Seçil ÖCAL
Özdemir: “Âşık Veysel’i bile bilmiyordum, ama müzik içimdeydi, bunu hissediyordum.”
Uşak’ın Banaz ilçesinde doğup önce dünya ülkelerinde ve şu anda da Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde kontrbas çalan Şakir Özdemir'in müzik serüveni...
Müzikle tanışmanız nasıl oldu?
Benim müzikle tanışmam her Türk genci gibi düğünlerde oluyor. Çocukluğuma dair aklımdan çıkmayan şey düğünlerde sadece sazcıların yanında dururdum. Tabi ki o yaşlarda insan bilmiyor kendisini neyin çektiğini ve bir kasabada kimse sizin müziğe kabiliyetiniz olduğunu düşünüp sizi yönlendirmiyor.
Peki, müzik hayatına nasıl başladınız?
Ortaokul zamanında hocalarımın ve müzik aktivitelerinin etkisiyle müzik dünyası çekti beni. Bir gün bir afiş gördüm; “Güzel Sanatlar Lisesi müzik öğretmenliği için sınav yapacak ve 24 kişi alacak” diye. O an ki mutluluğumu hala unutamıyorum. O yıllarda Ankara, İstanbul, Mersin, Eskişehir ve İzmir'de vardı Güzel Sanatlar Lisesi. Aynı senede 11 dersin 9'undan kalmıştım. O zamanki müdürümüze "Ben bu sınava katılmak istiyorum” dedim. O da bana "O sınava zeki insanlar katılıyor." dedi. O müdürle yıllar sonra karşılaştım ve beni odasında ağırladı. Babama gittim ve durumu anlattım. Bana başvuru formu vermediklerini söyledim. Babam da göndermeyi düşünmemişti aslında ama ablam destek oldu ve gitmem gerektiğini söyledi.
Peki bu sınava kadar müziğin hayatınızdaki yeri neydi?
Düğünlerde keman ve darbuka çalıyordum. O dönem müzik nerdeyse biz ordaydık.
Sınava nasıl girdiniz?
Eskişehir'de girdim sınava ve hiç unutmuyorum okulun bahçesinde giymiştim takım elbisemi. Hayatımda ilk defa Banaz'ın dışına çıkmıştım ve büyükşehirde insanlar bize göre çok lükstü. Uzun İnce Bir Yoldayım eserini çaldım ve bu eserle başladı aslında müzik hayatım. Sınavda hocam "Bu eser kimindir?" dedi ve ben "Çok özür dilerim ama bilmiyorum hocam" dedim. Hocam da "Âşık Veysel değil mi yavrucuğum" dedi. Âşık Veysel’i bile bilmiyordum ama müzik içimdeydi bunu hissediyordum.
Kontrbası seçmenizde özel bir neden var mıydı?
Güzel Sanatlar Lise'sinde öğrencileri ağız, diş, parmak, el yapısına göre enstrümanlara ayırıyorlar.10 kişilik bir jüri vardı ve bana sordular "Ne çalmak istersin" diye. Kırsal kesimden gelmişim; "saz, darbuka,org ve bir de kemanı biliyorum" dedim. Sana kemana benzer bir şey vereceğiz" dediler.
Kontrbası ilk gördüğünüzde ne hissettiniz?
Gerçekten korktum. İnsan bilmediği şeyden korkar ya bu korkumun sebebi buydu. Kullanmaya başlayınca o kadar da korkunç olmadığını gördüm.
Lise hayatından sonra yolunuzu nasıl çizdiniz?
Güzel Sanatlarda ikinci senemde “Ben buradan ayrılınca ne yapacağım?” diye düşünüyordum. Bilkent Üniversitesi’ne yatay geçiş yapan bir arkadaşımla konuştum ve o bana yol gösterdi; ”Güzel Sanatlar da okuyanlara böyle bir şans tanıyorlar” dedi. Fakat bana eğitimimin yetersiz olduğunu söyleyip lise 3’e geçmem gerekirken lise 1 den başlayacağımı söylediler. Bunu babama söylediğimde babam “1-2 yılın insan hayatında önemi çok fazla değil ve bu bir kayıp da değil hiç düşünme geç” dedi. Babamın bu sözleri bana cesaret verdi ve çok mutlu etti.
Bilkent’teki öğrenciliğiniz nasıldı?
Bilkent gibi her açıdan mükemmel bir üniversitede okuyacağımı düşünmek bile çok heyecan vericiydi. Bilkent Senfoni Orkestrasında kontrbas açığı vardı ve beni çağırdılar. Bu benim için çok büyük bir avantajdı. BSO’da farklı şeflerle çalıştım ve bu şefler farklı ülkelerden geliyorlardı. Eğitimimin bitmesine yakın zamanlarda yüksek lisansımı Bilkent’te yapmam için teklifler gelmişti. Hatta size yurtdışına açılmamda etkili olan bir anekdot anlatayım.
Mezun olacağım sene İsviçreli Karl Anton Rickenbacher BSO’ya şef olarak geldi. Bir gün Şef Rickenbaher Beethoven’ın 4. senfonisinin provasını yaptırırken senfonin 4. bölümünde kontrbasçıların zorlandığı bir pasajda kızdı ve beğenmediğini söyledi. Beni işaret etti, “Siz çalar mısınız” dedi. Ben o sırada çok heyecanlandım ama şef düşünmeme bile fırsat vermedi. Hemen çalmaya başladım ve bitirdiğim zaman tüm orkestra rahleye vurdu.Bu orkestra dilinde beğenme anlamına gelir.Ben o an şefin gözüne girmişim, ama o büyük bir şef olduğu için bana hiç bir şey söylemeden provayı devam ettirdi. Şef Rickenbacher Beethoven’ın serilerini kayda başladı ve orkestrada kontrbası ben çaldım.
Eğitiminizin Yurtdışı aşaması nasıl başladı?
Mezun olduktan sonra Banaz’a dönmüştüm ve eve bir mektup geldi; ”İsviçre Montrö September müzikalinde görev almak üzere sizi orkestramıza bekliyoruz.” Bu mektup çok büyük sürpriz olmuştu bana. Böylece yurtdışındaki müzik hayatım başlamış oldu. Sonra Rickenbacher müzikaldeki kontrbas şefimizi ve beni çağırdı. Şefe “Bu çok iyi bir kontrbasçı, ne yap et al onu buraya ”dedi. Şef beni ertesi gün dinledi ve “Sen Türkiye’ye dön biz 15 gün içinde haber vereceğiz sana ”dedi. Ben Türkiye’ye döndüm bir süre sonra bir telefon geldi ve Menuhin Müzik Akademisi’ne kontrbasçı olarak çağırıldım. O dönem vize almak çok zordu; İsviçre’den gönderilen hakkımdaki bilgiler sayesinde çok rahat aldım ve İsviçre’ye gittim.
Menuhin Akademi’de çok büyük isimler varmış kendinizi o ortamda nasıl hissettiniz?
Evet isimler çok büyüktü. Lidia Prunaru , Alberto Lizzy , Michel Veillon… Bilkent’ten geldiğim için biraz rahattım, ama bu dev isimlerle gerçekten tanışınca ne kadar büyük ve benim için ne kadar önemli bir eğitim olduğunu o zaman anladım.
Burada göreviniz bitince neler yaptınız?
Askerlik çağım gelmişti ve gittim. Sonra da Ankara Devlet Opera ve Balesinden Aspendos turnesi için “Kontrbasçı açığı var gelir misin” dediler. Ben de zaten arayıştaydım ve kabul ettim. Sözleşmeli olarak çalışmaya başladım. Sonra da Devlet Opera ve Balesi sınavları açıldı bende benim için en uygun olan şehir Ankara diye düşünüp sınavlara girdim. Şu anda hala ADOB’ ta kontrbasçı olarak çalışıyorum.
Yurtdışında orkestralarda çalışıp sonra ADOB’ta çalmak arasındaki fark nasıldı sizin için?
Kesinlikle opera çok zengin bir sanat. Operada tiyatro, görsellik, ışık, ses her şey çok zengin. Opera hayatını gördükten sonra orkestra çok küçük bir ayrıntı gibi gelmeye başladı bana.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.