Merve ÖĞÜT
Biyogüvenlik Kurulu geçtiğimiz günlerde hayvan yemlerinde genetiği değiştirilmiş 13 mısır türünün ithaline onay verdiğini açıkladı. Peki, GDO’lu yemle beslenen hayvanın eti ya da sütü bundan etkileniyor mu? Biyogüvenlik Kurulu işleyişi ve karar alma aşamaları neler? Tüketicilerin GDO konusunda ne gibi endişeleri var?
2010 yılından itibaren hayatımıza giren genetiği değiştirilmiş organizmalarla ilgili kanun birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Biyogüvenlik kuruluna yem ve gıda amaçlı mısır, kolza, şeker pancarı, patates ve soya ile ilgili başvurular yapıldı. Üç soya,13 mısır yemiyle ilgili GDO ithaline izin verildi. 42 çeşit ile ilgili çalışmalar ise devam ediyor.
Biyogüvenlik kurulunun işlevinden ve görevlerinden bahseden Biyogüvenlik Kurulu başkanı Hakan Yardımcı, Biyogüvenlik kurulunun tanınması, ne yaptığının bilinmesinin kamuoyunun bu konuda doğru ve yerinde tepki vermesi açısından önemli olduğunu söyledi. Yardımcı, Katagena Biyogüvenlik Protokolü ve AB direktifleri esas alınarak Türkiye’ye özgü bir güvenlik kanununun 26 Eylül 2010 tarihinden itibaren yürürlüğe girdiğini anlattı. Yardımcı, Biyogüvenlik kanununa göre kurulan Biyogüvenlik Kurulu’nun genetiği değiştirilmiş organizmalar ile ilgili yapılan ithalat başvurularını inceleyip karar bağladığını ve resmi gazetede yayınladığını söyledi.
Yardımcı’nın verdiği bilgilere göre, Kurul ithalatçı kuruluşların ithal etmek istedikleri ürünlerin başvurularını inceliyor. Her ürün için ayrı komite kuruluyor. Bu bilimsel komiteler 22 kişiden oluşuyor. Ürün on biri risk değerlendirme, on biri de sosyoekonomik değerlendirme araştırması yapan uzman grup tarafından inceleniyor. Kurula yem amaçlı 3 tane soya çeşidiyle ilgili başvuru yapıldı. Kurul 3 soya çeşidine olumlu karar verdiğini açıkladı. Daha sonra kurula yapılan 22 mısır çeşidi başvurusunun 13’üne olumlu karar verildi. 9 mısır çeşidiyle ilgili karar ise sırada bekliyor.
Tarımı Yasak!
Yardımcı yapılan başvurularda adı geçen bitkiler ve bunların çeşitlerinin 20 yıldır Amerika Birleşik Devletlerinde, 15 yıldır AB’nin bütün ülkelerinde hem gıda hem de yem amaçlı kullanıldığını belirterek, “Biyogüvenlik kanunundan dolayı biz bunları direkt kabul etmiyor, sıfırdan alıp inceliyoruz” dedi. Türkiye’de 16 ürün dışında hepsinin yasak olduğunu belirten Yardımcı, Türkiye’nin bu konuda çok muhafazakâr yaklaştığını iddia etti.
Avrupa’da serbest olmasına karşın Türkiye’de GDO tarımının yasak olduğunu belirten Yardımcı, şöyle konuştu: “Bizim Biyogüvenlik kanunumuz tarımına 12 yıla kadar hapis cezası getirdi. Doğayı kesinlikle korumamız gerekiyor. Tarımına izin vermememizin nedeni, diğer ülkelerde tarımı belirli dış alanlara kurulmuş. Türkiye’de öyle bir durum yok. Bunların tarımını getirdiğin anda çiftçinin sosyal konumunu da etkiliyorsun. Bir süre sonra orada mono kültür dediğimiz, hep aynı ürünün ekildiği, birkaç firmaya ait ürünlerin tarımının yapıldığı bir alan meydana gelecek. Türkiye bu kanunu çıkararak kendi ürünlerini, kendi gen kaynaklarını korumaya çalıştı.”
Önemli olan alerjik toksik madde olup olmadığı
GDO’nun en çok tartışılan konusunun hayvanın etine ya da sütüne geçip geçmeyeceği yönünde olduğunu belirten Yardımcı, şunları söyledi:
“Bu konuda tüm dünyanın kriteri alerjik toksik olup olmadığı yönünde. Bu konuyu inceleyen uzmanlar hayvanların, kendisinde, etinde, sütünde ve yumurtasında herhangi bir toksik, alerjik madde olup olmadığı inceliyor. Sen onu yediğin zaman zehirleniyor musun zehirlenmiyor musun önemli olan bu. Şunun içerinde bir mikroba ait bir DNA parçacığı var mı diye bakmıyorlar. Çünkü herhangi bir canlıya ait bir DNA parçacığını bir hayvansal üründe görmek, onun ona geçtiği anlamında gelmez. Sütün içi zaten DNA dolu. Bunlarla ilgili iddia edilen alerjik bir madde bulunduğu takdirde bu derhal durdurulur. “
Biyoteknolojide kendi ürününü üretmeli bağımlı kalmamalısın!
Yardımcı, işin sadece tüketici kısmına bakılmaması, ekonomik kısmın da göz önüne alınması gerektiğini ifade etti. Dünyada Biyoteknolojik ürünleri üreten birkaç büyük şirket olduğunu anlatan Yardımcı, işin ekonomik bağımlılık yönüne dikkat çekti. Kamuoyunun GDO konusunda çok bilgisiz olduğunu belirten Yardımcı biyoteknolojinin önümüzdeki yüzyılın en önemli konusu olacağını iddia etti. Yardımcı, Çin, İran ve İsrail’in çok ciddi biyoteknolojik üretim yaptığını anlatarak, biyoteknolojide ileri giden ülkelerin kendi ürünlerini üreteceklerini belirtti.
Yardımcı, “İran kendi pirincini üretti. ABD devamlı çalışıyor. Burada İklimler değişiyor, yeni hastalıklar çıkıyor. Kullandığınız antibiyotikler, kullandığınız hormonlar, kullandığımız aşılar, tekstil malzemeleri, laboratuvar malzemeleri, plastikler hepsi biyoteknoloji ürünü oldu. Dolayısıyla siz biyoteknoloji konusunda ülkesel olarak geri kalırsanız, başka ülkelerin ürettiği biyoteknoloji ürünlerine muhtaç olursunuz” dedi.
Yardımcı, biyoteknolojinin bloke edilmemesi gerektiğini belirterek, “Kendi kendimizi engellersek yarın öbür gün başkaları bizi geçer.Tuzlu topraklarda domates üretir, patates üretir. Bu sefer biz diğer ülkelerin ürünlerini almaya mecbur oluruz “diye konuştu. Yardımcı, Türkiye’nin gen zenginliğinin çok iyi değerlendirip, ne var ne yok hepsini tescil ettirerek patentleyip muhafaza altına almak gerektiğini söyledi.
Tüketiciler GDO’lu ürünleri asla anlamayacak
Gıda Mühendisleri Odası başkanı Petek Ataman ise GDO ürünlerle ilgili daha önce bir düzenleme olmadığını belirterek, GDO’nun ithalatında da bir kontrol olmadığını, dolayısıyla o dönemde de fiilen GDO’lu ürünlerin ülkemize girdiğini söyledi. Ekim 2009’da Biyogüvenlik kurulunun bu konuyla ilgili yönetmelik yayınladığını anımsatan Ataman, GDO konusundaki endişelerini şöyle dile getirdi.
“Risk değerlendirmesini kimin yaptığı belli değil, GDO’nun insan sağlığına olan negatif etkileri tartışma konusu, ayrıca bilimsel kurulun bağımsız olmadığı konusunda endişelerimiz var.”
Tüketicinin GDO’lu yemle beslenmiş hayvanın etini sütünü tüketirken bilgi sahibi olmak istediğine dikkat çeken Ataman, “Burada bizim etik dediğimiz tartışma devreye giriyor. Avrupa’da ve Amerika’da GDO’lu yemle beslenmiş olan hayvanın etinin, sütünün etiketle belirtilmesi gerekmiyor. Yapılan bilimsel çalışmalarda yemlerden hayvanın etine, sütüne, yumurtasına gen geçmediği tespit edilmiş. Dolayısıyla sizin tükettiğiniz üründe bu genler yok bilgilendirmeye de gerek yok deniliyor” diye konuştu. Tüketicinin GDO’lu ürünü anlamasına imkan olmadığını vurgulayan Ataman, tüketicinin bu hususta dikkat edeceği hiçbir şey olmadığını belirterek şunları söyledi:
”Gıdaların üzerinde yazmayacak, bu durumda da anlamayacaksınız. GDO’lu üründen elde edilen ürün daha sarıdır gibi bir tanımlama da yok. Gerçekten süte, ete taşınmadığı için etiketlenmiyor ama tüketici bunu bilmek istiyorsa bunu bilemeyecek. Bu noktada bir sıkıntımız var.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.