28 Aralık 2015 Pazartesi

Demir: 1 Mayıs'ta sokakta, 2 Mayıs'ta salondayız



Uluslararası İşçi Filmleri Festivali (İFF) kapsamında her yıl düzenlenen kültür etkinlikleri öncesinde Ankara organizatörü Mesut Demir ile görüştük.

Yağmur ÖZTÜRK
İşçi Filmleri Festivali'ni kısaca tanıtabilir misiniz?
Sanatın bir lüks haline gelmesi ve gittikçe muhafazakarlaşması ve toplumdan uzaklaşmasına bir tepki olarak sinemanın anlatı biçimiyle halkın sorunlarını işlemek, ilerici halktan yana bir sanat anlayışını geliştirmek, piyasada kendine yer bulamayan yapıtları izleyiciye ulaştırmak amacıyla 2006 yılında düzenlenmeye başlayan alternatif bir film festivalidir. Türkiye'de infial yaratmış olan toplumsal olaylara göre festival teması şekillenmekte. Karadeniz'de HES’lerle doğa talan edildiğinde festival ''doğal olarak direniş'' sloganıyla başlamıştı. Soma, Ermenek, Torunlar gibi katliamlar yaşandığında festival ''işimiz gücümüz yaşamak'' demişti. Festivalin sözü toplumların yaşadığı sorunlardır aslında.
Kaç yıldır festivalde görev alıyorsunuz, görevinizi anlatır mısınız?
9 yıldır festivalde görev alıyorum. İlk iki yılımda gönüllü olarak festivalin duyurusuna katkı için festival afişlemesinde görev aldım. Salon önlerindeki standlarda görev aldım. Üçüncü yılımdan itibaren festivale film önerileri yapmaya başladım. Yaptığım öneriler vesilesiyle film seçen ekibe katılmış oldum. Daha sonra da festival izlencesinin hazırlanmasına katkıda bulundum ve festivalin Ankara koordinasyonu olarak aktif görev aldım ve görev almaya devam edeceğim.
Festival sizce Türkiye'ye ne kazandırıyor?
En başta alternatif bir sinema anlayışına katkı sağlıyor. Genç yönetmenleri teşvik ediyor. Bir örnekle açıklayacak olursak, festivale film gönderen ve filminin yayınlandığını gören bazı genç arkadaşlar sırf İFF'ye film yollayabilmek için ellerindeki projeleri hızlandırdı. Çok güzel işler çıkardılar. Ulusal birçok yarışma dururken ilk gösterimlerini İFF'de yapmayı seçtiler. Dört ilde eş zamanlı başlayan festival yıl içerisinde 28 il dolaştığı için de genç yönetmenlerin filmleri Türkiye'nin hemen hemen her noktasına ulaşmış oluyor. Sanırım İFF'yi çekici kılan da festivalin bu özellliği. Bu özelliği sayesinde kültür sanatın neredeyse hiç olmadığı yerlere sinema gitmiş oluyor. 9. festivalde basit bir kamyonet, sinevizyon ve sinema perdesiyle Diyarbakır'da onlarca köy dolaşılmış, köy meydanlarında film gösterimleri yapılmıştı. O köylerdeki insanların birçoğu ilk filmini festival sayesinde izlemiş oldu.
Festivalin ulaştığı kitleyi yeterli buluyor musunuz?
Aslında yeterli değil. Profesyonel bir dağıtım ağı ve ciddi bir bütçesi olmadığı için propaganda imkanları kısıtlı. Herhangi bir sponsoru bulunmuyor. Bakanlıktan bir ödenek almadan propaganda yapmaya çalışılıyor. Sivil toplum kuruluşları, dernekler ve sendikaların kısıtlı imkanlarıyla ulaşılabilecek en geniş kitleye ulaşmaya çalışıyoruz. Hem sinema salonlarının dışına taşması, mahallelerde, derneklerde, kahvelerde gösterimler yapılması, hem de gezici özelliği sayesinde ulaştığı kitle her geçen gün artıyor.
Festivalin eksik gördüğünüz bir yanı var mı?
Muhakkak var. İçinde olunca yaptığın şey sana çok güzel görünüyor olabilir bu nedenle bunları biz fark edemiyoruz. Fakat festival sırasında izleyicilerimizin şikayetleri üzerinden tespit ettiğimiz eksikler oluyor. Profesyonel bir teknik ekip olmadığı için ufak tefek aksaklıklar yaşanıyor. Bunları da neredeyse sıfırlamış bulunmaktayız. Festival sürdükçe kendini daha da geliştirecek eksiksiz bir festival yapacağımıza inanıyoruz.
İFF Türkiye'de nasıl karşılanıyor, diğer ülkelerde nasıl karşılanıyor?
Türkiye'de ulaşmaya çalıştığımız kitle, festival izleyicileri, daha festivale bir ay kala sorular atmakta, birçok yönetmen film başvurusunu çok önceden yapmış olmakta. Bunlar festivalin sabırsızlıkla beklendiğinin göstergesi. Üniversite öğrencileri açısından ücretsiz film izleme imkanı sağladığından mayıs ayı programını festivale göre ayarlayan öğrenciler bulunmakta. Yurtdışında durum biraz daha farklı. Orada ücretli (normal sinema biletlerinin altında bir fiyatla) yapılmakta. Görece refah seviyesi yüksek ülkelerde bu ücretler çok sorun olmadığı için festival her yerde aynı coşkuyla yapılıyor.
İFF'yi diğer uluslararası festivallerle karşılaştırır mısınız?
İFF alternatif bir festival olduğu için diğer festivallerden ayrı bir kulvarda duruyor. Kıyaslamak yanlış olur. Sadece İFF'yi diğer ülkelerde yapılan İFF'lerle kıyaslayabiliriz. Bunun sebebi de yine bir rekabet değil, dünyada işçi filmlerinin nasıl değiştiğine dair istatistiki veri çıkarmak. İFF yapılan ülkelerdeki düzenleme komiteleri senede bir defa bir araya gelir. Hem film paylaşımı hem bilgi alışverişi yapar hem de bu istatistiki bilgileri konuşurlar.
Filmler festivalde gösterilene kadar nasıl bir süreçten geçiyor?
Öncelikli olarak festival sitesinden online başvuru alınmakta. Festival yapan her ilden en az bir kişinin bulunduğu sitemizin kapalı panel kısmında film seçim ekibi tarafından izlenmekte. Bu panel üzerinden online tartışmalarla filmin alınıp alınamayacağına karar veriliyor. Filmleri değerlendirirken filmin çekiminde kullanılan ekipmanların kalitesine (film izlenebilir durumda olduğu sürece) ciddi önem atfedilmemekte. Temel değerlendirmeler filmin festival ilkeleriyle çelişip çelişmediği üzerine yapılmakta. Filmimiz soruna dair bir söz söylüyor mu bir sosyal mesaj içeriyor mu içermiyor mu gibi tartışmalar ve benzeri ayrıntılar üzerinde durulmakta.
Festivalde her isteyen görev alabiliyor mu?
Evet her isteyen görev alabilir. Gönüllü emeğiyle düzenlendiği için festivalimize herkes katkı sunabildiği ölçüde katılabilir. Kimi altyazılarımızı çevirir, kimi salonda görevli olur, kimi afiş bildirimi dağıtımına, kimi sosyal medyadaki duyuruların yayılmasına yardımcı olur.
Görev almak isteyenler nasıl bir yol izlemeli?
Görev almak için de www.iff.org.tr  sitemizden gönüllü ol formuna tıklayarak gönüllü olabilirler.
Filmlerini yollamak isteyenler için son başvuru tarihi ne zaman?
Programınızın hızlıca yapılabilmesi ve duyuru için yeterli zamanımızın kalması için son başvuru tarihini genelde mart ortası olarak belirliyoruz. Ufak tefek rötuş yapılacak, daha tam hazır olmayan, ama mayısa kadar yetiştireceği taahhütünde bulunan herkes için opsiyon tanıyabiliyoruz.
Festival için bu yıl belirlenen eleme ve gösterim tarihleri ne zaman?
Festivalde yaptığımız eylemi ''eleme'' olarak değerlendirmek yanlış olur. Festivalimizin ilkeleriyle çelişmediği sürece bize gönderilen her filmi en az bir kere göstermeye çalışıyoruz. Gösterim tarihi olarak ise 10 yıldır olduğu gibi Ankara, İstanbul, İzmir ve Diyarbakır'da 2 Mayıs'ta başlayacak, yıl içerisinde diğer illeri gezecek. İllerin tarihini ise her ilin festival düzenleme komitesi ve gönüllüler belirleyecek. 2 Mayıs olarak seçmemizin sebebi İşçi Filmleri Festivali'ni işçi bayramında yapmak. 1 Mayıs günü aslında alanlarda açılışımızı yapmış oluyoruz. 2 Mayıs'ta olan sadece salon açılışı.

24 Aralık 2015 Perşembe

GÖRSEL BASINDA 19 YIL



Serdar Gün, 8 yıldır Fox Ankara Televizyonunda muhabir ve editör olarak çalışıyor. Eskişehir Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Basın-Yayın bölümü mezunu olan Gün ile haberciliğe başlama sürecini ve 19 yıldır devam ettiği televizyon gazeteciliği mesleğini konuştuk. Görsel ve yazılı basın arasındaki farklara değinen Serdar Gün, bir televizyon muhabirinin gün içinde nasıl çalıştığını da anlattı. Gün, televizyon editörlüğü hakkında da bilgi verdi.
 Seda TOLMAÇ
 “KADRO ALDIKTAN ALTI AY SONRA İŞTEN ÇIKARILDIM”
Televizyon haberciliğine nasıl başladığınızı anlatır mısınız?
1996’da Star televizyonunda stajyer olarak haberciliğe başladım. 14 ay stajyerlik yaptım. O zamanlar Star’ın ‘Star’ olduğu dönemlerdi. İnat ettim ve buradan kadro alacağım dedim. Çok çalıştım, deyim yerindeyse tırnaklarımla kazıyarak 14 ay sonunda kadro alabildim. Kadro aldıktan 6 ay sonra işten çıkarıldım. Fakat 2 ay sonra işe geri alındım (gülüyor).
Daha sonra hangi kanallarda devam ettiniz televizyon haberciliğine?
Beş sene Star televizyonunda çalıştım. Sonrasında Kanal 6 televizyonuna transfer oldum. 1,5 yıl Kanal 6’da çalıştım. Dinç Bilgin’in (Kanal 6’nın sahibi) mallarına el konulunca işsiz kaldım. Daha sonra ATV televizyonunda işe başladım ve orada da iki yıl çalıştım. Askere gidip geldikten sonra o dönem Star TV’de çalışan ve şuan Fox TV’de haber müdürü olan Tülay Ünal Öçten Star’da çalışmam için beni aradı ve ben tekrar Star televizyonunda çalışmaya başladım. Üç sene Star TV’de çalıştıktan sonra Fox Ankara haber merkezine transfer oldum. 8 yıldır da Fox Ankara haber merkezinde hem muhabir hem de editör olarak görev yapmaktayım.
Fox TV’de muhabir olarak gün içinde nasıl çalıştığınızı anlatır mısınız?
Sabah kanala geldiğimizde toplantı odasında günlük gazetelere bakıyoruz. Bize gelen haber istihbaratlarını sabah toplantılarında değerlendiriyoruz ve gündem ortaya çıkarıyoruz. O gündeme göre muhabirlere görev veriliyor. Muhabir, kameramanla beraber verilen göreve gidiyor ve haberin konusu ile ilgili bilgileri haber yerinden topluyor. Kameraman da habere uygun görüntüleri çekiyor. Daha sonra muhabir haber merkezine gelerek elde edilen görüntüleri izliyor ve görüntülere göre bir haber metni ortaya çıkarıyor. Haber metnini haber müdürümüz Tülay Ünal Öçten kontrol ederek gereken düzenlemeleri yapıyor. Televizyon haberi olduğu için haberi seslendirme ve haberin kurgu sürecini takip ederek 1,5-2 dakikalık gündemi içeren bir haber ortaya çıkarıyoruz.
Aynı zamanda editör olarak da Fox TV’de görev yapmaktasınız. Peki,  televizyon editörlüğü nedir ve editör olarak neler yaptığınızdan bahsedebilir misiniz?
Aslında genel anlamda editör kendisine gelen metni kontrol eden ve düzenleyen kişidir. Televizyon editörü de kendisine gelen haber metnini ve görüntüyü takip eder, bazen görüntüye uygun haber metnini oluşturur. Ben de televizyon editörü olarak gün içindeki haber akışını takip ediyorum. Bana gelen haber metinlerini kontrol ediyorum ve gereken yerlerde düzeltmeler yapıyorum.
“GÖRSEL BASINDA ERTESİ GÜN DİYE BİR ŞEY YOK”
Görsel basın ile yazılı basın arasındaki fark nedir size göre?
Yazılı basında yaptığın bir haber günlerce elinin altında durabiliyor. Ertesi gün yaptığın o habere ulaşabiliyorsun. Görsel basında ise ertesi gün diye bir şey yok. Yaptığın haber en fazla üç dakika televizyonda yer bulur. Ama bir gazete de yaptığın haber televizyona göre daha uzun ve ayrıntılı olabilir.
Hep görsel basında çalıştığınızdan bahsettiniz? Yazılı basında yer almayı düşünmediniz mi hiç?
Aslında benim görsel basında çalışmam biraz da şans oldu. 1995’te Anadolu Üniversitesi’nde okurken uzun bir tez hazırlamıştım. Bir gün Ümit Aslanbay (o dönem de Show TV’nin haber müdürü) ile röportaj yapmaya gitmiştim. Yazdığım tezi gördü. Bu kadar uzun tez mi yazılır diye bir espri geçti aramızda. Daha sonra okulu bitirdikten sonra yanıma gel beraber çalışalım dedi. Okul bittikten sonra Ümit Aslanbay’ın yanına gittim. Tabi ben mezun olduğumda Star TV’nin haber müdürü olmuştu. Böylece bir televizyon kanalında haberciliğe başlamış oldum. Televizyonda çalışmaya başladıkça görsel basın bana daha cazip geldi. Çünkü televizyon haberciliğinde kendini hem televizyonda gösterme hem de haberin içine daha fazla girebilme imkânın var. Sonrasında da yazılı basına geçmeyi düşünmedim zaten. Görsel basında kendimi geliştirdim ve devam ettim.
Son olarak, 8 yıldır Fox TV Ankara haber merkezinde çalışıyorsunuz. Peki, şu an kanalda kaç kişi görev yapmaktasınız?
Bir haber müdürü ve bir temsilcimiz var. Yedi muhabir ile altı kameraman var. Onun dışında kurgu ve montaj ekibimiz var. Ben de hem muhabir hem de editör olarak Fox Ankara haber merkezinde görev yapmaktayım.

22 Aralık 2015 Salı

Kılıç: Sahaflık bitmez fakat şekil değiştirir



Yıllardır sahaflıkla uğraşan Hakan Kılıç, günümüzde giderek azalan sahaflık kültürüyle ilgili sorularımızı yanıtladı.

Yağmur ÖZTÜRK
Sahaflığa başlama hikayenizden bahseder misiniz?
1990’ların başında Ankara Yüksel Caddesi’nde sahaflık yapan bir arkadaşıma yardım ediyordum. Daha sonra kendim de akşamları yere tezgah açarak kitap satmaya başladım. Belli bir yerim yoktu. Seyyar olarak değişik yerlerde açıyordum. Bu iş benim için bir tutku haline gelmeye başlayınca sahaflık yapmaya karar verdim.
İnsanlar hala eski kitaplara ilgi gösteriyor mu?
Gösteriyor, fakat eskisi gibi fazla değil. Bu da eğitimin endüstrileşmesinin bir sonucu olsa gerek. Sürekli yeni bir kitap çıkıyor ve insanlar daha çok onları almaya yöneldiği için eski kitaplar gereken değeri görmüyor. Aslında içerikte hiçbir değişim yok ama dediğim gibi endüstrileşme her sene yeni bir kitabı almaya itiyor insanları.
Bu alanda yaşanılan belirgin bir sıkıntı var mı?
Var tabi. En önemlisi ilginin azalması. İşyerini kapatan pek çok meslektaşım var. Her yeri endüstriyel kitapçılara dönüştürdüler.
Sizce sahaflık mesleğinin geleceği var mı?
Sahaflık devam eder fakat şekil değiştirebilir diye düşünüyorum. Birçok meslek aslında kaybolmadı, günümüz şartlarına evrildi. Sahaflığın da böyle olabileceğini düşünüyorum.
İşinizin inceliklerinden bahseder misiniz?
Öncelikle kitap konusunda bilgi sahibi olmak lazım. Sadece kitap üzerine muhabbet etmek için gelen müşteriler oluyor. Her alanda az da olsa söyleyecek bir şeylerinizin olması lazım. Kısacası alana hakim olmanız gerekiyor.
Eski kitapları nerelerden ve nasıl tedarik ediyorsunuz?
Kitap tedarik edebilmeniz için geniş bir çevreye ihtiyacınız var. Örneğin evlerden,  müşterilerden bulduğumuz oluyor. Hurdacılardan, itfaiye pazarından bile çıkabiliyor. Koleksiyonculardan, arşivlerden de kitap getiren var.
İnternet ve eserlere erişimin bu kadar kolay olması sahaflığı nasıl etkiliyor?
Ben bu duruma olumlu bakıyorum. İnternet hayatımızın her alanında var. Kitap niye olmasın? Tabi ki ‘’eski kitap kokusu’’ diye de bir gerçek var. Fakat olayları sadece içinde bulunduğumuz yerden görme alışkanlığını aşmamız gerekiyor. Artık internet erişimi olan köyler var fakat sahafı olan bir köy görmedim. İmkan olmayan yerlere kitap ulaştırmak için interneti gayet faydalı buluyorum. Fakat şehir hayatında yaşayan insanlar zaten yeterince asosyal olmaya zorlanırken bir de insanları kaynaştıran az sayıda hobiden birini yok etmesi üzücü bir durum.
Sahafların özel bir okur kitlesi var mı?
Evet kesinlikle var böyle bir kitle. Sadece bir kitap alıp çıkan da oluyor ama genelde devamlı müşterilerimiz var. Araştırırlar, sürekli arar, ilgilendiği alanla ilgili isteklerde bulunurlar. Biz de istenilen kitapları bulmaya çalışırız. Zaten sahaflıktaki çarkı çeviren de bu özel kitledir. Arz-talep dengesini sağlayan da onlar.
Başka bir seçeneğiniz olsa yine de sahaflığı seçer miydiniz?
Tabi ki. Seviyorum ve isteyerek yapıyorum. Benim için ayrı bir tutku. Bana çok şey kattığını düşünüyorum.
Geçiminizi sahaflıktan mı karşılıyorsunuz?
Sadece sahaflık yapsam aç kalırdım. Sahaflık ancak yan meslek olabilir. İşlettiğim bir mekan var. Gelir kaynağımın büyük kısmını buradan karşılıyorum.

17 Aralık 2015 Perşembe

YAŞ 90: YOLUN YARISI


Bireyin fiziksel, sosyal ve ruhsal yönden tam bir iyilik durumunda olması, vücut esenliği, esenlik, sıhhat, afiyet. Sağlık, Türk Dil Kurumu Sözlüğünde böyle tanımlanmakta.  Ancak günümüzde birçok kişi sağlığını hiçe saymakta, günlük hayatın koşuşturmasında sanki önemli bir konu değilmiş gibi sağlığa yeterli önem verilmemekte.  Mustafa Haspolat 90 yaşında sağlıklı, zinde ve  hala kendi alışverişini yapacak kadar dinç bir birey. İş ve İşçi Bulma Kurumu bugünkü adıyla Türkiye İş Kurumu(İŞKUR) eski müdürü Mustafa Haspolat ile 90 yaşına gelmesinde önemli rol oynayan konular ve sağlık üzerine konuştuk.
 Aykut KOÇ
Sağlıklı yaşam fikri çocukluğunuzdan itibaren nasıl oluştu?
İlkokulda herkesten hareketliydim. Sadece ilkokulda değil kendimi bildim bileli hareketli biriydim. İlkokulda özellikle daha fazla hareketliydim. İlkokul öğretmenim Makbule Hanım, alfabe kitabındaki Afacan Kaya öyküsündeki Kaya karakterini bana benzetirdi. Babamın Adı Timur Kaya’ydı. Bu sebeple Makbule Hanım da bana Kaya diye seslenmeye başladı. Hala Sivas’ta bana Kaya diyenler vardır. Ancak o yaşlarda tabi sağlıklı olmak için hareketli değildim. Yani sağlıklı olayım düşüncesiyle yapmıyordum bunları. Hoplayan, zıplayan yerinde duramayan bir adamdım, ama o günlerden bugüne hareketli yaşam özellikle spor benim bu yaşa gelmemde en önemli etken oldu.
Hayatınızda sporun öneminden ve uğraştığınız sporlardan bahseder misiniz?
Sağlığa değer verme fikri sporla başladı. 15 yaşında atletizme ve futbola başladım. Özellikle bu iki spor dalının hayatımdaki önemi büyük. Sivas’ta 100 ve 200 metrede birincilikler kazandım. Spor sayesinde sigara ve alkolden uzak durdum. Erken dünyaya gelmeseydim büyük bir futbolcu olacağımı düşünürdüm. Futbolcu olamayınca ben de hakemliğe merak saldım. Futbol, basketbol, voleybol, halter, atletizm hakemlikleri yaptım. Kars’ın ilk resmi futbol hakemiyim. Sporla uğraşırken aynı zamanda sporu geniş kitlelere kazandırmak, insanları bilinçlendirmek adına girişimlerde bulundum. Bu bağlamda Sivasspor’un kurucuları arasında yer aldım.
Sporla uğraştığınız zamandan günümüze neler yiyip neler içtiniz, hangi gıdalardan uzak durdunuz?
Her şeyi yedim ama zamanında ve doğal haliyle yedim. Yoğurtlu çorba, Sivas tabiriyle ayran aşı ve sulu köfte vazgeçilmezlerimdir. Yoğurt ve ayranı eksik etmem. Havuç, şalgam, lahana, turp, bal, kuru fasulye, nar, yarma, nohut olmazsa olmazlarımdır. Ekmek fazla yemem, günde 1-2 dilim. Gazlı içecek içmem de sevmem de. Bunların Amerika’nın uyuşturucuları olduğuna inanırım. Alkol tüketmem, şekerle çok aram yoktur. Akide şekeri hariç tabi. Genel anlamda endüstriyel şekerden uzak dururum. Balığın yararlı olduğunu bilirim ama kokusunu sevmediğim için yemem. En az 8 saat uyumaya vaktinde yatıp kalkmaya çok dikkat ederdim. Artık yaşlandığım için en fazla 6 saat uyuyabiliyorum. Tüm bunların yanında tüketilen gıdalar ve içilen içeceklerin dışında sağlığımı borçlu olduğum konulardan biri de gazete okumak. 15 yaşımdan beri her gün gazete okurum. Yaşıtlarımın çoğu ya Alzheimer ya da hayatta değiller. Benim bugüne gelmem de özellikle zihinsel sağlığımı korumamda gazetenin yeri başkadır.
15 yaşında bir çocuk gazete okumaya nasıl başladı? Gazete okumak size neler kazandırdı?
Bir gün bir büfenin önünden geçerken tesadüfen kafamda bile yokken gazete aldım. O zamanlar dört sayfalık bir gazete çıkıyordu. Gazetenin adı Karagöz’dü. Yıldırım Beyazıt ve Timur arasında olan savaşın hikayelerini okurdum. İkisi arasında olan savaş beni çok etkilerdi. Askerliğim süresince de gazete okumayı hiç bırakmadım. 15 yaşında o gün gazeteyi alırken duyduğum heyecan hala devam eder. Şu an hala günde iki gazete okuyorum. Ölene kadar da bu böyle devam edecek. Gazete okumak bana güncel kalmayı, sevdiğim insanları okumayı, dünyaya eleştirel gözle bakmayı öğretti. 
Hayatımda asla denemediğim ve denemem dediğiniz bir şey var mı?
En başta sigara. Sigaranın tadını bile bilmem asla içmedim bu saatten sonra da içecek halim yok zaten. Bizim zamanımızda trenlerde, otobüslerde, ve birçok toplu taşım aracında sigara içiliyordu. Bunlar topluma büyük zararlar verdi. Çoğu kişide içmese dahi birçok hastalık meydana geldi. İnsanlar yaşlı, hamile, çocuklar zarar görür demeden sigara içerlerdi. Kendilerine verdikleri zararı söylemiyorum bile.
Son zamanlarda yaptığınız bir aktivite var mı?
Sabahları kalkar kalkmaz evimin karşısındaki markete uğruyorum. Gazetelerimi alıp eve dönüyorum. Gazetelerin sağlık sayfalarını kesip ajandama yapıştırıyorum. Gidebilirsem arada pazara gidip alışveriş yapıyorum, çocuklarımla, torunlarımla vakit geçiriyorum.
Teknoloji hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Sizin gençliğinizde de bu denli gelişmiş bir teknoloji olsaydı ne düşünürdünüz?
Bir kere cep telefonu lanet bir icat. İnsanları hasta ediyor ve kimse bunun için bir şey yapmıyor. Yatak odası lambaları da aynı şekilde. Eğer benim gençliğimde de bu denli gelişmiş bir teknoloji olsaydı mümkün değil bu yaşa gelemezdim. Bilgisayarlar ve adını bilmediğim birçok alet aynı şekilde zararlı geliyor bana, çünkü tüm bunlar gençleri esir almış durumda. Ancak faydaları yok mu, elbette var. Saatlerce bunlarla uğraşmak yerine belli anlarda gerekli hallerde kullanılırsa son derece yararlılar.
İnsanlara, özellikle gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Sigara asla içmesinler. Alkolden uzak dursunlar. Yaşamı sevsinler, dünyaya, hayata, insanlara sevgiyle bakmayı, olumlu yönleri görmeyi öğrensinler. İş hayatlarında dürüst olsunlar, manevi yönlerini güçlendirsinler.