25 Şubat 2013 Pazartesi

TERKEDİLMİŞ ŞEHİR


Şems Şeyma AÇIKAY

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde çook eski bir şehir varmış. Bu kadim şehrin bereketli toprakları üzerinde, bozkır kokusu eşliğinde Hitit’in sarı sıcak güneşi açar, dillere destan filleri ile yüreklere korku salan komutan Timur’un kısacık saltanatı sürer, gün gelir Roma hükümdarı surları ile çepeçevre etrafını sarar, aynı surların üzerinde tevazunun ve hoşgörünün piri Hacı Bayram Veli’nin duaları semalara yükselirmiş…


Hikayenin burasında ve “şimdi”sinde ise, yitirdikleri ile yalnız bir şehirdir Ankara… Tüm varlığını kaybederek depresyonun eşiğine gelmiş bir müflis tüccardır  Ankara… Sararmış fotoğrafları ile eski bir aile albümüne bakarak maziyi yad eden bir bedbahttır.
O eski fotoğrafların arka fonunda, gözlerinde yaşla mahcup bakıveren; ne Yakub Kadri’nin ne M. Şevket Esendal’ın ne de Yılmaz Erdoğan’ın şehridir artık Ankara… Ne Ayaşlı’nın  Kiracıları ile yaşadığı eski evi ne Selma Hanım’ın yalnız ve bir o kadar mutsuz ama bunlara inat görkemli konağı ne Binbaşı Hakkı Bey’in av merakını giderdiği Etlik bağları  ne de alnında ciddi bir devlet asabiyeti olan memurları ile… aynıdır artık. Ankara ne Rauf Bey’in her sabah önünden geçtiği Ulus’taki kadim şehir saati ne memur Yusuf’un hiçbir iş yapmadığı ama orada olmazsa muhakkak bir şeylerin de eksik kalacağı bürokrasisi ile ne de Saatleri Ayarlama Enstitüleri’nin gerekliliği asla sorgulanamaz varlığı ile aynı şehirdir Ankara…



Ne karısının bayat ekmeklerden yaptığı tatlıyı çok sevmese de, yine de bu tasarrufu takdir eden bir günden bir sürü gün yapan memurları var artık ne de kaymakam pederinin bir ricası ile bir anda kendini Maarif Müdürlüğü’nde küçük bir masanın başında bulan Kuyucaklısı Ankara’nın…


Bir hayalin belli belirsiz aksi ve ardından hünerli ressamın tuvalini çoktan aşarak can bulan “Kürk Mantolu”su ile arasına sadece yıllar değil, yollar da giren yorgun Rauf Bey’in ancak uğurlarken “Madonnası”ndan yadigar bir evladı olduğu hakikatini öğrendiği garı ile aynıdır Ankara… Ne garı ne rayları ne treni ne vagonu ile aynıdır bu şehir…

Tüm bu yoklukları ile artık terkedilmiş bir şehirdir Ankara, kuru kaldırımları, laf olsun parkları, dostlar alışverişte görsün caddeleri ile yapayalnız bir şehirdir Ankara. Ne hovarda, şıpsevdi, hafifmeşrep İstanbul’un yanında ağır başlı tavrı ile eskinin evlenilecek kızıdır, ne de kızımızı gönül rahatlığıyla vereceğimiz SSK’lı damat adayı. 
Bir varmış bir YOKmuş bu şehir… Gerçi kışları hala ziyadesi ile karlı ve soğuktur hakkını teslim etmek gerekir, hala Ankara’ya öyle yakışır ki kar, buz tutar resmi yalanlar…

20 Şubat 2013 Çarşamba

Neden Türkiye?


Rukiye KIRKAYA

Farida Ayvazova, eğitim için Türkiye’yi seçen öğrencilerden biri. Ayvazova Kazakistan’ın Ahıska Türklerinden. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümü 4.sınıf öğrencisi olan Ayvazova, 6 yıldır Türkiye’de yaşıyor.


Eğitiminiz için neden Türkiye’yi tercih ettiniz?
Türkiye’de okumak istememin birkaç nedeni vardı. Bunlardan ilki maddi olarak Türkiye’de eğitim daha ucuz. Kalite olarak daha iyi. Ahıska Türkü olduğumdan gerçek memleketim olan Türkiye’yi merak ettim. Bir de yurtdışında okumak daha popüler olduğu içindi.

Peki gelmeden önce ne gibi kriterleri yerine getirdiniz?
İlk olarak Türk Cumhuriyetler sınavına (TCS) girdim. Sonra Ahıska Türkler kontenjanı sınavını geçtim ve Türkiye’yi kazandım.

Türkçeyi nasıl öğrendiniz ya da önceden biliyor muydunuz?
Hayır. Türkiye Türkçesini bilmiyordum. Bu yüzden Türkiye’deki ilk yılımda İzmir Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmalar Enstitüsünde Türkçe hazırlık gördüm.

Türkçeyi öğrenirken zorlandın mı?
Ana dilim Ahıska Türkçesi (eski Türkçe) olduğu için bazı benzerlikler vardı. Yine de zorlandığım zamanlar oldu.

Yabancı öğrenci olmanın size ne gibi avantajları oldu?
Devletten burs alıyorum. YURTKUR’da bedava olarak kalıyorum. Sosyal olarak da senede bir kez düzenlenen Ahıska Türkleri gecesinde tüm dünyadan gelen Ahıska Türklerini tanıdım. Rusça ve İngilizce bilmem dolayısıyla farklı yerlerden iş teklifleri aldım. Türk kültürünü ve Türklerin misafirperverliğini sıcakkanlılığını tanıdım.

Zorlandığınız konular oldu mu?
Ailemden uzak olmak çok zordu. Bunun dışında kültür farkı olduğu için insanlarla iletişim kurarken biraz zorlandım.

Genel olarak Türkiye beklentilerinizi karşıladı mı?
Eğitim anlamında umduğumu bulamadım. Okuduğum bölüm dolayısıyla İngilizce derslerinin ağırlıklı olmasını beklerdim. Teorikten çok pratik olarak ders görmeyi umuyordum.
Sosyal hayatta ise tam tersi oldu. Buradaki insanlarla fazlasıyla iyi anlaşabildim. Güzel arkadaşlıklar edindim

Bu yıl okulunuz bitiyor. Sonrası için ne gibi planlarınız var?
Okulu bitirebilirsem Kazakistan’a dönmeyi düşünüyorum. Mesleğim dolayısıyla gelişmekte olan Kazak medyasında yer almak istiyorum. Kazakistan’da Türk dizileri yayınlanıyor. Diziler dublajlı olarak yayınlandığı için Türkçe bilen çalışanlara ihtiyaç var. Ben de bu alanda kendime iş bulabileceğimi düşünüyorum. Ancak bunları yapamazsam Türkiye’ye geri dönüp Rusça ve İngilizce bilmemden dolayı bir televizyon kanalından aldığım iş teklifini değerlendirmeyi planlıyorum.


18 Şubat 2013 Pazartesi

Çok Konuşulan Meslek: Gazetecilik


İsmet Özçelik: “Basın üzerindeki baskılar, 12 eylül sonrası bir iki yıl hariç hiçbir dönemde bugünkü kadar olmadı.”
 “Gazetecilikte emeğin rolü ikinci plana düşmüş durumda.”
“Gazetecinin önemi azalırken, reklam haberciliğinin önemi arttı.”



Kurtuluş ALADAĞ

Gazetecilik mesleği, gün 24 saat yıl 365 gün durmadan dinlenmeden yapılan bir meslek. Gazetecilik mesleğinin iyi yönlerini, kötü yönlerini, çalışma koşularını öğrenmek için Aydınlık gazetesi Ankara Temsilcisi usta gazeteci İsmet Özçelik ile sizin için bir söyleşi yaptık.


Mesleğe nasıl başladınız.?
İlk gazeteciliğe 1978 yılında başladım. 12 Eylül sonrasında gazeteciliğe bir süre ara vermek durumunda kaldım. Daha sonra yeniden fiili gazetecilik ve basın danışmanlığı yaptım.

Neden gazetecilik mesleğini  tercih ettiniz, kaç yıldır gazetecilik yapıyorsunuz?
Gazetecilik için “gazeteci olunmaz, doğulur” diye bir söz vardır. Ben bu sözün gazeteciliğin istenerek yapılacak bir iş olduğunu anlatmak için söylendiğini düşünüyorum. Gerçekten de gazetecilik istenmeden yapılacak bir iş değil. İstemeden yapmaya çalışırsanız başarılı olma şansınız yoktur. Gazetecilik 24 saat yapılması gereken bir iştir. Gazeteciliği diğer işlerden ayıran da budur. İlk gazeteciliğe 1978 yılında başladım. Daha sonra bir süre ara verdim, ancak tekrar döndüm. Ara verdiğim dönemde de yine gazeteciliğin bir başka alanında, basın danışmanlığında çalıştım.

Gazetecilik mesleğini seçmenizde sizi yönlendiren herhangi bir kişi ya da olay oldu mu?
Kimse yönlendirmedi. Biraz da koşullar beni gazeteci yaptı. Gazetecilikteki ilk hocam gazeteci Fikret Otyam oldu. Her başım sıkıştığında ona sordum. Onun önerilerini dinledim.

Mesleğinizi  yaparken daha çok hangi  problemlerle karşılaştınız, bu problemleri aşmak için neler  yaptınız?
Mesleğin problemi çok. Bizim gazeteciliğe başladığımız yıllarda bilgisayar, cep telefonu yoktu. Her haber ciddi bir emek ürünüydü. Şimdiki gibi haberler internetten çalınmıyordu. Emeğe dayandığı için gazetelerde daha çok gazeteci istihdam ediliyordu. Bugün gazetecilikte yaşanan bir başka sıkıntı da kurumların medya ilişkilerini yürüten halkla ilişkiler şirketleri. Bu şirketler görüntüyü de haberi de bürolara ulaştırıyor. Gazete yöneticilerinin işine geliyor. Ama gerçek değil, size sunulan şekliyle haber yapılabiliyor. Bunun sektörde çalışan gazeteci sayısını azaltması bir yana, meslek etiği açısından çok ciddi tartışılması gereken bir durum olduğunu düşünüyorum.Basın üzerindeki baskılar benim gazetecilik yaptığım 12 eylül sonrası bir iki yıl hariç hiçbir dönemde bugünkü kadar olmadı.


Gazetecilik mesleğinin çalışma alanları  ve koşulları hakında bilgi verebilir misiniz?
Gazetecilik mesleğinin çalışma alanları gazeteler, televizyonlar, internet heberciliği, çeşitli kurumların basın danışmanlığı, son dönemlerde halkla ilişkiler şirketleri diye sınırlanabilir. Her alanın kendine göre sıkıntıları ve iyi yanları var.

Ülkemizin ekonomik koşularını da dikkate alarak gazetecilik mesleğinin yerini ve önemini değerlendirebilir misiniz?
Şu anda gazetecilikte emeğin rolü ikinci plana düşmüş durumda. Gazeteler reklam ve kar için her şeyi yapıyor. 1980 öncesinde gazetelerde kullanılan haberlerde özel şirketlerin ismi ve amblemi görünen fotoğraflara yer verilmezdi. Hatta sık sık foto muhabirlerine “sen bu şirketten para mı aldın” eleştirileri yapılırdı. Sayfa sorumluları bu tür fotoğrafları çıkarırlardı. Şimdi neredeyse reklam taşımayan fotoğraf kullanılmaz oldu. “reklam haberi” gibi bir kavramla karşı karşıyayız. Gazeteye reklam veren firmanın haberleri büyütülür oldu. Bu mesleğin de kirlenmesine yol açtı.Bu çerçevede mesleğe olan güven de tartışılır oldu. Bütün bunlarda ekonomide izlenen politikaların ve ona uygun gazete çıkarmanın payı var. Gazetecinin önemi azalırken, reklam haberciliğinin önemi arttı. Bu siyasi reklamlar için de şirket reklamları için de geçerli. Bu da mesleğin toplumdaki yerini ve önemini azalttı.

Gazetecilik mesleğinde başarılı olmanın anahtarı nedir?
Okumak, görmek, çalışmak. Gazeteci için her yer haber alanıdır. Çöpten çöp toplayan insanlar, tarlada çalışan çiftçiler, fabrikada üreten işçiler haber konusudur. Belediye otobüsündeki yolcular, sokakta yürüyenler, okula giden çocuk … kısacası insan, doğa her şey haberin konusudur. Gazeteci her konuda kendini geliştirmeli, uzmanlaştığı alanda o alandaki en yetkili kişi kadar bilgiye sahip olmalıdır. Gerçekten alanının uzmanı olmalıdır.

Gazetecilik yapmak isteyen genç gazeteci adaylarına önerileriniz nelerdir?
Genç gazeteciler önce gazete okumalıdır. Gazeteye bakmamalı, okumalı ve anlamalıdır. Dünya ve Türkiye ile ilgilenmelidir. İyi bir gözlemci olmalıdır. Günün 24 saatinde çevresinde olup bitenlerle ilgilenmelidir. Kendilerini geliştirmek için çaba göstermeli, mutlaka dil öğrenmelidir.




14 Şubat 2013 Perşembe

Aşk Sözcükleri


Alain de BOTTON

“İnsanı yalnızlaştıran bir düşünceydi bu: Tek bir sözcük ile hata yapmaktan korkmak belki saçma gelecekti çok bilmişlere, ama yorumcular aracılığıyla konuşmaktan bıkmış usanmış aşıklar için büyük önem taşıyordu bu. İkimiz de aşık olmaktan söz edebilirdik ama aşk ikimiz için de bambaşka anlamlar ifade ediyor olabilirdi. Aşk sözcükleri iletmek, bozuk bir vericiyle, nasıl algılanacağı meçhul şifreli bir mesaj göndermek gibi bir şeydi (yine de gönderilmek zorundaydı mesaj, filizlenir umuduyla sayısız tohumunu havaya salan nergis gibi şansa bağlıydı olay, iyimser bir iletişim çabasıydı-postaya güvenmekten başka çare yoktu).

“Aramızdaki köprüyü ancak dille kurabilirdim. Bu delikli süzgece yığdığım anlamı kavrayabilecek miydi? Anlam ona ulaşana dek geriye ne kadar aşk kalacaktı? Ortak gibi görünen bir dilde diyalog kurmaya yeltenirken, sözcüklerin kökenlerinin farklı kaynaklara dayandığını keşfedebilirdik. Aynı yatakta, aynı kitabı okuduğumuz olmuştu sık sık, sonradan farklı bölümlerden etkilendiğimizi, aynı kitabın ikimiz için farklı kitaplar gibi algılandığını görmüştük. Aynı ayrım, tek bir aşk cümlesinde de oluşamaz mıydı?”
“Tanımı konamayan, yaş günümüzü kutladığımız kültür tarafından yorumlanan bir olgudur aşk. Chloe’ye olan duygularımın aşk olduğunu, çevremde bu soruya yanıt aramamı gerektirecek durumlar olmasa nereden bilecektim? Arabamın radyosundaki şarkıcıyla kendimi özdeşleştirmem, bu olguyu kendiliğinden kavramış olmam anlamına gelmiyordu. Aşık olduğuma inanmam, aşktan küt küt atan yüreklere tapınan bir kültürel çağda yaşıyor olmamım sonucu olamaz mıydı? Beni motive eden, sosyal yaşam öncesi dürtülerimden çok, toplumun kendisi değil miydi? Önceki çağlarda ve kültürlerde Chloe’ye olan duygularımı bastırmam öğretilmeyecek miydi bana (tıpkı bugün külotlu çorap giymek dürtüsüne ya da bir düello çağrısına hakaretle karşılık vermemin öğretilmiş olduğu gibi)?

Bazı insanlar, aşkın varlığından habersiz olsalardı asla aşık olmazlardı, diye bir aforizması var La Rochefoucauld’nun; tarih onu haklı çıkarmıyor mu? Chloe’yi Camden’daki bir Çin lokantasına götürecektim, oysa Çin kültüründe aşka geleneksel olarak pek önem verilmediğini göz önünde bulundurunca, aşk sözcüklerimi başka bir yerde fısıldamam belki daha uygun olacaktı. Antropolog L.K. Hsu’ya göre, Batı kültürlerinin “birey-merkezli” olması ve duygulara büyük önem vermesine karşılık, Çin kültürü “durum-merkezli” ve aşık çiftler yerine daha çok grupların üzerinde duruyor (Lao Tzu’nun müdürü yer ayırtmak için aradığımda son derece sevindi oysa). Aşk asla kendiliğinden bir olgu değildir, farklı toplumlarca kurgulanır ve tanımlanır. Bazı toplumlarda, sözgelimi Yeni Gine’deki Manu’da, aşkı tanımlayacak bir sözcük bile yok. Başka kültürlerde aşk varolan bir olgu ama, belli biçimleri var. Antik Mısır’ın aşk şiirlerinde utanma, suçluluk ya da belirsizlik gibi kavramlar bulunmuyor: Yunanlılar eşcinselliği normal karşılıyorlar, Hıristiyanlık gövdeyi göz ardı edip ruhu erotize ediyor, Troubadour’lar aşkın karşılıksız bir tutkuyu ifade ettiğine inanıyor ve mutlu bir evlilik süren S.M. Greenfield da Sociological Quarterly dergisinde yayımladığı makalesinde aşkı günümüzde modern kapitalizmin neden ayakta tuttuğunu şöyle açıklıyor:
“…bireyleri motive ediyor-onları motive edecek başka bir şey yok çünkü koca-baba ve karı-anne pozisyonlarını doldurarak oluşturulan çekirdek aileler yalnızca üreme ya da sosyalleşme için değil, tüketim mallarının ve hizmet sektörünün dağıtımı için varolan düzenlemeleri korumak ve genelde sosyal sistemin doğru bir biçimde işlemesini sürdürmek için gerekli görülüyor.”
Aşk Üzerine, İstanbul: Sel Yayıncılık, 2010.

12 Şubat 2013 Salı

Gazi’nin lezzet emektarı


Tülin AYRANCI

Muharrem Ersoy, Gazi Üniversitesi’nde Diş Hekimliği Fakültesi ve İletişim Fakültesi ortak yemekhanesinde aşçı olarak görev yapıyor. 1957 yılında Sivas’ın Şarkışla ilçesinde dünyaya gelen Ersoy, öğrencilere lezzetli yemekler yapabilmek için yıllardır emek veriyor.


Öncelikle aşçı olmaya nasıl karar verdiniz?
Ben bu işe 35 yaşımda başladım. Tabi daha önceden deneyimlerim vardı. En azından evde hanımıma yardım ediyordum ve hanım evde olmadığında ailesinin yanına gittiğinde çocuklara ben yemek yapıyordum ve çok da beğeniyorlardı. Hatta hanımım yemeklerimi çok beğenirdi, “Benden daha güzel yapıyorsun” derdi ve gülüşürdük. Ama fırsatını bulduğum her anda evde yine yemek yaparım.

Bu işin  eğitimini mi aldınız yoksa çekirdekten mi yetiştiniz?
Ben ilkokul mezunuyum o zamanki şartlarda okumak zordu tabi, ben de daha fazla okuyamadım. Gazi Üniversitesi’ne girdiğim ilk zamanlarda mutfakta aşçılara yardım ederdim, bulaşıkları yıkardım, malzemeleri temizlerdim, zaten zamanla onların eline bakarak onları takip ederek öğrenmeye başladım. Doğrusu merakım da vardı, bu merakımı ustalarımdan da yardım alarak geliştirdim ve bugün burada öğrencilerimize hizmet veriyorum.

Gazi Üniversitesi’nde kaç yıldır görev yapıyorsunuz?
1993 yılının ekim ayında Gazi üniversitesi Diş Hekimliği ve İletişim Fakültesi yemekhanesine geldim ve o zamandan beri yerimi hiç değiştirmedim. Yaklaşık 20 yıldır aynı fakültede hizmet vermekteyim. Bulunduğum yerden ve öğrencilerimizden çok memnunum, onlara hizmet vermek beni mutlu ediyor. Özellikle kendim okuyamadığım için ve bir üniversitede çalışıp onların karnını doyurmak ve daha sonra onların derslerine gidip ders çalıştıklarını görmek beni mutlu ediyor.



Öğrencilerin yemekler hakkındaki düşünceleri ne yönde oluyor, beğeniyorlar mı?
Çok beğeniyorlar, hatta ilk tabaklarını bitirip ikinci bir tabak daha yemek istiyorlar, ama maalesef diğer öğrencilere yetersiz olur diye veremiyoruz. Yani herhangi bir şikayet almıyoruz ve öğrencilerimiz yemeklerimizi beğenerek yiyorlar. Zaten herkesin beğenisine göre yemek çıktığını düşünüyorum, özellikle et ve salata, bunları birçok kişi beğenerek yer ve bizde de bolca bunlar çıkıyor.

Yemekhanede günlük menüler kimler tarafından belirleniyor?
Merkez kampüsteki MEDİKO tarafından belirleniyor. Listeler 15 günlük olarak diyetisyenler tarafından bizlere gönderiliyor ve biz de ona göre günlük olarak yemeklerimizi yapıyoruz. Tüm malzemeler de yine oradan geliyor, sayılı bir şekilde unumuzu, yağımızı, şekerimizi yani gerekli olan malzemeleri MEDİKO gönderiyor.

Belirlenen günlük menülerin sağlıklı olduğunu düşünüyormusunuz?
Tabi bence sağlıklı, çünkü menüler zaten diyetisyenler tarafından hazırlanıyor ve onlar da bu işin eğitimini aldıkları için kesinlikle sağlıklı, zaten listelerde bizlerin kaç gram yağ, un, şeker, pirinç vs. şeyler koyacağımız da diyetisyenler tarafından sağlık kurallarına göre kalori oranları belirlenip gönderiliyor.

Yapılan yemekler yeterli oluyor mu?
Öğrenci sayısına göre yapıldığı için yeterli olmama gibi bir durum olmuyor. Biz öğrenci sayılarını MEDİKO’ya gönderiyoruz ve onlar da bu sayılara göre bizlere malzeme gönderiyorlar. Bu yüzden yemeklerimiz yeterli oluyor.

11 Şubat 2013 Pazartesi

Akdoğan: Can güvenliğimiz yok


Duygu ARSLAN

Taksi şoförlüğü mesleği gerçek bir emek mücadelesi gerektiriyor. Taksi şoförleri çetin kış şartlarının gelmesiyle zorluklar yaşıyor. Ankara Yenimahalle’de bulunan Merkez Taksi Durağı çalışanı Bilal Akdoğan ile taksicilik mesleği hakkında söyleştik.



Olumsuz hava şartları işlerinizi nasıl etkiliyor?
Kış şartlarında görüş açısında zorluk yaşıyoruz. Yolların yağışlı ve karlı olması nedeniyle akıcı olamıyoruz, bu bizi zorluyor. Fakat olumsuz hava şartlarında işlerimiz daha çok oluyor. Böyle durumlarda çoğu vatandaş arabasını kullanmıyor. Taksileri tercih ediyor. Yağmurda, karda üşüyen de taksilere zorunlu olarak biniyor.

Bu meslek ile ev geçindirmekte sıkıntı yaşıyor musunuz?
Çok sıkıntı yaşadığımı söyleyemem. Eğer araç sahibiyseniz geçiminizi sağlamakta çok sıkıntı yaşamazsınız. Ama araç sizin değil şoför olarak çalışıyorsanız durum biraz daha zor oluyor tabi.

Ankara’nın büyükşehir olması işlerinizde sizin için bir avantaj mı?
Evet. Ankara’nın nüfusunun kalabalık olması, bakanlıkların burada bulunması bizim için avantaj sağlıyor.

Dolmuş seferleri işlerinizi etkiliyor mu?
Çok fazla etkilemiyor.

Sizce araçlarınız Avrupa standartlarına uygun mu?
Avrupa standartlarına tam olarak uygun olmasa da araçların çoğu yenilendi. Yenilenen araçların çoğunda klima, ABS (fren sistemi), air bag (hava yastığı) var.

Taksiciliğin zorlukları, tehlikeleri nelerdir?
En büyük sorunumuz can güvenliğimiz yok. Genellikle alkollü müşteriler ile sorun yaşıyoruz. Çalışma saatlerimizin standart olmaması da sosyal yaşantımızı sınırlıyor.

Taksicilerin can güvenliği için neler yapılabilir?
Takip sistemi yapılabilir. Böylece hem şoförün hem de müşterinin can güvenliği sağlanabilir. Ön koltuklar ile arka koltuklar arasına camlı koruma bölme sistemi yapılabilir. Araç içine ses ve görüntü kaydı yapılabilecek cihazlar konulabilir. Araçların emniyetli sağlam olması da önemli tabi.

Sizce müşterilerin yaşadığı sıkıntılar nelerdir?
Müşterilerin de sıkıntıları var elbet. Taksicilerin fazla para almasından ve yolları uzatmasında şikayet ediyorlar. Taksi şoförlüğü sertifikası olmayanların da taksi şoförlüğü yapması müşterileri korkutuyor. Bu nedenle müşteriler genellikle durak taksilerini tercih etmeli.

Görev halinde taksicilerin davranışları nasıl olmalı?
Taksici çalıştığı kenti iyi tanımalı, müşteriyi istediği yere en kısa yoldan götürmeli. Güzergahını doğru seçmeli. Dikkatli olmalı. Kılık kıyafeti düzenli, temiz olmalı. Müşteriye karşı kibar olmalı, saygılı ve anlayışlı davranmalıdır.