20 Aralık 2024 Cuma

TARIK Ü.: “ 120 KG UYUŞTURUCUYLA YAKALANDIM 65 KG İLE YARGILANDIM”

 Sultan AĞYAR

 Mayıs 2023 seçimlerinden sonra Türkiye’nin çeşitli illerinde ve özellikle de İstanbul’da yakalanan uluslararası uyuşturucu baronları ve el konulan uyuşturucu maddeler gündemdeki yerini korurken, İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail UÇAR bir mektupla Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna adliyede oluşturulan  uyuşturucu-rüşvet çarkını anlattı. Başsavcı UÇAR mektubunu şöyle bitiriyordu:

Uyuşturucu gibi kötü bir melaneti hoşgören, örgüt elebaşlarını yeni suç işleyeceklerini bile bile yargılama bile yapmadan salıveren, çalışma arkadaşlarımız üzerinde korku imparatorluğu oluşturup mobinge maruz brakan, tavassutta bulunan, yargılamayı etkilemeye teşebbüs eden örgütlü ya da örgütsüz bu yapıların çökertilmesi için gereğinin yapılması yüksek takdirlerinize arz olunur.”

            Özellikle son beş yılda adliye ve emniyet mensuplarının bir kısmının uyuşturucu çarkının içinde yer aldıkları bilgi ve belgelerle ispatlansa da bunların sadece buzdağının görünen kısmı olduğu bilinen bir gerçek. Milli bir sporcu iken ardı ardına yaşadığı birçok olay sonrasında kendini uyuşturucu ticaretinin merkezinde bulan Tarık Ü. ile kendi bireysel serüveninde Ankara’da adliye,emniyet ve cezaevinde maruz kaldığı usulsüzlükleri ve çürümüş düzeni konuştuk.

 

Tarık Ü.  kimdir?

            Şu an 33 yaşında olan Tarık Ü., 3 yaşındayken geçirdiği hastalık sonucunda işitme duyusunu kaybetti. Konuşma ve işitme engelli bir birey olarak öğrenim hayatı ve sosyal yaşantısında dışlanma ve ötekileştirilme problemlerini en üst seviyede yaşadı. Ailesinin desteği ile başladığı spor hayatında milli formayı (boks dalında) giyene kadar yükseldi. Sporu bırakmasının ardından masum bir şekilde başladığı hayat yolculuğunda çok sayıda olaya bulaşan, şizofreni teşhisi konulan bir suçlu haline geldi.

Milli bir boksörken suç dünyasına nasıl bulaştınız?

            Aslında ben boksu bıraktıktan sonra yasal olan bir işim vardı. Oturduğum mahallede bir internet kafe açtım. Eniştem işlediği bir suçtan ötürü cezaevine girince benden sahibi olduğu oto kiralama dükkanına geçip işleri takip etmemi istedi. Ablamın ve eniştemin üzerine birçok araç vardı. Ben de onlara sahip çıkma adına orada işe başladım. Eniştemin ortağı ile sorun yaşamasından sonra, ablam ortaklıktan rahatsız olduğu için aracını  geri istedi.  İki gün sonra ablamın aracı müşteriden geldi ve ben gidip aracı teslim aldım. Eniştemin ortağı (Harun) beni bir gün sonra arayarak araçta bir çantasının olduğunu söyledi. Bir alışveriş merkezinin otoparkındaki yıkama bölümünde buluşarak emanetini geri almak istedi. Belirtilen yere gittiğimde   çantayı  aldı.  Sonra bagaja geri koymuş ve ben bunu görmedim. Ben eve doğru yolda giderken ilk kırmızı ışıkta durduğumda etrafımı polisler çevirdi ve beni yere yatırıp kelepçelediler. Aracın bagaj kısmında Harun’un çantası duruyordu içini açtılar. Poşet içerisinde 1 kg esrar çıktı. Ben bu esrarın bana ait olmadığını ve asıl suçlunun biraz önce yanımda olduğunu söyledim. Niçin o zaman operasyon yapmadınız dememe rağmen polisler beni dinlemedi ve emniyete götürdüler. Suça ilk bulaşmam bu oldu.

            Anladığım kadarıyla işlemediğiniz bir suçtan dolayı ceza aldınız.

            Tam olarak öyle oldu. Ben emniyette iken işitme ve konuşma engelli olduğum için bana yöneltilen hiçbir suçlamayı tam olarak anlamadım. O zamanki işitme  cihazım şimdiki kadar gelişmiş değildi. Her önüne gelen büyük bir suçluymuşum gibi beni bir aşağı bir yukarı ittirip kaktırdılar. En sonunda Harun tarafından gönderildiğini söyleyen bir avukat geldi. Avukat bana bu malzemenin bana ait olduğunu  kabul etmemin hepimiz açısından iyi olacağını söyledi. Ben kendisine, “Harun’un suçunu ben niye üstleneyim gelsin adam gibi itiraf etsin niye beni yakıyorsunuz” dedim. Avukat ise bana “Hiçbir şey ispatlayamazsın bu işin sonunda araç ablanın üstüne olduğu için emniyet ablanı alır, aracında çıkan uyuşturucunun hesabını ablan verir o zaman” diyerek beni tehdit etti. Ben de hem çaresizlik hem de kanun nizam bilmememden dolayı ablama bir zarar gelmesin diye suçu  üstlendim. Mahkeme beni tutukladı ve 4 ay cezaevinde yattım. Bu süre içerisinde ablam yeni bir avukat tuttu ve ben koşullu salıverildim.

            Bundan başka bir suç işlediniz mi?

            Ben cezaevindeyken ailem internet kafemi boşalttı. Ablam avukata çok yüklü miktarda  ücret ödedi. Maddi ve manevi olarak büyük yara aldık. Cezaevinden çıktıktan bir gün sonra Harun’un işyerine giderek gereğini yaptım.

            Gereğini yaptım derken?

            Böyle bir şerefsizliği bana, enişteme, ablama nasıl yaparsın dediğimde sırıtarak ukala bir şekilde “ne olmuş olur böyle şeyler” dedi. Ben daha önce de bahsettiğim gibi boksörüm. Geçirdiğim zorlu süreç ve aldığım cevap sonunda öfke patlaması yaşadım. Birçok kemiği kırılana ve bayılana kadar Harun’u dövdüm. Kimse bizi ayırmaya cesaret edemedi. Ben tehditler ve küfürler savurarak kiralama dükkanından çıkıp eve gittim. Uzun bir süre polislerin gelip beni almasını beklememe rağmen kimse gelmedi. O kadar yaralanmasına rağmen ve bir çok şahit olmasına rağmen benden şikayetçi olmamış.

            Yani suç dünyasındaki usül bu mudur? Şikayetçi olmazlar mı?

            Tam olarak usül diyemem. Hem benim başımı yaktı hem de ablamdan dolayı eniştemin şimşeklerini üzerine çekince korktu. Ben işyerinden çıkarken “Maddi manevi bütün zararı karşılayacaksın yoksa hergün ailenden birini bu hale getiririm. En sonunda da sen elimde kalırsın” dedim. O da uyarılarımı dikkate aldı sanırım. (Hafifçe gülümsüyor, hem suçlu hem  güçlü olmanın o tehlikeli hazzını yaşıyor belki de…)

            Peki mahkeme süreci nasıl devam etti?

            O da ayrı bir çile. Ben cezaevinden çıktıktan sonra böbrek rahatsızlığım başladı. Haftada iki üç kere diyalize gitmeye başladım. Aylarca devam etti bu durum. Bir gün diyalize giriyorum, ertesi gün ise ölü gibi yatıyorum. Yerimden kalkacak, adım atacak halim yoktu. En sonunda ablam bana bir böbreğini verdi. Böbrek naklinden sonra düzeldim. Böbrek ameliyatından sonra kulağımdan bir ameliyat daha oldum. Şimdi kafatasımın içinde bir çip var. Dışardan da bu çip için bir cihaz var. İstediğim zaman söküp takabildiğim. Mıknatısla kafama yapışıyor. Artık insanları çok daha rahat duyup anlayabiliyorum ve eskiye oranla çok daha iyi konuşabiliyorum. Tüm bu tedavi süreci boyunca tabii mahkemelere hiç gidemedim. Mahkeme benin gıyabımda 8 sene ceza verdi. Halen yargıtayda dosya. Zerre kadar suçum yokken al sana 8 yıl.

            Peki daha sonra yaşadığınız maddi ve manevi kaybı telafi edebildiniz mi? O kısmı anlatmadınız.

            Ben iyileştikten sonra Harun’un yanına gittim. İçeri girince panik yaptı. Ben ona “Bu kadar zararı nasıl karşılayacaksın? Ben niye senin yerine 8 yıl ceza alıyorum?” diyerek bağırıp çağırdım. Harun ve iki çalışanı o sırada arkalarındaki bir şeyleri  kapatmaya çalışıyorlardı. Ben bunları ittirerek arkalarına  baktığımda iki adet çuval gördüm. Çuvalları açtığımda ağzına kadar esrar dolu olduğunu fark ettim. Harun bana “Bunları satıp sana olan tüm borcu harcı kapatacağım” dedi. Ben de ona zarar olsun diye çuvalları alıp arabama koydum. “Ben kendim satar kendi zararımı çıkartırım” dedim. Harun, “Bu malların parasını ödeyemezsem beni öldürürler” dedi. “İnşallah geberirsin” diyerek ordan uzaklaştım.  Amacım bu malları bir şekilde satıp ablama olan bocumu kapatmaktı. İlk olaylar olduktan sonra ablam bizim evde yaşamaya başlamıştı. Malları ablamın boş olan evine götürüp sakladım. Uzun bir süre malları satmaya çalıştım, fakat bir türlü satamadım ve mallar elimde kaldı. Bu sırada Harun’un mal aldığı adamların onun peşine düştüğünü ve  şehir dışına kaçtığını öğrendim. Ben de polisi arayıp birinden zorla iki çuval esrar aldım size teslim etmek istiyorum dedim. Polislerle eve gidip iki çuvalı teslim ettim. Olan biteni olduğu gibi anlattım. Polisler sanki ben ihbar etmemişim de kendileri operasyonla yakalamış gibi tutanak tutmuşlar.

            Çünkü polisler kendileri operasyonla uyuşturucu yakaladıkları için ödül alıyorlar.

            Öyle olduğunu ben de sonradan cezaevinde öğrendim. Üstüne üstlük hem de teslim ettiğim uyuşturucunun yarısını kayda geçmişler. Durduk yere ödül al, üstüne bir de uyuşturucu çal.. Öyle az uz da değil 55 kg…

            Nasıl yani teslim ettiğiniz miktardan daha azını mı kayda geçtiler?

Tabii tabii. Ben de daha sonra mahkemede öğrendim. Önce emniyete gittik.  Emniyette bana “Sen nasıl olur da 120 kg mala çökersin, buna kim inanır” dediklerinde bütün dünya başıma yıkıldı. Saatlerce olayı onlarca kez ayrı ayrı kişiye anlatmama rağmen bana kimse inanmadı. Dönüp dolaşıp “Bu ev kimin, malı kim adına sakladın” dediklerinde beynimden vurulmuşa döndüm. Çünkü ev ablamındı. Ben de sağlığımı, her şeyimi borçlu olduğum  ablama zarar gelmesin diye onlar ne anlattıysa, ne tutanak tuttularsa imzaladım. Mahkemeye sevk olduktan sonra olanı biteni gerçek haliyle hakime anlattım. Hakim bana, “Oğlum 65 kg esrarla yakalanıp masumum mu diyorsun” dedi. Ben de mal 120 kg efendim bizzat tartılırken gördüm diyerek itiraz ettim. Burada 65 kg yazıyor dedikten sonra ben tekrar, gözümle gördüm 55 kg eksik dedim. Hakim “Sağına soluna bakarak bu çocuk deli, aklından zoru var herhalde” diyerek  “Bu kadar esrarı ne yapacaktın?” diye sordu. Ben de “120 kg malı satıp önceki mahkemeden doğan borçları kapatacaktım. Mal 120 kg idi benim malımı bu polisler almış lütfen tutanağa geçsin. İlla ceza yiyeceksem malım bunlara gitmesin” diyerek bağırdım. Sonra hakim sinirli bir şekilde azarlayarak beni akıl hastanesine sevk etti.

            Yani  55 kg  uyuşturucu emniyetten adliyeye giderken buharlaştı mı?

            Ben tartılırken oradaydım. Bunu gözümle gördüm. Dünya laf yedim emniyette. “Sen kimsin ki 120 kg mala çökeceksin?” diye yemediğim hakaret kalmadı. Beni baskı altına alarak ihbar ettiğim malın suçlusu yaptılar. Madem ben suçluyum onlar da suçlu, beraber yargılanalım istedim. Fakat hakim devletimizin şerefli polislerine inanmak varken benim gibi bir uyuşturucu satıcısına inanmadı ve akıl hastanesine sevk etti…

            Akıl hastanesinden deli raporu mu verdiler? Bu suçtan ceza almadınız mı?

            İlk başta tutuklanarak ceza evine girdim. Sevk işlemleri herhalde biraz zaman alıyor. Cezaevinde hem konuşma özürlü hem de zor duyan biri olarak kalmak kolay değil. Herkese masum olduğumu anlatmaya çalışmak da yorucu bir işti. Psikolojim her geçen gün daha da bozuluyordu. İçimdeki öfke giderek büyüyordu. Ailemin ziyaretime geldiği bir gün koğuşa dönerken, benimle dalga geçip vuran ve “Verdin mi siparişi” diyen bir gardiyana saldırıp yumruk attım. Boksör olduğum için gardiyanın tek yumrukta çenesi üç yerinden kırıldı. Alarm zilleri çalınca onlarca gardiyan beni bayılana kadar dövdü. Gözümü revirde açtım. Orada engelli mahkum olduğum için ayrı kurallara tâbi idim. Ziyaret yerleri ve imkanları farklı olmak zorunda idi. Ayrıca ilk darbeyi gardiyan attığı için hepsinden şikayetçi olacağımı söyledim. Cezaevi yönetimi, “Sen şikayetinden vazgeç biz de ekstra tutanak tutalım akli dengesi yerinde değildir diye zaten mahkeme seni sevk etmiş, sevk yazını hızlandıralım sen de kurtul biz de” dedi. Benim de deli olmak işime geldi. Bu kadar tutanaktan sonra deli raporu almak, konuşamayan ve çok az duyan biri için hiç de zor olmadı. O günden bugüne birçok suça karıştım. Şizofreni ve kişilik bozukluğu teşhisi konulduğu için hiç ceza almadım.

            Bu 120 kg esrardan ceza almadınız yani?

İlk olayda hiç suçum günahım yokken 8 yıl ceza aldım. Ondan sonra bir dünya suça karıştım, bir gün bile ceza almadım. Niye? Doğruyu söylediğim için bana deli dediler. Malım çalındı, polisler uyuşturucuya çöktü diye şikayetçi olayım dedim, önce cezaevine attılar sonra akıl hastanesine. Gardiyan dövdüm cezaevi olayı kapatmak için uyumsuz ve akli dengesi bozuk diye tutanak tuttu. Bu saatten sonra ne ben akıllanırım ne de bu kokuşmuş sistem düzelir. Polisin mal çaldığı, avukatın müvekkilini sattığı, mahkemenin doğru söyleyene deli, mal çalana kahraman dediği ve ödül verdiği bir sistemde ben de bu düzene ayak uydurdum. Keşke her şey taa en başından kanunlara uygun olsaydı da girdikten sonra istesen de çıkamadığın bu bataklığa düşmeseydim. Bu berbat hayata hiç bulaşmasaydım

18 Kasım 2020 Çarşamba

TRT’de stajyer olmak…

 


Bendeniz Adsız Yazıcı

Türkiye’nin en büyük televizyon kanalında staj görüp deneyim kazanma, meslek edinme her İletişim Fakültesi öğrencisi gibi benim de çok heves ettiğim bir şeydi; ama gelin görün ki sektör adına pek bir şey öğrenemediğim her günü bir önceki günden daha berbat ve sıkıcı geçen, tam bir ayımı boşa geçirmeme sebep olan bir staj deneyimine dönüştü. Halbuki ne büyük beklentilerle, heyecanla gitmiştim. Kısacası; hayaller Paris, gerçekler…

Staja kabul edilme sürecim

Öncelikle belirtmek isterim ki TRT Kurumu her yıl yüzlerce lise ve üniversite öğrencilerini stajyer olarak kabul ediyor; fakat stajyer alımında özel televizyonlarından farkı, oldukça seçici olması. ( Tabii arkası sağlam iyi bir dayınız, amcanız yoksaJ ) TRT’ de staj yapmak istiyorsanız öncelikle fakültedeki akademik not ortalamanızın en az 3.00 olması gerekiyor. Daha sonra TRT’nin insan kaynaklarına online başvuru yapıp kişisel bilgiler dışında stajyer olarak neden sizi seçmeleri gerektiğine dair ikna edici iyi bir yazı yazmanız gerekiyor. İnsan kaynakları tarafından uygun görülürseniz, kabul edildiğinize dair maille bilgilendiriliyor ve akabinde belirlenen günlerde yazılı ve sözlü mülakata çağrılıyorsunuz. Tüm bu aşamaları geçebilirseniz kesin kabul daveti alıyorsunuz. Benim stajım Covid-19 pandemi sürecine denk geldiği için yazılı ve sözlü mülakatlarım internet üzerinden online yapıldı. Online olması sizi korkutmasın, çünkü yazılı sınav 45 dakikalık genel kültür ve genel yetenek bilginizi ölçen 50 test sorusundan oluşuyor. Video mülakat ise kamerayı açıyorsunuz ekrana tek tek sorular geliyor ve siz cevaplayıp kaydet tuşuna basıyorsunuz. Bunlar sizi tanımaya yönelik, alanınıza ve kuruma dair düşüncelerinizi, birkaç tane de yabancı dil bilginizi ölçen soruları içeriyor.

İşte benim TRT maceram da bu aşamaları geçip kabul daveti almamla başladı. Bu arada alt tarafı bir staj, sanki işe mi alacaklar, ne bu kadar zorlama derseniz sebebi staj süresince size ödeyecekleri maaş! Maaş dediğime bakmayın bildiğiniz cep harçlığı! Asgari ücretin üçte biri miktarda maaş alacağınız için stajyer alımını güçleştiriyorlar. Tabii not ortalamanız düşük ya da zorunlu bir staj değilse, okulunuz sigortanızı yatırmayı kabul etmiyorsa ve CV’me göstermelik eklesem yeter diye düşünürseniz TRT’de staj yapabilmenin tek yolu; o güzel arkası sağlam referanslar; müdürler, valiler, bakanlar…

Sanırım staj boyunca ötelenmek, ezilmek istenmemin nedeni referansımın(!) olmamasıydı. Çünkü stajyer olduğumu söylediğim her üç kişiden ikisi (abartmıyorum) referansımın kim olduğunu sorup durdu. Buna başlarda anlam verememiştim sınavla pek çok kriterleri yerine getirerek girdiğim kurumda nasıl bir referans istiyorlardı ki… Ancak sonradan öğrendim ki referansla(!) gelen stajyerler staj bitiminde sözleşmeli olarak işe alınıyormuş ve bu bilgiyi benle paylaşan kişi 24 yılını kuruma adamış kadrolu bir devlet memuruydu. Bunu öğrendikten sonra stajyer olarak kuruma girebilmek için o kadar harcadığım emeği düşününce kendimi aptal gibi hissettim doğrusu. 


 

TRT’ deki staj günlerim

 Gelelim stajımın ilk günlerine…

Özellikle ilk iki günüm berbat ötesi geçtiL Hayal ettiğim kendimi geliştirebileceğim bir ortam kesinlikle değildi. Beni yerleştirdikleri birim, stüdyolardı ve orası aktif olarak gazetecilik ortamını görebileceğim yer değildi, çünkü yayında kullanılan araçların kullanımı, ayarları ve onarımlarıyla ilgilenen bir birimdi, bu yüzden haber birimine geçmek istedim, pek çok kişi ile görüştüm; fakat izin verilmedi en azından stüdyo habere alın işin reji, server, ses, kj vs kısmını öğreneyim nasılsa okulda reji dersi aldım dedim. Neyse ki oraya geçebildim. Halbuki ben TRT’ ye haber içeriklerinin nasıl hazırlandığını ve tasarlandığını öğrenmek için gitmiştim; ama kendimi tam bir ay boyunca spor haberleri rejisinde spikerin, kameramanların yayına nasıl hazırlandığı, muhabir telefon bağlantılarının nasıl yapıldığı ve haberlerin yayına nasıl aktarıldığını izlerken buldum.

İlk gün tanışmaya gittiğim müdür bey, iki yer gösterdikten sonra “ Kafana göre takıl işte buralarda!” dedi ve gitti... Kurumda pandemiden dolayı zaten çok az çalışan personel vardı onlar da ya uzaktan- evden çalışıyor ya da vardiyalı geliyorlardı. 100 kişilik kocaman salonda 6-7 kişi zor görüyordum, herkes maskeli ve kimse masalarına bile yanaştırmıyor, soru sorduğumda acil işim var, ilerdeki arkadaş yardımcı olsun bahaneleri ve nedense iki dakika ayıramayacak olan o ilerdeki arkadaşlar... Çok konuşkan, iletişimi kuvvetli biri olmama rağmen kurumdaki kişilerle iletişim konusunda çok fazla sorun yaşadım; çünkü sorduğum sorulara ya gerçekten mesleki açıdan yetersiz oldukları için ya da öğretmek istemedikleri için cevap vermiyorlardı. Herkeste garip bir kibir mevcut, prodüksiyon görevlisi bile TRT genel müdürü edasında dolaşıyor.

Stajyerim diye ilk gün kendisi için bana kahve yaptırmak isteyen (gereken cevabı aldı, tabii ki yapmadım), lise mezunu dahi olduğundan şüphe ettiğim sadece evrak işlerine bakan personel bile oldu. Anlayacağınız tam bir Eril TV dünyası…

Gazeteciliğe; haber toplama ve yazmaya, edite etmeye dair gerçekten bir şeyler öğrenmek için orada olduğumu söylüyordum sürekli; fakat kimin umrundaydı ki... Onların benden tek bekledikleri şey; fotokopi çekip sekreter gibi telefonlara bakmam ve kendilerine çay, kahve yapmamdı; fakat bunların benim görevim olmadığını söyleyip yapmadığım için sevilmeyen stajyer durumuna geldim. Sürekli yapabileceğim bir şey var mı lütfen bana da bir iş verin demekten dilimde tüy bitti. Zaten pandemiden dolayı kalabalık olmaması için, çalışanların bile her yere girmesine izin verilmiyorken benim bir köşede oturup vakit geçirmemi bile istemiyorlardı. Pandemiden dolayı daha da tuhaflaşan bir kurum…

Oturmaktan sıkıldığım için ikinci gün bahçede dolaşırken her öğlen TRT Spor kanalında canlı yayın olduğunu öğrendim, sporla hiçbir alakam olmasa da kendimi zorla oraya götürmelerini sağladım en azından reji ortamını, kimin ne iş yaptığını, hibrit bağlantıları nasıl oluyor göreyim istedim. Ancak ilk gün, çok itici argo sözcüklerin, çirkin şakaların havada uçtuğu gitmez olaydım dediğim bir ortamla karşılaştım. Spor bölümünün daha hareketli, eğlenceli ve haberlerin yayına nasıl aktarıldığını daha kolay öğrenebileceğim bir yer olacağını düşünmüştüm; fakat rejiye girdiğimde Galatasaray- Fenerbahçe derbi maçında sevinçten kendini kaybedip sahaya atlayan fanatik taraftarların arasında kalan küçük çocuk gibi hissettim kendimi. Nereye geldim diye sorgulamaya başladım.

Ertesi gün, yoğun ısrarım sonrası stüdyolar birimindeki Mustafa Bey eşliğinde müze gezer gibi stüdyoları gezdim. Tüm gün oturmaktan sıkıldığım için staj boyunca Yunan mitolojisi ve gazetecilikle ilgili pek çok kitap okudum. Covid-19 yüzünden zaten çok az personel çalışıyorken stajyerlerin de oraya dahil olmasını hiç istemiyorlardı. Madem böyle oturmakla, bir şey öğretmeden geçirtecektiniz ne diye sınav (bu zaten trajikomik bir durum oldu) yapıp stajyer aldınız!  Bunu dile getirdiğimde ise, “kurum her yıl belli bir sayıda stajyer almak zorunda bizlik bir durum yok, herkes sen gibi tüm gün oturuyor” diye cevap verildi. Gerçekten de tüm stajyerler gün boyu boş boş oturup PUBG oynuyor ya da bahçede dolaşıyordu.

İnanın ilk günden şafak saymaya başladım... Böyle bir ortamla karşılaşacağımı bilseydim sınava bile girmezdim. Müdür beyin "Buralarda kafana göre takıl işte!" sözünü ömür boyu unutmam sanırım. Stajın ilk iki haftası her gün aynı şekilde geçti. Sabah servisle (TRT personel servislerinden ücretsiz yararlanabiliyorsunuz) evden çıkıp kuruma gidip kendime bulduğum boş bir masada tüm gün kitap okuyup, film izleyip öğlen spor haberlerini seyredip geldim. İki haftayı bu şekilde bitirdikten sonra sabahları gidip birkaç kişiye görünüp canlı yayını seyrettikten sonra öğlenki servise binip eve geldim hep; çünkü evde kendimi geliştireceğim daha çok şey yapıyordum, her şeyi geçtim hareket ediyordum! Hayatımda ilk kez ayaklarım oturmaktan hareketsizlikten şişmişti. Hatta son hafta hiç gitmedim desem yeridir, kimsenin umrunda bile olmadı orada mıyım değil miyim ne arayan ne de soran oldu. Bu arada, sigorta (sadece iş kazası sigortası) yatırdıkları için fakülteden sadece bir kez arayıp kurumda olup olmadığımı, staja devam edip etmediğimi kontrol ettiler. Aslında stajyere-bana haber vermeden staj yaptığım kuruma gelip beni kontrol etmeleri gerekiyorken telefonda “Sen staja gidiyorsun, oradasın değil mi? Güveniyorum bak sana ha?” sorusunu sormak oldukça trajikomik bir durum. Kısacası, kimse görevini doğru şekilde yapmıyor.

TRT’deki stajım süresince öğrenme isteği çırpınışıma kulak veren ve gerçekten yardımcı olmaya çalışan iki kişi oldu. Bunlardan biri; TRT Spor Haberleri’nde yönetmen olan Hakan Bey’di. Hakan Bey çeyrek asırdır kurumda kadrolu çalışan ODTÜ makine mezunu bir gazeteciydi. Bana, yayına hazır hale getirilen haberlerin yayına aktarılma sürecine dair her aşamayı ve kullanılan cihazları, kimin hangi işi, nasıl yaptığına kadar uygulamalı gösterip anlatan, öğreten kişi oldu. Ekrandaki alt yazıları veren KJ operatörünün, çoklu pencerelerin içini dolduran resim seçicinin, süre ve haber düzeni yapan server’cının görevlerini kullandıkları cihazlarda neler ve nasıl yaptıklarını anlatıp öğretti. Hakan Bey’den öğrendiklerim sayesinde, şimdi haberleri ya da tartışma programlarını seyrederken TV ekranına çok daha farklı bir açıdan bakabiliyorum.

TRT’deki stajımın benim açımdan vakit kaybı ve faydasız geçtiği için üzülüp yakınırken son gün tanıştığım Dış Yayınlar biriminde editör olarak görev yapan Orhan Bey de, bana yardımcı olacağını söyledi ve yaklașık 3 buçuk saatini bana bir şeyler öğretmek için ayırdı. Okuldaki derslerde öğrendiğim teorik bilgiler üzerinden hem hatırlatmalar yaptı hem örnekler verdi. TRT'nin kullandığı Octopus Newsroom sistemini çok merak ediyordum bana nasıl kullandıklarını, haber havuzunu, yayında kullanılan kuşak, efektler ve haberi oluşturan içeriğin muhabirden yayına hazır hale gelme sürecine kadar tüm aşamaları nasıl yaptıklarını anlatıp, sistem üzerinden birkaç uygulama ile gösterdi. Stajın son günü, son saatlerinde adeta hızlandırılmış eğitim aldım diyebilirimJ (Halbuki bir ay boyunca neler öğrenebilirdim. Sanırım en büyük şanssızlığım, pandemi sürecine ve yanlış insanlara denk gelmem oldu.)

 Orhan Bey ile birlikte birkaç haberi edite ettik. Ancak şöyle bir durum tespit ettim; haber yazımında dikkat edilmesi gereken pek çok şey göz ardı ediliyor. Örneğin; yazılan haberler kesinlikle ters piramit özelliği taşımıyor. Haber girişinde bırakın 5N1K' ye dikkat etmeyi reyting uğruna haber başlıkları öznel yargılarla dolduruluyor. Aslında bunun yalnızca TRT'ye özgü bir şey olduğunu da düşünmüyorum ben; medya patronlarının ve çalışan gazetecilerin iletişim fakültesi mezunu olmadıkları için ayrı bir anlatım dili oluşturulmuş ve bu anlatım dili; okuyan/ izleyen/ dinleyen herkes tarafından anlaşılsın diye haber yazımı çirkinleştirilmiş. Orhan Bey ile edite ettiğimiz haberleri ben muhabir olsam ve fakültede öğrendiğimiz ters piramit kurallarına uyarak yazsaydım eminim editör yırtar çöpe atardı J Edite edilmiş ya da yabancı kaynaklardan çevrilmiş haberleri incelediğimde haberlerin nesnelliğini kaybedip kurum ideolojisine uygun şekilde yayına hazırlandığını gözlemledim. Muhabirin yazdığı haber, yayına girene kadar birden çok kişinin kaleminden geçiyor ve son şeklini belirleyen şeyse tarafsız olması gereken ancak olmayan kurum ideolojisi… Medyadaki tekelleşme ve yoğunlaşmanın getirdiği sorumsuzluk ile çıkar ilişkileri maalesef Türkiye’nin en büyük televizyon kanalı TRT’yi de ele geçirmiş, etik ilkeler dışına itmiş. Ne üzücü ki koskoca kurumda çok az sayıda işini hakkıyla ve bilerek yapan gazeteciler var. Ah bir zamanların bağımsız devlet kuruluşu TRT…

Staj boyunca rejide KJ operatörü, resim seçici, servercı ve yönetmeni izlemekten yoruldum diye isyan ediyordum; ancak orada gözlem yaparak kendi kendime öğrendiklerim ve Hakan Bey’in anlattıkları, Orhan Bey’den sadece birkaç saatte öğrendiklerimi hem pekiştirdi hem anlamlandırdı. Emin olun, fakültede derslerde okuduğumuz kitaplar, öğrendiğimiz teorik bilgiler uygulama aşamasında bize sadece yol gösterici oluyor. İletişim Fakültesi öğrencisi olarak teorik bilgi birikimine sahip olduğumuz için öğrenmemiz daha hızlı ve kolay oluyor; fakat kurumda çalışanların pek çoğu farklı fakültelerden mezun olmuş kişilerden oluşuyor. Bu da bana bir kez daha gösterdi ki herkes kolayca gazeteci olabiliyor… Yalnız biz iletişim öğrencilerini onlardan farklı kılan bir gerçek var ki bu yüzden kendimi çok şanslı hissediyorum. O da şu: iletişimle alakalı okuduğumuz kitaplar bizim medya sektörünü anlamamıza çok yardımcı oluyor.

Son olarak; TRT'nin Guantanamo Hapishanesi’ni andıran karmaşık ve birbirinin aynısı koridorlarında kaybolarak staj yapmayı düşünen öğrenci arkadaşlar varsa uzak durmalarını tavsiye ediyorum. Ben özel bir televizyon kanalında staj yapmadığım için pişmanlık duyuyorum. En azından olduğum yerde devam etme şansım olurdu.