökçenimiz ve organizasyonların yıldızı Özlemciğim ile çok sıcak bir tanışmadan sonra, "bizim bir grubumuz var... Ankaralı Anneler... sen de mutlaka bizimle olmalısın" çağrısına kayıtsız kalmam imkansızdı.
Karşılıksız bir araya gelen, sadece yardım ve destek için çalışan bu muhteşem annelerin arasında olmaktan gurur duyuyorum...
Burçin Üstün Kılıç (34), Bilgisayar Programcısı : Böyle bir grup olduğunu bir arkadaşımdan duydum ve  üye oldum. Aynı zamanda aralarında olmaktan çok mutluyum.
Sevgim Toprak (36), Mimar : Ankaralı Anneler Grubu ile oğlum doğduktan kısa bir süre sonra,  “ne yedirmeliyim? Hangi doktora götürmeliyim?” gibi sorularıma cevap ararken tanıştım.  Grubun kurulduğu ilk yıllardan bu yana arkadaşlarla birlikteyim. Birçok etkinliğe katıldım.
Songül Bilge (39), Yönetici:  İşyerinde oda arkadaşımın anlatımları ve paylaşımlarından etkilenerek “bende orada olmalıyım” dedim ve üye oldum.  Grubumu, paylaşımlarımızı seviyorum. 

2 Kasım 2012 Cuma

100 YILLIK BİR YAŞAM


Sabiha KOÇ

Takvim yaprakları düşerken zamanın girdabına her gün bir adım daha yaklaşıyoruz beklenen sona. O son bazen beklenmedik bir anda gelirken, bazen beklesen de gelmiyor. Ortalama yaşam süresinin yetmiş olduğu bir dünyada, yüz yaşına kadar yaşayabilmiş bir insan. 1900’lerin ilk çeyreğine dayanıyor doğum tarihi Ayşe Koç’un. Okuma yazma öğrenememiş o zamanın şartlarında. Bir zamanlar insanlar radyodaki sesin sahibini hayal bile edemezken, biz teknolojinin uç noktalarında yaşıyoruz. Bugün eski zamanların tanığına sorduk.



Merhaba, bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Adım Ayşe Koç. 100 yaşıma geldim. Hiç rahatsızlığım yok. Okuma yazma bilmem kızım. Guccular (Ankara’nın Güdül ilçesinin kuşçular köyü)  köyüne gelmiş babam, orda doğduk büyüdük.

Bir gününüzü anlatır mısınız?
Akşama kadar televizyon açık, ben de seyrederim. Ama ne anlatırlar anlamam. Yorulmazlar mıy ki her gün her gün.

Kaç yaşında evlendiniz?
15 yaşında vardım. Askere giderken nişan taktılar. Bana göz koymuş da. Kaç yaşındasın dediler 18 dedim, boylu posluydum. Geycekleri giydirdiler, eşeğe bindirdiler. Mayısta gelin oldum. Kirazlara yalancı ben düştüydü. Askere gitti hiç görmedim evlenene kadar. Babası Balkan muharebesinde şehit düşmüş, anası 25yaşında dul kalmış. Bi de kaçak gelince koymuş karnına. Her gün yemeninin ucunu bağlarmış, o gün bağlamamış.

Kaç tane çocuğunuz var?
Yedi tane. Yedisi de duruyor daha. Ama biri bebekken öldü. Üç günlük bebekle kaşa çıkmışım, iki ay öksürük çekti.

Doktora götürmediniz mi?
Toktor moktor ne bilem kızım.

Çocuklarınızı nasıl büyüttünüz?
Mememizle emzirirdik ayılana kadar. Sonra ekmekle pekmez verdim. Pekmeze ekmeği doğrardık yirdi Memet. Üzümü toplar pekmez kaynatırdık. Bulgur pilavı, tarana aşı yapardım. Soğan, samsak hepicüğü alınırdı çarşıdan.

Kocanız ne iş yapardı?
Ne işi yapsın kızım. Çokca bağ kazardı. İğneden ipliğe kadar hiçbi şisi yoktu. 35 kaymaya talla aldı.Düven sürdük, harman kaldırdık, gebe karnımla iğde bozardım. Düşsem karnım yarılır mı derdim. Övez bozardık. Çukurbağ’da vardı iki dal, mezarın arkasında vardı üç dal.

Eşiniz yaşıyor mu?
Yok kızım 30 sene oldu öleli. Ben 70 yaşında mıydım neydim hesap bilmem. O da 77 yaşında çıktıydı o zaman.

Allah rahmet eylesin. Ankara’ya gittiniz mi hiç?
Biz nerden gidem. Herüflee eşeklernen üzüm satmaya giderdi. Ben hiç gitmedim. Üç günde oraya varırlardı. Armudnan almaynan cincan pazarına giderlerdi.

Atatürk’ü hatırlar mısın nine?
Atatürk’ü görmezdik biz. Ölünce madannan Kemal’in adını Kemal koymuşlar. Bende Mustafa koydum. Mustafa Kemal ya.

Soyadınızı ne zaman aldınız?
Eskiden lakap vardı, sarı isin, topal Ahmet, ağa, dayı derlerdi. Atatürk gelince soyadı çıktı. Seninki çiftçi, seninki karaca derken bizim Osman’a da koç demişler. Hayvanlarımız vardı ondan herhal.

Başka ne yaptı Atatürk?
Şapkayı Mustafa Kemal çıkardı. Takke vardı içi fesidi püsküllü,takkeyi yırttılar şapkayı taktılar.Mucburiydi. Bizim Memet hala takar şapkasını. O zamanlardan kalma bu adet.

Muharebeleri hatırlar mısın Ayşe nine?
Haymanaya gavur gelmiş. Topların sesini biz evden duyardık, palada yatarken. Bizim köylü Hasan gavurlan içine atlayıvermiş ölmüş. İki tane bebeği vardı. Hafız amca vardı. Düşmanın içine gitmiş de onlardan olmuş. Onu vurmamışlar. Yedi sene sonra mantar gibi çıkıp gelen oğlum diye sarılıverdi anası.

Daha başka hatırlıyor musun nine?
Ben bi cahil insanım bişi bilmem.

Sağol nine yorduk seni.Var mı bize söylemek istediğin başka bi şey?
Ben artık ölecem kızım, siz hoşçakalın.