On gün
boyunca Afrika’nın en önemli ülkelerinden biri olan Etiyopya’da incelemelerde
bulunan Milli Gazete muhabiri Ahmet Açıkay, Etiyopya özelinde Afrika kıtası
hakkındaki izlenimlerini bizimle paylaştı… Açıkay, bölgenin içinde bulunduğu
mahrumiyetten, medyanın sömürü düzenine nasıl
taşeronluk yaptığına kadar pek çok çarpıcı açıklamada bulundu…
Şems
Şeyma AÇIKAY
Afrika’dan
henüz döndünüz. Hangi ülkeyi ziyaret ettiniz, biraz söz eder misiniz?
Kara kıtanın en önemli ülkelerinden biri olan
Etiyopya’ya gittim. Etiyopya’nın Başkenti Addis Ababa, Adama, Jijiga
eyaletlerini gezdim. Aslında uçaktan inerken ilk bakışta sizi cezbeden bir ülke
olduğunu düşünüyorsunuz. Nelerle karşılaşacağınızı merak ediyorsunuz. Seyahatim
boyunca genel olarak dikkatimi çeken ülkedeki karmaşık yapı ve yoksulluk oldu.
Yoksulluk bu ülkenin kaderiymiş gibi geliyor insana. Bir Asyalı olarak ülkeye
bakınca, çok şeylerin yapılabileceğini ve onların yaşantısının bir kader
olmadığını düşünüyorsunuz. Ancak bulunduğum süre zarfında gördüklerim ve
yaşadıklarım bu durumun onların zihinlerinde “bir kader olduğu” fikrini oluşturdu
bende. Kısa sürede siz de aslında yoksulluğun onlar için bir kader olduğunu düşünmeye
başlıyorsunuz. Bu yoksulluk, hayatın her alanında var. Çöpten ekmek yiyen
insanlar mı dersiniz, sokaklarda çıplak gezenler mi? Vücutları ile para
kazanmak için yollara dizilen kadınlar mı dersiniz, sokak köpekleri ile sokakta
yatan insanlar mı… Bu manzaraları sayarak bitiremem.
Etiyopya daha önce gittiğim Afrika
ülkelerinden gelişmişlik düzeyi olarak daha üstün. Başkent Addis, bana
1980’lerin o karmaşık yapısıyla İstanbul’u hatırlattı. Yoksullukta uçurum o
kadar fazla ki en zengini ile en fakiri arasında dağlar kadar mesafe var.
Ülkede bir demokratik yapıdan söz edilebilir ama bu yapı iyi işlemediği için
sıkıntılar da diz boyu. Dini açıdan hıristiyan ve müslümanların beraberliği ise
çok önemli. Bu birliktelik, onları dünyanın diğer toplumlarından da ayırıyor
bana göre.
Yoksulluktan
söz ettiniz. Ülkenin bu makus kaderinin sebepleri size göre neler olabilir?
Aslında Etiyopya özelinde Afrikalıların temel
sorunu açlık ve yoksulluk değil. Temel sebebi zihin yoksunluğu. Çünkü bu
coğrafyalarda yaşayan insanlar öyle zihinlerimizdeki algısı ile açlıktan ölen
insanlar değil. Sırf zihinlerini kendileri yönetemedikleri için bu duruma
düşüyorlar. Önemli olan nokta da burası. 90 milyon nüfusu ile büyük bir ülke olan
Etiyopya’da yeşil alanlar, ekvator ikliminin elverişli imkanları ve daha pek
çok olumlu yönüyle bu ülkede insanlar daha iyi bir yaşam standardına
erişebilir. Bunun için ise öncelikle zihinlerini kendilerinin yönetmesi
gerektiği inancındayım. Başkent’ten daha uzak bölgelere gittiğimizde gördüğümüz
manzaralara bakılırsa, ülkede hala bir çadır kültürü hakim. Bildiğimiz
çadırlardan farklı hasırdan çadırlar bunlar. Yani toplum tam olarak yerleşik
bir yapıya geçememiş. Bu konuda ilerlemeler kaydediyor. Böyle olunca da
ülkedeki ekonomi de gelişmiyor. Çünkü insanların ihtiyaçları çok sınırlı.
Günlük yemek ihtiyaçlarını giderdikleri müddetçe hayatlarında mutlu olacaklarını
düşünüyorlar.
Bir Sömürü aracı olarak "medya"
Afrika’nın
bu durumu ile sömürü düzeni arasında bir ilişki var mı sizce?
Yoksulluğun da temelinde söz ettiğimiz “zihin
yönetimi” burada devreye giriyor. Afrika’nın en önemli sorunu olan zihin
sömürüsü dediğim şey bu. Zihinleri sömürülmüş. Batılılar Afrikalıları ilk
keşfettikleri yüzyıldan bu yana bu ülkede insanları boyun eğmeye koşullamış. Bu
ise başlarının eğikliğinden değil, zihinlerine enjekte ettikleri emirlere itaat
noktasında ön plana çıkıyor. Yer altı ve yer üste zenginlikleri ile sürekli
sömürülen bu kara kıtanın kaderi de bu şekilde ilerliyor. An bariz örneği,
ülkede, televizyon seyretmek isterseniz, bu ihtiyacınıza cevap verecek iki TV
var; ya CNN’i ya da France 24’ü açmak zorundasınız. Ya Arapça ya da İngilizce dilleri
ile bu toplumu yönlendiriyorlar. Örneğin France 24 kanalı Etiyopya’da Arapça
yayın yaparken, daha önce bulunma fırsatı edindiğim ve Fransız sömürgesi olan
ülkeler Togo, Benin, Burkino Faso’da da aynı kanal halkın hepsinin konuştuğu dil
olan Fransızca yayın yapıyor. Sömürü dediğimiz şey daha önceki yüz yıllarda
gemiler ve askerlerle yapılıyordu. Şimdi ise bu gelenek, teknoloji ve medya ile
sürdürülüyor.
Medyanın
bu noktada önemli rol oynadığını söylediniz. Özelde dikkatinizi çeken bir şey
oldu mu?
Tam da yaşadığım bir olayı aktaracaktım.
Şöyle ki; o bölgede yayın yapan Avrupa ve ABD’nin önde gelen televizyon
kanalları, CNN, France24, CNBC, CBC ve daha pek çok kanal Türkiye ile ilgili
ilginç haberlere imza atıyor. Daha önceki Afrika seyahatimde France24 kanalı
Türkiye ile ilgili bir habere yer veriyordu. Haberde neden bahsedildiğini
sorduğumuzda oradakiler, haberde ‘Türkiye Irak’ı işgal etti’ bilgisinin
geçtiğini söylediler. O kadar şaşırdık ki, bir anda başka bir ülkeyi işgal eden
Türkiye’nin vatandaşı olmuştuk. Durumu kendilerine izaha çalıştık ama ne kadar
anlatabildik bilemiyorum. Son seyahatimde de Etiyopya’nın Somalisi dedikleri
bölgede Etiyopya Devleti ile savaş halinde olan silahlı gruplar vardı. Onlardan
bazılarının bize PKK’yı sorması bizi çok şaşırttı. PKK mensuplarını “özgürlük
savaşçısı” olarak nitelendirmeleri ise bu şaşkınlığımızı iki katı artırdı. Durumu
kendilerine izah ettik. Ama niye böyle düşündüklerini sorduğumuz da ise az
evvel söz ettiğim haber kanallarının PKK’yı terörist bir örgüt yerine, halkı
adına savaşan bir örgüt olarak lanse ettiğini öğrendik. Bu bilgiyle, medya organlarının Afrika’daki sömürü
çarkına nasıl su taşıdığını bir kez daha görmüş olduk.
Etiyopya’da
sosyal hayat nasıl?
Etiyopya’da sosyal hayattan kastınız,
insanların sürekli sokaklarda dolaşıp bir şeylerle uğraşması ise bu noktada çok
sosyaller denebilir. Çünkü bu ülkede insanlar sabahın beşi ile gecenin yirmi
üçü arasında sokakta yaşıyorlar. Geriye kalan zaman diliminde ise tek odalı
küçük barakalarında yaşamlarını sürdürüyorlar. Burada hem yemek yiyor hem de
uyuyorlar. Ancak sosyal hayattan kastınız, kültürel etkinlikler ise kendi
açlıklarını gideremeyen bir toplumda sanat ve buna benzer şeylerden söz etmek
pek mümkün değil.
Ülkede dikkatimi çeken bir başka şey de sokakların
ve caddelerin sürekli kalabalık olmasıydı. İnsanlar gece gündüz dışarıda
yaşamlarını sürdürüyor. Karmaşa temelli bir düzen var. Örneğin sadece Başkent
Addis Ababa’da birkaç trafik ışığı görüyorsunuz. Fakir bir ülke diyorsunuz ama
taksi ve “bajbaj” dedikleri üç tekerlekli bisikletler öyle hareket ediyor ki,
orada bulunduğum zaman zarfında bir kazaya dahi şahit olmadım.
Dikkatimi çeken olaylardan biri de insanlarda
temizlik ve su ile ilgili bir kültür oluşmamış. Anadolu’daki o su kültürü
anlayışı buralara sanki hiç uğramamış. İçme sularını, yağmur sularından ve
çukurlara dolan sulardan karşılayan bir toplum. Bu yüzden hastalıklar diz boyu.
Sokakları pislikten geçilmiyor, temizlik kültürleri çok zayıf, belki de şartlar
onları bu duruma mahkum kılıyor. Her yer çöp dolu, sokaklar kokuyor. En merkezi
caddelerde dahi ihtiyaç gideren insanların sayısı o kadar çok ki. Görünce
hayretten küçük dilinizi yutacak gibi oluyorsunuz.
Ziyaretiniz
esnasında sizi en çok etkileyen şey ne oldu?
Temelde en çok etkilendiğim şey, farklı inanç
ve kültür kodlarından gelen bu toplumun beraber ve sıkıntısız bir şekilde
yaşamlarını sürdürmeleri. Hele hele dini sembolleri hayatlarında o kadar çok
kullanıyorlar ki, gençlerin boyunlarında kocaman haç işaretli kolyeleri görüyorsunuz.
Özellikle hıristiyan toplumunda semboller o kadar yoğun ki, arabaların
arkasında haç işaretleri, kızların boyunlarında tişörtlerinde büyük haç
sembolleri. Hıristiyanların bu noktada ibadet şekilleri de beni çok
etkilemişti. Bir kilise ziyaretinde kadınların müslümanlar gibi secdeye
gittiklerini görmek benim için yeterince ilginç oldu. Her ne kadar toplumda iki
farklı din algısı olsa da, bu algılar birbirlerine çok yakın duruyor.
Peki
tüm bu ekonomik yoksulluk için neler yapılabilir?
Afrika’nın tamamında görülen bu düzenin
temelinde bir zihinsel sorun olduğunu söylemiştik. Ancak sömürü anlayışının
medeniyeti olmayan ve bu şekilde dünyaya adalet sağlayabilecek yeni bir
yapılanmaya ihtiyaç duyduğu bir gerçek. Bugün BM ve ona bağlı uluslararası
kuruluşların tek taraflı ve tek kutuplu bir dünyada kendilerine göre dizayn
ettikleri bölgelerde zihin yönetimini değiştirmek çok zor. Eğer bir gün adaleti
sağlayacak yeni bir uluslararası sistem kurulursa o zaman belki Afrika’nın
kaderi değişecek. Zihinlerini kendileri kontrol ettikleri müddetçe hem
yoksullukla baş edecek, hem de dünyada saygın birer toplum olabilecekler.
Türkiye
bölgede etkili mi?
Türkiye’nin bölgede etkinliğinin giderek
arttığını yaşadığım olaylardan gördüm. Türkiye’den bakınca belki pek gözükmüyor
ama orada iken üzerinizdeki pasaportun ne kadar önemli olduğunu
hissediyorsunuz. Edindiğimiz bilgilere göre Avrupa’dan insani yardım için
Etiyopya’ya gelen Türk asıllı ama Alman pasaportlu iki vatandaşın,
tutuklanarak, terörist diye federal mahkemelerde yargılandığını öğrendik. Bir
ay tutuklu kaldıktan sonra, mahkemenin serbest bıraktığını ve bunda Türk Büyükelçiliği’nin
önemli bir rol oynadığını öğrendik. Çünkü Alman Büyükelçiliği tutuklu bulunan
Türk asıllı vatandaşları ile ilgili herhangi bir girişimde bulunmamış. Türk Elçiliği
de konuyu gündemine alınca Etiyopyalı yetkililer bu insanların Türk asıllı olabileceğini
ama Alman vatandaşı olduğunu anlarlar. Türkiye’nin kendi vatandaşı olmayan ama
soydaşı olduğu iki kişiyi bu şekilde kurtardığını da aktarmış olalım. O bölgede
bulunduğumuz günlerde de Türkiye Diyanet Vakfı’nın iki görevlisi yasak bölgede
fotoğraf çektikleri için anında gözaltına alınmıştı. Ancak Türk Büyükelçiliği vatandaşlarına
sahip çıkarak iki saat içinde özgürlüklerine kavuşmalarını sağladı. Bu iki
örnekte gördüğüm şey aslında Türkiye’nin bölgede giderek etkinliğinin
arttığıdır. Ancak bu etkinliğin olumlu veya olumsuz yönde ilerlemesi, Türkiye’nin
bölgede nasıl var olması gerektiğine karar vermesi ile ilişkili…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.