Şems Şeyma AÇIKAY
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde çook eski bir şehir varmış. Bu kadim şehrin bereketli toprakları üzerinde, bozkır kokusu eşliğinde Hitit’in sarı sıcak güneşi açar, dillere destan filleri ile yüreklere korku salan komutan Timur’un kısacık saltanatı sürer, gün gelir Roma hükümdarı surları ile çepeçevre etrafını sarar, aynı surların üzerinde tevazunun ve hoşgörünün piri Hacı Bayram Veli’nin duaları semalara yükselirmiş…
Hikayenin burasında ve “şimdi”sinde ise, yitirdikleri ile yalnız bir şehirdir Ankara… Tüm varlığını kaybederek depresyonun eşiğine gelmiş bir müflis tüccardır Ankara… Sararmış fotoğrafları ile eski bir aile albümüne bakarak maziyi yad eden bir bedbahttır.
O eski fotoğrafların arka fonunda, gözlerinde yaşla mahcup bakıveren; ne Yakub Kadri’nin ne M. Şevket Esendal’ın ne de Yılmaz Erdoğan’ın şehridir artık Ankara… Ne Ayaşlı’nın Kiracıları ile yaşadığı eski evi ne Selma Hanım’ın yalnız ve bir o kadar mutsuz ama bunlara inat görkemli konağı ne Binbaşı Hakkı Bey’in av merakını giderdiği Etlik bağları ne de alnında ciddi bir devlet asabiyeti olan memurları ile… aynıdır artık. Ankara ne Rauf Bey’in her sabah önünden geçtiği Ulus’taki kadim şehir saati ne memur Yusuf’un hiçbir iş yapmadığı ama orada olmazsa muhakkak bir şeylerin de eksik kalacağı bürokrasisi ile ne de Saatleri Ayarlama Enstitüleri’nin gerekliliği asla sorgulanamaz varlığı ile aynı şehirdir Ankara…
Ne karısının bayat ekmeklerden yaptığı tatlıyı çok sevmese de, yine de bu tasarrufu takdir eden bir günden bir sürü gün yapan memurları var artık ne de kaymakam pederinin bir ricası ile bir anda kendini Maarif Müdürlüğü’nde küçük bir masanın başında bulan Kuyucaklısı Ankara’nın…
Bir hayalin belli belirsiz
aksi ve ardından hünerli ressamın tuvalini çoktan aşarak can bulan “Kürk
Mantolu”su ile arasına sadece yıllar değil, yollar da giren yorgun Rauf Bey’in
ancak uğurlarken “Madonnası”ndan yadigar bir evladı olduğu hakikatini öğrendiği
garı ile aynıdır Ankara… Ne garı ne rayları ne treni ne vagonu ile aynıdır bu
şehir…
Tüm bu yoklukları ile
artık terkedilmiş bir şehirdir Ankara, kuru kaldırımları, laf olsun parkları,
dostlar alışverişte görsün caddeleri ile yapayalnız bir şehirdir Ankara. Ne
hovarda, şıpsevdi, hafifmeşrep İstanbul’un yanında ağır başlı tavrı ile eskinin
evlenilecek kızıdır, ne de kızımızı gönül rahatlığıyla vereceğimiz SSK’lı damat
adayı.
Bir varmış bir YOKmuş
bu şehir… Gerçi kışları hala ziyadesi ile karlı ve soğuktur hakkını teslim etmek
gerekir, hala Ankara’ya öyle yakışır ki kar, buz tutar resmi yalanlar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.