Ayten AKGEYİK
Kürt yazar çevirmen Ali Karadeniz, yıllardır yaptığı çeviriler ile bu alandaki boşluğu dolduruyor. Halklardan ziyade dillerin birbirini tanıması gerektiğini söyleyen Karadeniz, “çevirilerimde anadilimi yeniden keşfettim” diyor.
Çevirmen, Kürtçenin gelişememesini onun sosyal hayatın içinde yer almamasıyla ilişkilendiriyor ve Kürtçenin bu kaderini yenmesi gerektiğini söylüyor. Karadeniz’in çevirmen olmak isteyen gençlere de tavsiyeleri var. Ali Karadeniz, yoğun temposu arasında sorularımızı yanıtladı.
Çevirmenliğe ilk ne zaman başladınız?
Daha önce çalıştığım aynı zamanda editörlüğünü de yaptığım bir dergi vardı. O dergiye kimi Türkçe makaleler gelirdi.
Bazıları okuyucu mektuplarıydı, bazıları da yazarların makaleleriydi. İlk olarak onları çevirerek başladım. Tabi tarihte bazı medeniyetler çevirmenlik büroları kurmuşlar ve bu çevirmenlik bürolarında bazı eserleri kendi dillerine çevirmişler. Ve orada bulunan mütercimlerin mesleği sadece çevirmenlik olmuş. Bu açıdan bakarsak ben mesleki olarak değil de işin gereği olarak yaptım. Ama şu da var; biz 2 dilli; hem Türkçe hem de Kürtçe konuşan insanlarız. Dolayısıyla çevirmenlik hayatımızda bir nevi sıradan bir olay. Örneğin anne ya da babamızla konuşurken cümleleri çevirmek zorunda kalıyorsunuz. Dolayısıyla çevirmenlik hayatımızda hep var oluyor zaten.
Kürtçeye çevirmekte ne gibi zorluklar yaşadınız?
Çeviriye başladığım ilk zamanlar hep şu vardı içimde "Acaba bunu yapmak ne kadar mantıklı?" Çünkü özellikle Türkiye'de yaşayan Kürtler Türkçeyi çok iyi biliyorlar zaten. Ve ben orijinalini de okuyabileceklerken tadı kaçmış, bozulmuş bir şeyi vermeye çalışıyorum onlara. Ama sonradan anladım ki "halklardan ziyade diller birbirini tanımalı, birbirleriyle kaynaşmalı." Ve sonra “dili keşfetme peşine düştüm." Kürtçe az miktarda bulunan klasikleri okuyarak hem dili hem de kendimi geliştirmeye çalıştım. Ama bu klasikler azdı. Bu yüzden Kürtçe çevirilerde oldukça sıkıntı çektim. Bu sıkıntıyı sadece Türkçeden Kürtçeye çevirilerde değil, örneğin İngilizceden ya da Arapçadan çevirilerimde de yaşadım, Çünkü son derece kapsamlı, son derece oturmuş bir dilden, çok yetersiz, çok yavan bir dile çeviri yapıyorsunuz. Böyle olunca da sizin anlatımınız da o oranda yavanlaşıyor. Bir dilin en önemli verilerinden biri kavramlardır. Kürtçe yazıda fazla işlenmemiş bir dil. Yazı noktasında çok bakir bir alan. Günlük alanda da kullanımı oldukça sınırlı. Hatta ticarete bile girmemiş bir dil. Dolayısıyla teknik manada ya da düşünsel boyutuyla kavramlarını oluşturmamış bir dil. Örneğin bir şiiri çevirirken elbette ki bire bir çeviremeyiz ancak bunu yaparken çevireceğiniz dilin de olanaklarının olması lazım. Mesela bir nükte... Bunu aynı incelikte karşı dilde de bulabilmelisiniz. Ben birebir olmasa dahi onu karşılayabilecek kavramları bulmakta oldukça zorluk çektim açıkçası.
Kürtçe yetersiz mi yani bu konuda?
Evet yetersiz. Yetersizliği de şurada; dilin kendisi fazla kullanılmamış. Diğer bir eksiklikte bizden kaynaklanıyor. Biz dile vakıf değiliz. Deyimleri, atasözlerini bilmiyoruz. Terimleri tam manasıyla bilmiyoruz. Bizim kültür dilimiz bir nevi Türkçe olmuş. Türkçe TV izliyoruz, gazete okuyoruz, internete giriyoruz. Dolayısıyla ekonomi, edebiyat, siyaset alanlarında sürekli bilgi alıyoruz ve bunlar bize kelime hazinesi olarak geri dönüyor. Oysa Kürtçede böyle bir durum söz konu değil.
Kürt çevirmenlerin sayısı oldukça az. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Bu Kürtçenin hayatın içinde yer almamasıyla alakalı. Bu Kürtçenin kaderiyle alakalı... Eğer bir dil sosyal hayatın içerisinde sınırlı bir yer buluyorsa o dille ilgilenecek insanların sayısı da o oranda sınırlı oluyor. Okuyucusu az olan bir dilin çevirmeni de az oluyor hayliyle.
Şimdiye kadar çevrilen kitapları dil açısından nasıl buluyorsunuz?
Kürtçe, çok eski tarihlerden beri yazı geleneği olan bir dil elbette. Ancak bu gelenek kesintiye uğramış. Bu kesintiye uğramışlık da dili geri bırakmış. Siz yüzyıllarca kesintiye uğramış bir dili yeniden canlandırmaya kalkışıyorsunuz. Bu elbette çok sıkıntılı bir durum. Bunun yansımasını çevirilerde görebiliyoruz. Ayrıca Kürtlerin değişik şiveler kullanması, dilde bir birlik sağlanamaması da çok büyük bir sıkıntı çevirmen açısından. Diğer bir nokta ise çevirmenlerin dilin bütün kurallarına vakıf olmaması. Meşhur bir ifade var "aşırı tercüme kokuyor bu metin" .Hakikatten bazı kitaplarda o kokuyu fazlasıyla duyabiliyorsunuz. Ama tüm bunlara rağmen gün be gün daha iyiye gittiğimizi söyleyebilirim.
Şimdiye kadar en beğenerek çevirdiğiniz kitap yada makale hangisi?
Meşhur doğu klasiklerinden Beydeba'nın "Kelile ve Dimne" si. Bir fablıdır ve dünya fabl geleneğinin başyapıtıdır. Dünyanın hemen hemen çevrilmemiş dili kalmamıştır. Kürtçe hariç tabi. O manada da kendimi çok mutlu hissediyorum.
Çevirmenliğin hoşlandığınız ya da nefret ettiğiniz tarafları nelerdir?
Dilin olmazsa olmazlarından biri gramerdir ve ben grameri sevmiyorum... Çünkü rahat hareket etmenize engel oluyor. Sizi kurallar zincirine hapsediyor. Bu yüzden bir türlü barışamadım gramer ile.
"Şunu çevirmek istiyorum" dediğiniz bir kitap var mı?
Cemil Meriç'in bir kitabını çevirmeyi çok isterim. Ya da Can Yücel'in şiirlerini...
Çevirmenliği meslek olarak seçmek isteyen gençlere ne gibi tavsiyeleriniz var?
Bazıları çevirmenliğe şiddetle karşı çıkarlar. Derler ki "bir halıyı ters çevirdiğiniz zaman nakışlar alttaki görüntüyü ne kadar gerçek veriyorsa, çevirmende bir eseri o kadar gerçek verebilir." Tabi unuttukları bir şey var; bir insan dünyanın bütün dillerini öğrenemez... Hiç kimse İngilizce bilmeyen birini Shakspeare ‘in eserlerinden mahrum bırakamaz. Bu yüzden çevirmenlik ciddi bir meslektir. Çevirmenliğe bir sanat olarak bakmaları lazım. Çünkü siz de bir yazarsınız. Siz bir kitabı yeniden yazıyorsunuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.