29 Mart 2012 Perşembe

Paran varsa “Huzurevi” paran yoksa “Sokak”

Nur Banu ARAS
Parası olan yaşlıları lüks huzurevleri beklerken, huzurevinde kalacak parayı bulamayanlar sokaklarda yaşamaya çalışıyor.

Yaşın ilerlemesi ile hem yaşanan kayıplar hem de fiziksel ve ruhsal durumda değişikliklerin olması, yaşlıları toplumsal yalıtıma oldukça duyarlı hale getiriyor. Kentleşmenin artmasıyla birlikte geniş ailelerin çekirdek aileye dönüşmesi, geleneksel hayatı ve kültürü de değiştiriyor. Bu değişimle birlikte yaşlının aile içindeki önemi ve değeri azalıyor. Kuşak çatışmalarının belirginleşmesi ile yaşlının evde bakımı gençlerin zoruna gidiyor.
Huzurevleri, yalnız ve kimsesiz bireylerin huzur, güven, sağlık ve mutluluklarını sağlamak, onların fiziksel, ruhsal ve toplumsal gereksinimlerini karşılamayı amaçlıyor. Ankara’ da altı devlet huzurevi,18 de özel huzurevi bulunuyor. Bu huzurevlerinde yaşlıların bakımı yapılıyor, moral ve motivasyonlarının artması için çeşitli sosyal aktiviteler düzenleniyor. Yaşlılarla tek tek ilgileniliyor, sağlık problemi olan yaşlılar içinse huzurevlerinde hemşire ve doktorlar yedi gün yirmi dört saat çalışıyor. İlaç saati gelen hastaların ilaçları hasta bakıcılar tarafından veriliyor.
Ankara da özel bir huzurevinde çalışan Elif Hemşire, huzurevinde barınan yaşlıların yaşamını anlattı:
"Huzurevimizde genellikle alzheimer hastaları kalıyor. Yaşlılarımızın ihtiyaçları burada çalışan doktor, hemşire ve hastabakıcılar tarafından karşılanıyor. Yaşlılarımız günlük gazetelerini okuyabiliyorlar. Kişiye özel sosyal aktivitelerimiz de oluyor. Yaşlılarımızı yakınları istediği saatte ziyarete gelebiliyor ve izin aldıkları zaman götürüp dışarıda gezdirebiliyorlar. Yaşlılarımızın morallerini arttırmak için hemşirelerimiz gözetiminde geziler düzenleniyor."

Parası Olmadığı İçin Sokakta Yatıyor 
Eşini kaybettikten sonra yalnız kalan ve yeğeni tarafından dolandırılıp sokağa atılan Mehmet Karadağ (70) ise parası olmadığı için sokakta yatıyor. Hayatını, topladığı kartonları satıp kazandığı para ile sürdürüyor. Karadağ yaşamını şöyle anlatıyor:
“Eşim öldükten sonra çok yalnız kaldım, yeğenim bankadaki bütün paramı çekip beni sokağa attı. Ben de parasızlıktan sokaklarda yatıyorum. Gündüz karton toplayıp akşam bu kartonları satıp karnımı doyuruyorum. O da ne kadar doyarsa artık, çünkü günde beş on lira kazanıyorum, onunla da sadece çorba içebiliyorum. Yatacak yere verecek param olmadığından sokaklarda kalıyorum.”
“Benim gibi sokakta kalan bir çok kimsesiz yaşlı var devletin bize sahip çıkmasını istiyoruz” diyen Mehmet Karadağ, artık sokakta yatmak istemiyor.
Mehmet Karadağ ve onun gibi sokakta kalan diğer yaşlılar yetkililerin kendilerine sahip çıkmasını ve en azından onlara kalacak bir yer tahsis edilmesini istiyorlar.

19 Mart 2012 Pazartesi

YILBAŞI: 21 MART-NEVRUZ

Burkay BANATOĞLU
Her ne kadar ülkemizde bir kaos günü olarak düşünülse, emniyet güçlerinin tedbirler aldığı, en az birkaç kişinin yaralandığı bir gün olarak bilinse de Asya’daki Türk Devletleri bunlardan çok farklı bir Nevruz’un içerisindeler. Çünkü Nevruz terör değil BAYRAMDIR…

Eski zamanlarda toplum hayatı için takvim bugünkünden çok daha önemli bir yer tutuyordu. Özellikle tarımla uğraşan toplumlar, ekim ve hasat zamanını çok iyi ayarlamak zorundaydılar. Her yıl düzenli bir şekilde değişen hava koşullarını bir zaman kalıbına oturtmak onlar için kaçınılmazdı. Mayalardan Latinlere kadar, dünyanın farklı yerindeki pek çok farklı toplum –büyük ihtimalle- birbirlerinden habersiz olarak farklı takvimler geliştirdiler. Doğal olarak binlerce yıl Asya’da hüküm süren Türk toplumları için de bir takvimin kullanılması kaçınılmazdı.

12 Hayvanlı Takvim
Türk devletlerinin kullandığı ilk takvim olarak, 12 hayvanlı takvim kayıtlara geçmiştir. Pek çok kayıtta bunun adına 12 Hayvanlı Türk Takvimi olarak da rastlarız. Yine bu takvimde yıl başının 21 Mart olduğu düşünülmektedir. Peki nedir bu 21 Marttaki özel durum?
21 Mart, güneşin güney yarım küreden kuzey yarım küreye dike yakın açılarla geldiği gündür. Kısacası kuzey yarım küredeki pek çok coğrafya için “bahar”ın gelmesi demektir. Aynı zamanda gündüz ve gecenin eşit olduğu iki ekinoks tarihinden bir tanesidir.
Özetle 21 Mart tarihi bolluğun, bereketin ve o dönem inanışlarına göre büyük önem taşıyan güneşin müjdecisidir.
Ayrıca efsaneye göre Türkler sıkışıp kaldıkları Ergenekon’dan 21 Mart tarihinde kurtulmayı başarmışlardır. Türklere özgürlük getiren bir gündür.
Türk efsaneleri 21 Martı, Ergenekon Destanıyla birleştirirken İran mitolojisi ise farklı bir rivayetten söz eder. İran mitolojisine göre, Tanrı dünyayı, insanı ve güneşi bu günde yaratmıştır. İran’ın efsanevi padişahı Kiyumers tahta oturarak bugünü bayram ilan etmiştir. İran’da ihtişamın sembolü olan Cemşid de aynı gün tahta oturmuştur. Pers mitolojisi’nde ise Hz.Adem’in 7. torunu olan Cem, 21 Mart günü Azerbaycan’a gelmiş ve bugünü bayram ilan etmiştir.
Nevruz kelimesi Farsça kökenli bir kelimedir. Nev=yeni, Ruz=gün kelimelerinin birleşmesiyle oluşur; Yeni gün… Yukarıda anlatılan Pers-İran mitolojilerinin yaygınlığından ötürü bu bayramın adı Farsça’dır
21.Yüzyılda Nevruz
Ülkemizde Nevruz siyasi taleplerin dile getirildiği bir gün olurken, diğer Türk Devletleri’nin hemen hepsinde resmi bayramdır. TRT vasıtasıyla takip ettiğimiz etkinlikler gerçekten büyük coşku ile kutlanmaktadır.
Törenler sadece resmi törenlerle sınırlı kalmamış, halka da inmiştir. Köylerde, kasabalarda gencinden yaşlısına her kesim tarafından büyük bir sabırsızlıkla beklenir ve 21 Mart tarihi geldiğinde bu devletlerde bir bayram havası esmeye başlar.

 Türk Devletlerinde Nevruz adetleri        

- 21 Martta, anneler özel bir yemek pişirirler, yemeğin tadına göre o yılın nasıl geçeceği yorumlanır (Azerbaycan).
- Temiz elbiseler giyilerek yüksek bir tepeye çıkılır ve güneşin doğuşu karşılanır (Kazakistan).
- Yeni yılda sağlıklı olunması için üzerinden atlanan ateşin, yeni yılın ilk sabahında yakılarak ertesi günün ilk saatlerine kadar söndürülmemesi yaygın bir uygulamadır (Kırgızistan).
- Sofralara baş harfi “S” olan yedi tür yemek konulur (Özbekistan).
- Nevruz günü geldiğinde salıncaklar kurularak sallanılır ve bu şekilde kötü enerjilerin atılacağına inanılır (Türkmenistan).
Bu geleneklere baktığımızda bazıları eski Türk dinlerinden motifler taşır, bazıları ise İslamiyet’teki Hıdırellez kutlamalarından izler taşır.
Bunların dışında ki adetler ise Nevruzun, bayramlığına yakışan adetlerdir; yeni kıyafetlerin alınması, her zamankinden daha lezzetli yemeklerin pişirilmesi, büyüklerin ve akrabaların ziyaret edilmesi vb. adetler tıpkı Ramazan ve Kurban bayramındaki tatlı telaşları andırır.

16 Mart 2012 Cuma

Açık Hava Buharlı Lokomotif Müzesi kaderine terk edildi

Serkan Kaya
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yolları’nın  (TCDD) Ankara tren garı yakınlarındaki Açık Hava Buharlı Lokomotif Müzesi şu günlerde harabeye dönmüş durumda. Bu duruma, müzeye ziyarete gelen yerli ve yabancı turistler tepki gösteriyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın ortaklaşa girişimleri sonucu ülkemize kazandırılan Açık Hava Buharlı Lokomotif Müzesi şimdilerde ziyaret edilemez halde bulunuyor. Geçmişten günümüze 11 buharlı lokomotifin bulunduğu müzenin kapıları zincirli kilitlerle kapalı durumda. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yolları’na ait olan müze Ankara’nın Ulus semtinde bulunuyor. Müze şehir merkezinde olduğundan ziyaretçileri de bir hayli fazla, ancak ziyarete gelen yerli ve yabancı turistler karşılaştıkları durum karşısında şaşkın ve tepkili. Hiçbir açıklama yapmadan kapılarını kilitleyen müzeye gelen turistler eli boş dönüyor. Ziyaretçiler tepkilerini TCDD Genel Müdürü  Süleyman Karaman’a iletmeye çalışmışlar, ama başarılı olamamışlar.

Ziyaretçiler Tepki Gösteriyor
TCDD Açık Hava Buharlı Lokomotif Müzesi’ ne ziyaretine gelen ve tepki gösterenlerden biri de emekli öğretmen Cihan Keser. Cihan Keser “ Ailemizle müze ziyaretine geldik ama gördüğümüz durum karşısında çok şaşırdık. Ülkemizin bu güzel başkentinde bu müzeyi bu halde görmek üzüntü verici. Yetkililerle görüşmeye çalıştım fakat başarılı olamadım. Dilekçe yazdım , internetten mail attım ama nafile. ” diyerek tepkisini dile getirdi.
Müzede bulunan önemli bilgiler
Açık Hava Buharlı Lokomotif Müzesi’nin kapıları kapalı olduğundan ziyaretçilerin merak ettiği fakat ulaşamadıkları önemli bilgileri derledik.
Demiryollarında İlkler
İlk tren: 1848 yapımı FAIRFIELD adlı trendir. Saatte 40 km hız yaparak birinci mevkide 16, ikinci mevkide 32 yolcu taşıyordu. Birinci Mevkiin panoramik pencereleri bu alanda öncülük yaratmıştır.
Koridorlu ilk vagon: 1853’te New York’ta yapıldı. 15 metre uzunluğundaki vagon, beş kompartıman ve bir WC’ye bölünmüştü. Mekanların hepsi de 45 cm genişliğinde bir koridora açılıyordu.
İlk yataklı tren: 1836 yılında Pennslyvannia-Chambergburg adlı trene ilk yataklı vagon konuldu. Vagon dört kompartımana ayrılmıştı. Yolculara yastık, battaniye verilmediğinden ayakkabı ve giysileriyle kıvrılıveriyorlardı.
İlk dizel lokomotif: Düzenli sefer yapan dizel lokomotif İsviçre’de yapılıp, Tunus demiryollarında işletildi.
İlk gezinti treni: 1834 yılında Glasgow demiryolunca hizmete verildi. Belirli bir olay için tek seferlik tren gezisi 7 Ağustos 1839 günü İngiltere’de küçük bir istasyona gerçekleştirildi.

Buharlı tren turlarının yapıldığı ülkeler ile hatları
Türkiye: Batı ve Doğu Anadolu bölgelerinde turistik amaçlı turlar düzenlenmektedir. Çalışabilir durumda 58 adet buharlı lokomotif bölgelerde bulunmaktadır.
Hindistan: Delhi-Bombay-Himalaya turu
Pakistan: Lahor-Peşaver
Çin: Pekin-Datong arası turistik turlar, ülke genelinde yılda 400 adet üretilen buharlı lokomotifler her coğrafi bölgenin özelliklerine göre yapılıp kullanılmaktadır.
Endonezya: Cibatu-Sumatru
Güney Afrika: Johanesburg-Kimberley
Polonya: Güney Batı Polonya ile Bohemya turu
Macaristan-Avusturya-Almanya: Zaman zaman birbirlerine bağlantılı olarak bu ülkeler arasında tren turları düzenlenmektedir.
Fransa: Marsilya-Nice-Limone
İsviçre: Davos-Lanquart 

2 Mart 2012 Cuma

Başkentin tarihsel portresi: Ankara Kalesi

Özgür EKİM
Geçtiğimiz Ağustos ayında CNBC-e Business dergisi tarafından yapılan anket çalışmasında, “Türkiye’nin en yaşanabilir şehri” Ankara seçilmişti. Biz de bu bağlamda Ankara’nın tarihsel dokusuna ışık tutan ve bir simge haline gelen Ankara Kalesi’ni izlemeye aldık. Ankara Kalesi tarihi dokusu bakımından değerlendirildiğinde, bu özelliğini yitiren bir yapıt karşımıza çıkıyor.
Kale çevresinde yapılaşmaya imkan tanınması, buna bağlı olarak yaşanan altyapı problemleri, kalenin bazı noktalarındaki yoğun atık çöp kokusu, bitmeyen  restorasyon çalışmaları ve bu çalışmalar neticesinde kale içine giriş çıkışın olmaması, son zamanlarda yaşanan hırsızlık olayları gibi olumsuzluklar kalenin tarihsel dokusunu zedeliyor. Bunun yanında dar sokaklar ve bu sokaklara araç girmesi ve otopark problemi kaleyi ziyaret eden yerli ve yabancı turistler için zorluk teşkil ediyor. Ayrıca, halihazırda devam eden kanalizasyon çalışmaları da ziyaretçileri huzursuz ediyor. Ancak tüm bu olumsuzlukların yanında kaleyle ilgili güzel izlenimlerde edinmedik değil.
Ankara Kalesin’de neredeyse her türlü ihtiyacı karşılayacak mekanlar mevcut. Müzeler, Hediyelik eşya satan dükkanlar, aktarlar, nalbur dükkanları, gümüşçüler, kafeler, restaurantlar, eğlence mekanları gibi sosyal aktivite alanları var. Bunların yanı sıra tarih olmaya yüz tutmuş meslekler arasında yer alan çuvalcılık, tesbihçilik, bakırcılık, dokumacılık gibi el emeği gerektiren mesleklerin ürünleri de mevcut.
Kale halkına gelince, yerli halk zamanla şehir merkezine göç etmiş ve buralara özellikle doğu ve güney doğu Anadolu bölgesinden yoğun göç yaşanmış. Halk günlük yaşamını erkekler kahvede, kadınlar evlerinin önünde oturup sohbet ederek geçiriyorlar. Kale ve çevresini tanıtma görevini rehber çocuklar üstlenmiş.
Gelelim kale esnafına. Yaptığımız görüşmelerde gördük ki, esnafın en çok şikayet ettiği nokta, turist sayısında yıldan yıla görülen azalma ve kontrol edilmeyen araç trafiği.
Tarihin gölgesinde şirin bir kafe: Gramofon Kafe
Samanpazarı’nda yer alan ve her yanı taş plaklar, eski film makineleri, radyolar ve gramofonlarla donatılmış bir mekan gramofon Kafe. İçeri girer girmez taş plaktan yükselen ve insanı alıp geçmişe götüren nağmeler kulağınızı dolduruyor. Mekan sahibi gramofon Ali olarak da tanınan Ali Olcay. Olcay, yaklaşık 40 bin eserlik bir arşive sahip olduğunu söylüyor.
Gramofon sevgisini sonradan kazandığını, insan sesine en yakın tınıyı plağın verdiğini ve bunun çok etkileyici olduğunu ifade eden Ali Olcay, daha önce küçük bir dükkanının olduğunu ve burada gramofon tamir edip küçük dinletiler sunduğunu belirtti. Ali Olcay, Cumhuriyet gazetesinin kafesinde ve cumhuriyet etkinliklerinde dinletilerde bulunmuş. Artan ilgi üzerine de bu kafeyi açmış.
Gramofon Ali burada hem antika eserleri sergiliyor hem de plak alım-satımında bulunuyor. Öte yandan büyük bir Orhan Gencebay hayranı olan Ali Olcay’ın bir de Orhan Gencebay köşesi var.
Gramofon Kafe’de sabah kahvaltısı, öğle yemeği ya da sıcak soğuk içecek imkanı mevcut. Gramofon Kafe her yönüyle tarih, kültür ve sanat kokan bir mekan.
Gördük ki Ankara Kalesi artılarıyla, eksileriyle kültür turizmine katkısı olan bir mekan. Bu yazıyı okuyanlar “Ankara Kalesi’nin, Ankara’nın yaşanabilir şehir sıralamasında birinci seçilip seçilmemesiyle ne alakası var?” diyebilir. Alaka şudur ki; bir şehrin tarihi dokusu o şehrin simgesi halindedir ve o doku o şehrin kültürel tablosunu oluşturur. Bu tablo ne kadar parlaksa, o şehir yaşanmaya o kadar müsaittir.