Sultan AĞYAR
Mayıs 2023 seçimlerinden sonra Türkiye’nin çeşitli illerinde ve özellikle de İstanbul’da yakalanan uluslararası uyuşturucu baronları ve el konulan uyuşturucu maddeler gündemdeki yerini korurken, İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail UÇAR bir mektupla Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna adliyede oluşturulan uyuşturucu-rüşvet çarkını anlattı. Başsavcı UÇAR mektubunu şöyle bitiriyordu:
“Uyuşturucu gibi kötü bir melaneti hoşgören, örgüt elebaşlarını yeni suç işleyeceklerini bile bile yargılama bile yapmadan salıveren, çalışma arkadaşlarımız üzerinde korku imparatorluğu oluşturup mobinge maruz brakan, tavassutta bulunan, yargılamayı etkilemeye teşebbüs eden örgütlü ya da örgütsüz bu yapıların çökertilmesi için gereğinin yapılması yüksek takdirlerinize arz olunur.”
Özellikle son beş yılda adliye ve emniyet mensuplarının bir kısmının uyuşturucu çarkının içinde yer aldıkları bilgi ve belgelerle ispatlansa da bunların sadece buzdağının görünen kısmı olduğu bilinen bir gerçek. Milli bir sporcu iken ardı ardına yaşadığı birçok olay sonrasında kendini uyuşturucu ticaretinin merkezinde bulan Tarık Ü. ile kendi bireysel serüveninde Ankara’da adliye,emniyet ve cezaevinde maruz kaldığı usulsüzlükleri ve çürümüş düzeni konuştuk.
Tarık Ü. kimdir?
Şu an 33 yaşında olan Tarık Ü., 3 yaşındayken geçirdiği hastalık sonucunda işitme duyusunu kaybetti. Konuşma ve işitme engelli bir birey olarak öğrenim hayatı ve sosyal yaşantısında dışlanma ve ötekileştirilme problemlerini en üst seviyede yaşadı. Ailesinin desteği ile başladığı spor hayatında milli formayı (boks dalında) giyene kadar yükseldi. Sporu bırakmasının ardından masum bir şekilde başladığı hayat yolculuğunda çok sayıda olaya bulaşan, şizofreni teşhisi konulan bir suçlu haline geldi.
Milli bir boksörken suç dünyasına nasıl bulaştınız?
Aslında ben boksu bıraktıktan sonra yasal olan bir işim vardı. Oturduğum mahallede bir internet kafe açtım. Eniştem işlediği bir suçtan ötürü cezaevine girince benden sahibi olduğu oto kiralama dükkanına geçip işleri takip etmemi istedi. Ablamın ve eniştemin üzerine birçok araç vardı. Ben de onlara sahip çıkma adına orada işe başladım. Eniştemin ortağı ile sorun yaşamasından sonra, ablam ortaklıktan rahatsız olduğu için aracını geri istedi. İki gün sonra ablamın aracı müşteriden geldi ve ben gidip aracı teslim aldım. Eniştemin ortağı (Harun) beni bir gün sonra arayarak araçta bir çantasının olduğunu söyledi. Bir alışveriş merkezinin otoparkındaki yıkama bölümünde buluşarak emanetini geri almak istedi. Belirtilen yere gittiğimde çantayı aldı. Sonra bagaja geri koymuş ve ben bunu görmedim. Ben eve doğru yolda giderken ilk kırmızı ışıkta durduğumda etrafımı polisler çevirdi ve beni yere yatırıp kelepçelediler. Aracın bagaj kısmında Harun’un çantası duruyordu içini açtılar. Poşet içerisinde 1 kg esrar çıktı. Ben bu esrarın bana ait olmadığını ve asıl suçlunun biraz önce yanımda olduğunu söyledim. Niçin o zaman operasyon yapmadınız dememe rağmen polisler beni dinlemedi ve emniyete götürdüler. Suça ilk bulaşmam bu oldu.
Anladığım kadarıyla işlemediğiniz bir suçtan dolayı ceza aldınız.
Tam olarak öyle oldu. Ben emniyette iken işitme ve konuşma engelli olduğum için bana yöneltilen hiçbir suçlamayı tam olarak anlamadım. O zamanki işitme cihazım şimdiki kadar gelişmiş değildi. Her önüne gelen büyük bir suçluymuşum gibi beni bir aşağı bir yukarı ittirip kaktırdılar. En sonunda Harun tarafından gönderildiğini söyleyen bir avukat geldi. Avukat bana bu malzemenin bana ait olduğunu kabul etmemin hepimiz açısından iyi olacağını söyledi. Ben kendisine, “Harun’un suçunu ben niye üstleneyim gelsin adam gibi itiraf etsin niye beni yakıyorsunuz” dedim. Avukat ise bana “Hiçbir şey ispatlayamazsın bu işin sonunda araç ablanın üstüne olduğu için emniyet ablanı alır, aracında çıkan uyuşturucunun hesabını ablan verir o zaman” diyerek beni tehdit etti. Ben de hem çaresizlik hem de kanun nizam bilmememden dolayı ablama bir zarar gelmesin diye suçu üstlendim. Mahkeme beni tutukladı ve 4 ay cezaevinde yattım. Bu süre içerisinde ablam yeni bir avukat tuttu ve ben koşullu salıverildim.
Bundan başka bir suç işlediniz mi?
Ben cezaevindeyken ailem internet kafemi boşalttı. Ablam avukata çok yüklü miktarda ücret ödedi. Maddi ve manevi olarak büyük yara aldık. Cezaevinden çıktıktan bir gün sonra Harun’un işyerine giderek gereğini yaptım.
Gereğini yaptım derken?
Böyle bir şerefsizliği bana, enişteme, ablama nasıl yaparsın dediğimde sırıtarak ukala bir şekilde “ne olmuş olur böyle şeyler” dedi. Ben daha önce de bahsettiğim gibi boksörüm. Geçirdiğim zorlu süreç ve aldığım cevap sonunda öfke patlaması yaşadım. Birçok kemiği kırılana ve bayılana kadar Harun’u dövdüm. Kimse bizi ayırmaya cesaret edemedi. Ben tehditler ve küfürler savurarak kiralama dükkanından çıkıp eve gittim. Uzun bir süre polislerin gelip beni almasını beklememe rağmen kimse gelmedi. O kadar yaralanmasına rağmen ve bir çok şahit olmasına rağmen benden şikayetçi olmamış.
Yani suç dünyasındaki usül bu mudur? Şikayetçi olmazlar mı?
Tam olarak usül diyemem. Hem benim başımı yaktı hem de ablamdan dolayı eniştemin şimşeklerini üzerine çekince korktu. Ben işyerinden çıkarken “Maddi manevi bütün zararı karşılayacaksın yoksa hergün ailenden birini bu hale getiririm. En sonunda da sen elimde kalırsın” dedim. O da uyarılarımı dikkate aldı sanırım. (Hafifçe gülümsüyor, hem suçlu hem güçlü olmanın o tehlikeli hazzını yaşıyor belki de…)
Peki mahkeme süreci nasıl devam etti?
O da ayrı bir çile. Ben cezaevinden çıktıktan sonra böbrek rahatsızlığım başladı. Haftada iki üç kere diyalize gitmeye başladım. Aylarca devam etti bu durum. Bir gün diyalize giriyorum, ertesi gün ise ölü gibi yatıyorum. Yerimden kalkacak, adım atacak halim yoktu. En sonunda ablam bana bir böbreğini verdi. Böbrek naklinden sonra düzeldim. Böbrek ameliyatından sonra kulağımdan bir ameliyat daha oldum. Şimdi kafatasımın içinde bir çip var. Dışardan da bu çip için bir cihaz var. İstediğim zaman söküp takabildiğim. Mıknatısla kafama yapışıyor. Artık insanları çok daha rahat duyup anlayabiliyorum ve eskiye oranla çok daha iyi konuşabiliyorum. Tüm bu tedavi süreci boyunca tabii mahkemelere hiç gidemedim. Mahkeme benin gıyabımda 8 sene ceza verdi. Halen yargıtayda dosya. Zerre kadar suçum yokken al sana 8 yıl.
Peki daha sonra yaşadığınız maddi ve manevi kaybı telafi edebildiniz mi? O kısmı anlatmadınız.
Ben iyileştikten sonra Harun’un yanına gittim. İçeri girince panik yaptı. Ben ona “Bu kadar zararı nasıl karşılayacaksın? Ben niye senin yerine 8 yıl ceza alıyorum?” diyerek bağırıp çağırdım. Harun ve iki çalışanı o sırada arkalarındaki bir şeyleri kapatmaya çalışıyorlardı. Ben bunları ittirerek arkalarına baktığımda iki adet çuval gördüm. Çuvalları açtığımda ağzına kadar esrar dolu olduğunu fark ettim. Harun bana “Bunları satıp sana olan tüm borcu harcı kapatacağım” dedi. Ben de ona zarar olsun diye çuvalları alıp arabama koydum. “Ben kendim satar kendi zararımı çıkartırım” dedim. Harun, “Bu malların parasını ödeyemezsem beni öldürürler” dedi. “İnşallah geberirsin” diyerek ordan uzaklaştım. Amacım bu malları bir şekilde satıp ablama olan bocumu kapatmaktı. İlk olaylar olduktan sonra ablam bizim evde yaşamaya başlamıştı. Malları ablamın boş olan evine götürüp sakladım. Uzun bir süre malları satmaya çalıştım, fakat bir türlü satamadım ve mallar elimde kaldı. Bu sırada Harun’un mal aldığı adamların onun peşine düştüğünü ve şehir dışına kaçtığını öğrendim. Ben de polisi arayıp birinden zorla iki çuval esrar aldım size teslim etmek istiyorum dedim. Polislerle eve gidip iki çuvalı teslim ettim. Olan biteni olduğu gibi anlattım. Polisler sanki ben ihbar etmemişim de kendileri operasyonla yakalamış gibi tutanak tutmuşlar.
Çünkü polisler kendileri operasyonla uyuşturucu yakaladıkları için ödül alıyorlar.
Öyle olduğunu ben de sonradan cezaevinde öğrendim. Üstüne üstlük hem de teslim ettiğim uyuşturucunun yarısını kayda geçmişler. Durduk yere ödül al, üstüne bir de uyuşturucu çal.. Öyle az uz da değil 55 kg…
Nasıl yani teslim ettiğiniz miktardan daha azını mı kayda geçtiler?
Tabii tabii. Ben de daha sonra mahkemede öğrendim. Önce emniyete gittik. Emniyette bana “Sen nasıl olur da 120 kg mala çökersin, buna kim inanır” dediklerinde bütün dünya başıma yıkıldı. Saatlerce olayı onlarca kez ayrı ayrı kişiye anlatmama rağmen bana kimse inanmadı. Dönüp dolaşıp “Bu ev kimin, malı kim adına sakladın” dediklerinde beynimden vurulmuşa döndüm. Çünkü ev ablamındı. Ben de sağlığımı, her şeyimi borçlu olduğum ablama zarar gelmesin diye onlar ne anlattıysa, ne tutanak tuttularsa imzaladım. Mahkemeye sevk olduktan sonra olanı biteni gerçek haliyle hakime anlattım. Hakim bana, “Oğlum 65 kg esrarla yakalanıp masumum mu diyorsun” dedi. Ben de mal 120 kg efendim bizzat tartılırken gördüm diyerek itiraz ettim. Burada 65 kg yazıyor dedikten sonra ben tekrar, gözümle gördüm 55 kg eksik dedim. Hakim “Sağına soluna bakarak bu çocuk deli, aklından zoru var herhalde” diyerek “Bu kadar esrarı ne yapacaktın?” diye sordu. Ben de “120 kg malı satıp önceki mahkemeden doğan borçları kapatacaktım. Mal 120 kg idi benim malımı bu polisler almış lütfen tutanağa geçsin. İlla ceza yiyeceksem malım bunlara gitmesin” diyerek bağırdım. Sonra hakim sinirli bir şekilde azarlayarak beni akıl hastanesine sevk etti.
Yani 55 kg uyuşturucu emniyetten adliyeye giderken buharlaştı mı?
Ben tartılırken oradaydım. Bunu gözümle gördüm. Dünya laf yedim emniyette. “Sen kimsin ki 120 kg mala çökeceksin?” diye yemediğim hakaret kalmadı. Beni baskı altına alarak ihbar ettiğim malın suçlusu yaptılar. Madem ben suçluyum onlar da suçlu, beraber yargılanalım istedim. Fakat hakim devletimizin şerefli polislerine inanmak varken benim gibi bir uyuşturucu satıcısına inanmadı ve akıl hastanesine sevk etti…
Akıl hastanesinden deli raporu mu verdiler? Bu suçtan ceza almadınız mı?
İlk başta tutuklanarak ceza evine girdim. Sevk işlemleri herhalde biraz zaman alıyor. Cezaevinde hem konuşma özürlü hem de zor duyan biri olarak kalmak kolay değil. Herkese masum olduğumu anlatmaya çalışmak da yorucu bir işti. Psikolojim her geçen gün daha da bozuluyordu. İçimdeki öfke giderek büyüyordu. Ailemin ziyaretime geldiği bir gün koğuşa dönerken, benimle dalga geçip vuran ve “Verdin mi siparişi” diyen bir gardiyana saldırıp yumruk attım. Boksör olduğum için gardiyanın tek yumrukta çenesi üç yerinden kırıldı. Alarm zilleri çalınca onlarca gardiyan beni bayılana kadar dövdü. Gözümü revirde açtım. Orada engelli mahkum olduğum için ayrı kurallara tâbi idim. Ziyaret yerleri ve imkanları farklı olmak zorunda idi. Ayrıca ilk darbeyi gardiyan attığı için hepsinden şikayetçi olacağımı söyledim. Cezaevi yönetimi, “Sen şikayetinden vazgeç biz de ekstra tutanak tutalım akli dengesi yerinde değildir diye zaten mahkeme seni sevk etmiş, sevk yazını hızlandıralım sen de kurtul biz de” dedi. Benim de deli olmak işime geldi. Bu kadar tutanaktan sonra deli raporu almak, konuşamayan ve çok az duyan biri için hiç de zor olmadı. O günden bugüne birçok suça karıştım. Şizofreni ve kişilik bozukluğu teşhisi konulduğu için hiç ceza almadım.
Bu 120 kg esrardan ceza almadınız yani?
İlk olayda hiç suçum günahım yokken 8 yıl ceza aldım. Ondan sonra bir dünya suça karıştım, bir gün bile ceza almadım. Niye? Doğruyu söylediğim için bana deli dediler. Malım çalındı, polisler uyuşturucuya çöktü diye şikayetçi olayım dedim, önce cezaevine attılar sonra akıl hastanesine. Gardiyan dövdüm cezaevi olayı kapatmak için uyumsuz ve akli dengesi bozuk diye tutanak tuttu. Bu saatten sonra ne ben akıllanırım ne de bu kokuşmuş sistem düzelir. Polisin mal çaldığı, avukatın müvekkilini sattığı, mahkemenin doğru söyleyene deli, mal çalana kahraman dediği ve ödül verdiği bir sistemde ben de bu düzene ayak uydurdum. Keşke her şey taa en başından kanunlara uygun olsaydı da girdikten sonra istesen de çıkamadığın bu bataklığa düşmeseydim. Bu berbat hayata hiç bulaşmasaydım…