“Ülkede şu an gazetecilik yapılmıyor”
diyen Fox TV Ankara Temsilcisi Sedat Bozkurt ile gazetecilik mesleğini ve basın
özgürlüğünü konuştuk.
Dilek ÇOMAKÇI
Meslek yaşantınızdan bahseder misiniz?
Gazi
Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’ndan mezunum. 28 yıllık gazeteciyim. İlk
olarak Günaydın gazetesinde başladım. Uzun yıllar siyasi partiler muhabirliği
yaptım. Daha sonra haber müdürlüğü ve temsilciliği yaptım.9 yıldır Fox TV’nin
Ankara temsilciliğini yapıyorum. Üç tane meslek örgütüne üyeyim; Çağdaş
Gazeteciler Derneği, Türkiye Gazeteciler Sendikası, Parlamento Muhabirleri
Derneği. Aynı zamanda Türkiye’de bir resmiyet kazanmadığı için sadece bir birim
olarak var olan Avrupa Gazeteciler Birliğine üyeyim.
Tüm dünyada
medya –siyaset, medya-devlet ilişkileri sorunludur. Bu sorun Türkiye’de de
vardır. Türkiye’deki medya-siyaset ilişkisi 12 Eylül darbesi sonrasında bozulmuştur.
Turgut Özal’ın devreye girmesiyle bu bozulma daha kurumsal bir hal almıştır.
Gazetecilik dışında bölümler okuyanlar bu sektöre girmiştir. Bu durumda
Gazetecilik faaliyetini siyasal iktidar karşısında zafiyete uğratmıştır.
Nitekim Özal kendisine muhalefet eden gazetecileri ortadan kaldırmak için
gazetecilik faaliyetlerini pahalı bir hale getirdi. İthal kâğıt kullandırttı.
Bunun adını da iki buçuk gazete diye koydu. İki buçuk gazete Türkiye’ye
yeterliydi, başka gazeteye gerek yoktu.
Diğer gazetelerin bir bölümünün kendi kontrolünde olması gerekiyordu. Gazetecilik
dışında var olan sermayenin sektöre girmesi siyasal iktidarlarda pozisyon
olarak devam etti. ANAP döneminde
ANAP’lı gazeteler oldu. DYP döneminde DYP’li gazeteler oldu. Bunun nedeni de patronlarının
medya dışındaki işleri ve o işlerin siyasi iktidarla olan ilişkileriydi.
AKP’de şöyle
bir şey gördük; ilk kez mülkiyeti AKP’nin kendisinde, AKP’nin genel başkanında
olan medya grupları ortaya çıktı. AKP döneminde basın açısından ortaya çıkan en
vahim tablodur. Siz gazeteciliğinizi iktidara karşı yaparsınız, gazete
iktidarın elindeyse orada gazetecilik yapamazsınız. Türkiye’de şu an
gazetecilik yapılmıyor.
İnternette bir röportajınızı okudum Sabah
gazetesinde uğradığınız bir haksızlıktan bahsediliyordu. Hangi dönemde nasıl
bir haksızlıktı?
2003 yılı AKP’nin
siyasal iktidara yeni geldiği dönem. Gazetecilik dışında gelen bir sermayenin
sahip olduğu bir yayın organında çalışıyordum. Ben ATV’de çalışıyordum. Haber müdürüydüm.
Basın -İş yasasına uymayan bir sözleşme imzalamamızı istediler. Geçmişe dönük
bütün haklarımızı aldığımıza ilişkin bir ibraname vermemizi istediler. Durduk
yere patron bu isteklerde bulununca güvensizlik duyduk. Tabi ki bunların
hiçbirini imzalamadık.
Sonuçta beni
Diyarbakır’a sürgün ettiler. O dönem 14 kişinin işine son verildi. Galiba
medyada gösterilen en son direnmeydi.
Özgürlük
sınırsız değildir. Doğal olarak basın özgürlüğü de sınırlığıdır. Basın
özgürlüğü bireyin özgürlüğünde başlar. Birey ne kadar özgürse, o ülkenin basını
da o kadar özgürdür. Özgürlük dediğiniz şudur: elinize bir haber geldiği zaman
onu sadece kamu yararını kriterine göre değerlendirirsiniz. Medya tarafsız
değildir, halktan yana taraftır, ama bağımsızdır. İşte burada bağımsızlık
devreye girer. Ben bu haberi yayınlarsam patronla ilişkilerimi etkiler mi diye
düşünürseniz gazetecilik yapamazsınız. Medyanın özgürlüğü burada başlar. Eline
haber geldiğinde sadece habercilik kaygınız varsa özgürsünüz.
Türkiye’de basın özgür değil, her yıl
birçok gazeteci hapse giriyor. Bu durum nasıl önlenir?
Ülkede hukuk
varsa, demokrasi varsa zaten basın özgürlüğünü bile konuşmazsınız. Ama bunların
hiçbiri yoksa zaten basın özgür değildir. Mehmet Baransu içeride tutuklu. Komik
bir tutukluluk biçimi var. Gizli bir belgeyi açıklamadan tutuklanıyor. Bunu
yargılayan hakim bile belge gizli olduğu için göremiyor. Yani böyle bir gizli
belge var mı, o bile belli değil. Oysaki gazetecinin görevi gizlileri açığa
çıkarmaktır. Siz ajanlık yapmakla gazeteciyi suçlayamazsınız.
Gazeteciler özgürlüklerini kazanmak, haklarını
kullanmak için bir araya gelir mi?
Zor bir durum. Çünkü gazetecilik bireysel üretim rekabetine
dayalı bir meslek. Türkiye’de bir örgütlenme sorunu var. Sadece medyadan söz
etmiyorum. İşçilerin yüzde 5’inin
sendikalı olduğu bir ülkeden söz ediyoruz. Avrupa’da bir kişi ortalama 3 örgüte
üye, Türkiye’de 1000 kişinin bir tane örgüte bile üye olmadığına bakarsak, arada
müthiş bir uçurum var. Türkiye’nin kurtuluşu örgütlü toplumdur. Herkes
örgütlenecek mesleki örgütler olacak, sendika örgütleri olacak. Örgütlerle
katılımcı bir demokrasi elde edersiniz. Başka türlü olmaz. Türkiye Gazeteciler
Sendikası var. Disk’inde bir Basın-iş’i var. Bunların toplu sözleşme için yetki
aldıkları, örgütlü oldukları bir tane kurum yok. Örgütlülük sözde kalıyor. Dernekler
var ama sendikalar gibi yaptırım olanağı olan güçler değil. Örneğin basın kartı
Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğünün sekretaryasında örgütlerin
temsilcilerinden oluşan bir komisyon tarafından veriliyordu. Bir yönetmelikle
Basın Yayın Enformasyon bunu ben vereceğim dedi. Bu çok sakıncalıdır. Bugüne
kadar dünyadaki gibi bunu şöyle çözmeleri lazımdı. Basın kartını sendikalar
verir.
Solcu bir gazeteci olarak Ak Parti ile
ilişkileriniz nasıl?
Çok
iyidir. Mesela Abdullah Gül evime gelirdi. Bu, 1991 yılında başlayan
gazeteci-haber kaynağı ilişkisiydi ve daha sonra farklı bir boyuta geçti.
Ertuğrul Günay ile ilişkilerim çok iyi ve daha eskidir. Bunları söylerken yandaş
gazetecilik yaptığım gibi bir sonuç ortaya çıkmasın. Gazeteciliğin muhalif bir
iş olduğunu iyi bilirim, en muhalif gazetenin temsilciğini yaptım. Buna rağmen
her kesimle ilişkilerimi sağlam bir şekilde muhafaza ettim.
İş hayatınızda ‘keşke’leriniz oldu mu?
İlla ki
olmuştur, ama bugün buradaysam keşkelerim sayesinde buradayım. Pişmanlığım
olmadı.
Geleceğin gazetecilerine önerileriniz neler?
Gazeteci olmak
çok zorlaştı. Habercilik kaygısı azaldı. Birçok kurum gazeteciye ihtiyaç
duymuyor. Bunun için gazeteci adayının farklı olması lazım. Kendini
geliştirmeli, iyi derecede İngilizce bilmeli, ısrarcı olmalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.