17 Aralık 2014 Çarşamba

Melih Aşık: “Gazetecilik bir okutma tekniğidir”



Buse ÇETİNER

Melih Aşık Ankara kökenli gazetecilerden. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu olan, 33 yıldır Milliyet’te “Açık Pencere”yi yazan Aşık, öğrencilik yıllarında TRT’de çalışmaya başladı. Aşık ile gazeteciliğe dair konuştuk.



Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunusunuz. SBF ile gazetecilik arasında nasıl bir bağ var ya da siz bu ilişkiyi nasıl kurdunuz?
“Gazetecilik fakülteleri kadar Hukuk fakülteleri veya  Siyasal Bilgiler Fakültesi de gazeteciliğe yatkın eğitim verirler. SBF'de ilk iki yıl genel eğitim almıştık. Biraz hukuk, biraz ekonomi, biraz Anayasa, biraz sosyoloji... Bu bilgiler gazeteciliğin de altyapısıdır. Kaldı ki benim okula başladığım 1964 yılında Türkiye'de sanırım tek gazetecilik okulu İstanbul Üniversitesinde mevcuttu, Ankara Basın Yayın bile ben SBF'ye başladıktan sonra açıldı. Şunu da bilelim .. Hiçbir okulda gazeteciye meslek hayatında yetecek bilgiler verilmez. Ancak gazeteci okulda temel eğitim alır, hangi bilgiyi  nerede bulacağını öğrenir. Önemli olan budur... Bir de analitik düşünmeyi öğrenmek...”

Hayatınızı gazetecilikten öncesi ve sonrası diye ayıracak olursanız, arada ne gibi farklar olduğunu söyleyebilirsiniz?
“Böyle bir ayrım hiç aklıma gelmedi. Belki yazarlıktan öncesi ve sonrası diye bir ayrım yapılabilir. Çünkü yazarlıktan önce gazetenin mutfağında çalışıyordum. Günaydın'ın iç haberleri şefiydim. O başka bir işti. Daha zahmetliydi. Gazete mutfağında çalışanların adı sanı bilinmez. Nankör bir iştir. Hep gazeteye çalışırsınız. Buna karşılık yazar hem kendine hem gazeteye çalışır. Yaptığı işler kendi kariyer defterine yazılır. Okurla doğrudan temastasınızdır. Oyunu perde önünde oynarsınız. Okur sizi görür. Siz de okuru  görürsünüz. Sıcak bir iletişim kurulur arada. Okur baskısını duyarsınız. Tabii iktidar baskısını da. Yazarlık gazete mutfağına göre daha heyecanlı ve keyiflidir. Yazarlık halkla daha yakın bir hayata götürüyor sizi. Tabii daha çok sorumluluk da yüklüyor.”

Sütun yazarlığına başlamanız nasıl oldu? Ne zaman “Ben artık sütun yazarı olabilirim” dediniz?.
“Sütun yazarlığım biraz tesadüfen oldu denebilir. 1982 yılında Günaydın gazetesinden Güneş gazetesine haber merkezinde çalışmak üzere geçmiştim. Ancak gazetenin çıkmasına az zaman kala haber merkezi kadroları kapışıldı. Bana yer kalmadı. Genel Yayın Yönetmeni Güneri Civaoğlu o dönemde çok ünlü olan Hasan Pulur'un köşesi gibi köşe yapacak birini arıyordu. Bana böyle bir kişiyi arama görevi verdi. O arada biz de bir model yapalım dedik. Ben gazete çıkmasına yakın bugünkü köşeyi deneme olarak yapmaya başladım. Bir yandan da Hasan Pulur gibi birini aramaktaydım. Ama tabii Hasan Abi gibi birini bulmak da mümkün değil. O arada gazete ha çıktı ha çıkıyor. Benim denemeler de fena olmadı sanırım. Gazete çıkarken benim de o köşeyi "Arka Pencere" başlığıyla yapmam kararlaştırıldı. Arka Pencere adını Güneri Civaoğlu koymuştu. Milliyet'e geçerken adını orada bıraktım, Açık Pencere olarak devam ettim... Pek tutacağından emin değildim. Ama tuttu, 33 yıldır sürüyor.”

Bir gazeteci ne gibi özellikler barındırmalı?
“Gazeteci dürüst olmalı. Görevinin kendini meşhur etmek değil halkı bilgilendirmek, aydınlatmak olduğunu bilmeli. Günlük gelişmeleri kavrayacak kadar bilgi sahibi olmalı. Üslup sahibi olmalı. Gazetecilikte esas olan yazıyı okura okutmaktır. Gazetecilik bir okutma tekniğidir. Gazeteci yazdığını okutmayı başarmalı. Dünyayı ve olayları yorumlayacak bilgi sahibi olmalı...”

Gazetecilikte “kalemin kıvrak olması tabiri içine neleri almaktadır?
“Gazeteci üslup sahibi olmalı. Okur, yazıyı okurken keyif almalı. Satırlar okurun boğazında düğümlenmemeli. Benim yazı ilkelerimden biri şudur; okur yazıyı bir okuyuşta anlamalı.. Bir cümleyi okuduktan sonra acaba yazar ne demek istedi diye dönüp tekrar okumamalı... Gazete yazısı edebiyat denemesi değildir. Gazetecilikte lafı salçalamak gibi deyimler de vardır. Yazıya gizem katmak, monotonluktan çıkarmak, lezzet vermek gerekir... Okur satırlar üzerinde kayarken onu meraklandıracak, dikkatini diri tutacaksınız...”

Görüneni yazmak mıdır esas olan, görünenin görünmeyen tarafını gün yüzüne çıkarmak mı?
“Haberler görüneni anlatır, köşe yazıları daha çok perde arkasını... Ancak son yıllarda gazeteler bazı haberleri vermeye çekiniyorlar. O durumda bizlerin sütunlarımızı habere açmamız gerekiyor. Köşe yazarına düşen asıl görev perde arkasını eşelemek ve günceli geçmiş olayların da ışığında yorumlayarak anlamını ortaya çıkarmaktır. Köşenin ana görevi yorumdur. Perde arkasını aydınlatmaktır.”

Her yılın sonunda yazınızda yılı özetliyorsunuz. En unutulmaz dediğiniz yıl hangisi oldu ve niçin?
“Türkiye her yıl birbirinden ilginç ve çarpıcı olaylara sahne oldu. Kimi yıl darbe oldu, kimi yıl bankalar battı, kimi yıl seçim sürprizleri yaşandı vs... O yüzden hangi yılın daha ilginç olduğunu söylemek zor... Bütün yıllar çok ilginç... Son yıllar daha da...”

Bunca yıllık gazeteci olarak, mesleğe yeni gireceklere ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz?
“Mesleğe yeni girecek arkadaşlar para ve ün sahibi olmak için bu tercihi yapmışlarsa hiç başlamasınlar. Gazetecilik artık epey süre mahrumiyet çekmeyi göze almayı gerektiriyor. Bu mesleğe ancak çok sevenler katlanabilirler. Çevrenizde, ülkede ve dünyada neler olup bittiğini anlamak ve bunları halka anlatmak gibi bir merakınız varsa gazeteci olun derim. Tabii olayları izleyip okura aktarmak için de bunları kavrayacak donanıma sahip olmanız gerekiyor. Zor ve zahmetli iş gazetecilik...”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.