Buse ÇETİNER
Melih Aşık Ankara
kökenli gazetecilerden. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu
olan, 33 yıldır Milliyet’te “Açık Pencere”yi yazan Aşık, öğrencilik yıllarında
TRT’de çalışmaya başladı. Aşık ile gazeteciliğe dair konuştuk.
Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunusunuz. SBF ile gazetecilik arasında nasıl bir
bağ var ya da siz bu ilişkiyi nasıl kurdunuz?
“Gazetecilik
fakülteleri kadar Hukuk fakülteleri veya Siyasal Bilgiler Fakültesi de
gazeteciliğe yatkın eğitim verirler. SBF'de ilk iki yıl genel eğitim almıştık.
Biraz hukuk, biraz ekonomi, biraz Anayasa, biraz sosyoloji... Bu bilgiler
gazeteciliğin de altyapısıdır. Kaldı ki benim okula başladığım 1964 yılında
Türkiye'de sanırım tek gazetecilik okulu İstanbul Üniversitesinde mevcuttu,
Ankara Basın Yayın bile ben SBF'ye başladıktan sonra açıldı. Şunu da bilelim ..
Hiçbir okulda gazeteciye meslek hayatında yetecek bilgiler verilmez. Ancak
gazeteci okulda temel eğitim alır, hangi bilgiyi nerede bulacağını
öğrenir. Önemli olan budur... Bir de analitik düşünmeyi öğrenmek...”
Hayatınızı
gazetecilikten öncesi ve sonrası diye ayıracak olursanız, arada ne gibi farklar
olduğunu söyleyebilirsiniz?
“Böyle bir ayrım hiç
aklıma gelmedi. Belki yazarlıktan öncesi ve sonrası diye bir ayrım yapılabilir.
Çünkü yazarlıktan önce gazetenin mutfağında çalışıyordum. Günaydın'ın iç haberleri şefiydim. O başka bir işti. Daha
zahmetliydi. Gazete mutfağında çalışanların adı sanı bilinmez. Nankör bir
iştir. Hep gazeteye çalışırsınız. Buna karşılık yazar hem kendine hem gazeteye
çalışır. Yaptığı işler kendi kariyer defterine yazılır. Okurla doğrudan
temastasınızdır. Oyunu perde önünde oynarsınız. Okur sizi görür. Siz de
okuru görürsünüz. Sıcak bir iletişim kurulur arada. Okur baskısını
duyarsınız. Tabii iktidar baskısını da. Yazarlık gazete mutfağına göre daha
heyecanlı ve keyiflidir. Yazarlık halkla daha yakın bir hayata götürüyor sizi.
Tabii daha çok sorumluluk da yüklüyor.”
Sütun yazarlığına
başlamanız nasıl oldu? Ne zaman “Ben artık sütun yazarı olabilirim” dediniz?.
“Sütun yazarlığım biraz
tesadüfen oldu denebilir. 1982 yılında Günaydın gazetesinden Güneş gazetesine
haber merkezinde çalışmak üzere geçmiştim. Ancak gazetenin çıkmasına az zaman
kala haber merkezi kadroları kapışıldı. Bana yer kalmadı. Genel Yayın Yönetmeni
Güneri Civaoğlu o dönemde çok ünlü olan Hasan Pulur'un köşesi gibi köşe yapacak
birini arıyordu. Bana böyle bir kişiyi arama görevi verdi. O arada biz de bir
model yapalım dedik. Ben gazete çıkmasına yakın bugünkü köşeyi deneme olarak
yapmaya başladım. Bir yandan da Hasan Pulur gibi birini aramaktaydım. Ama tabii
Hasan Abi gibi birini bulmak da mümkün değil. O arada gazete ha çıktı ha
çıkıyor. Benim denemeler de fena olmadı sanırım. Gazete çıkarken benim de o
köşeyi "Arka Pencere" başlığıyla yapmam kararlaştırıldı. Arka Pencere
adını Güneri Civaoğlu koymuştu. Milliyet'e geçerken adını orada bıraktım, Açık
Pencere olarak devam ettim... Pek tutacağından emin değildim. Ama tuttu, 33
yıldır sürüyor.”
Bir gazeteci ne gibi
özellikler barındırmalı?
“Gazeteci dürüst
olmalı. Görevinin kendini meşhur etmek değil halkı bilgilendirmek, aydınlatmak
olduğunu bilmeli. Günlük gelişmeleri kavrayacak kadar bilgi sahibi olmalı.
Üslup sahibi olmalı. Gazetecilikte esas olan yazıyı okura okutmaktır.
Gazetecilik bir okutma tekniğidir. Gazeteci yazdığını okutmayı başarmalı. Dünyayı
ve olayları yorumlayacak bilgi sahibi olmalı...”
Gazetecilikte “kalemin
kıvrak olması tabiri içine neleri almaktadır?
“Gazeteci üslup sahibi
olmalı. Okur, yazıyı okurken keyif almalı. Satırlar okurun boğazında
düğümlenmemeli. Benim yazı ilkelerimden biri şudur; okur yazıyı bir okuyuşta
anlamalı.. Bir cümleyi okuduktan sonra acaba yazar ne demek istedi diye dönüp
tekrar okumamalı... Gazete yazısı edebiyat denemesi değildir. Gazetecilikte
lafı salçalamak gibi deyimler de vardır. Yazıya gizem katmak, monotonluktan
çıkarmak, lezzet vermek gerekir... Okur satırlar üzerinde kayarken onu
meraklandıracak, dikkatini diri tutacaksınız...”
Görüneni yazmak mıdır
esas olan, görünenin görünmeyen tarafını gün yüzüne çıkarmak mı?
“Haberler görüneni
anlatır, köşe yazıları daha çok perde arkasını... Ancak son yıllarda gazeteler
bazı haberleri vermeye çekiniyorlar. O durumda bizlerin sütunlarımızı habere
açmamız gerekiyor. Köşe yazarına düşen asıl görev perde arkasını eşelemek ve
günceli geçmiş olayların da ışığında yorumlayarak anlamını ortaya çıkarmaktır.
Köşenin ana görevi yorumdur. Perde arkasını aydınlatmaktır.”
Her yılın sonunda
yazınızda yılı özetliyorsunuz. En unutulmaz dediğiniz yıl hangisi oldu ve
niçin?
“Türkiye her yıl
birbirinden ilginç ve çarpıcı olaylara sahne oldu. Kimi yıl darbe oldu, kimi
yıl bankalar battı, kimi yıl seçim sürprizleri yaşandı vs... O yüzden hangi
yılın daha ilginç olduğunu söylemek zor... Bütün yıllar çok ilginç... Son
yıllar daha da...”
Bunca yıllık gazeteci
olarak, mesleğe yeni gireceklere ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz?
“Mesleğe yeni girecek
arkadaşlar para ve ün sahibi olmak için bu tercihi yapmışlarsa hiç
başlamasınlar. Gazetecilik artık epey süre mahrumiyet çekmeyi göze almayı
gerektiriyor. Bu mesleğe ancak çok sevenler katlanabilirler. Çevrenizde, ülkede
ve dünyada neler olup bittiğini anlamak ve bunları halka anlatmak gibi bir
merakınız varsa gazeteci olun derim. Tabii olayları izleyip okura aktarmak için
de bunları kavrayacak donanıma sahip olmanız gerekiyor. Zor ve zahmetli iş
gazetecilik...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.