Tuğçe ARSLAN
Cumhuriyet
gazetesi köşe yazarı Bekir Coşkun ile 39 yıllık meslek hayatı boyunca
yaşadıklarını, edindiği tecrübelerini sizin için öğrendik.
Bekir
Bey, gazeteci olmaya nasıl karar verdiniz?
Aslında, ben karar vermedim. Bu bir kader, yazgıdır
biraz. Ama benim için biyolojik bir sorun. Ben biraz peltek olduğum için
konuşmayı çok sevmiyorum. İnsanlarla iletişim şekilleri vardır. Birincisi,
konuşmak. İkincisi, yazmak. Üçüncüsü, işaretle konuşmak. Dördüncüsü de araç-alet-edevatla,
şekille anlaşmak. Ben birincisini yapamadığım için ikincisini yapıyorum. Bu,
bende yazıyla ifade etme yeteneğini geliştirdi. Demek ki iyi olmuş peltek
olmam.
İş
hayatınıza foto muhabiri olarak başladınız. Sizi gazete muhabirliğine iten ne oldu?
Foto muhabiri olarak başladım, ama çektiğim
fotoğraflar hiçbir zaman yayınlanmadı. Ben fotoğraf makinesini ilk defa elime
alıyordum. Foto muhabiri arıyorlardı,
ben de foto muhabiriyim diye girdim. Ama çektiğim hiçbir fotoğraf gazetede çıkmayınca
beni kovdular. O zamanlar, foto muhabirleri çektikleri fotoğrafa fotoğraf altı
yazısını yazardı. Ben de fotoğraf daha karanlık odadayken yazıyı yazıp, yazı
işleri müdürü Ahmet Nadir'e veriyordum. Yazılar hep geldi ama fotoğraflar hiç geri
gelmedi. Fakat o, yazıları okurken benim iyi bir yazar olacağıma karar vermiş.
Beni kovduktan birkaç saat sonra Ahmet Nadir beni geri çağırdı. Gel, polis
muhabirliği yap, dedi ve böylece polis muhabirliğine geçtim.
Konuşma
açısından zorlandığınızı söylediniz. Muhabirlikte zorlanmadınız mı?
Bütün bunlar konuşma gerektirmiyor, iyi dinlemek ve
iyi yazmak gerektiriyor. Şimdiki parlamento muhabirleri çok konuşuyor ama
önceden böyle değildi. Televizyon da yoktu ve konuşmak hiç gerekmiyordu. Zaten
toplum da yazarın nasıl olduğunu bilmezdi. Televizyonlar olmayınca
göremiyorduk.
Muhabirlik
günlerini özlediğiniz oluyor mu?
Habercilikte duyguların olmayacak. Biraz duygusuz
olmak gerekiyor. Bunun tartışması hala
devam eder, önce gazeteci miyiz, önce insan mıyız diye. Duygularınla yapman
gereken arasında ezilip kalırsın. Ben o noktada çok bocaladım. Çünkü duygularım
hep öne geçti. Diyelim ki bir adam başka birini öldürmüş. Katil adamın
fotoğrafını çekiyorum ben. Tam kapıdan çıkarken o adamın çocukları ağlaşıyor.
İşte o zaman ben, o adam için "eli kanlı katil" yerine "kader
kurbanı" falan diyorum, yazı işleri müdürü kızıyordu. "Neyin kader
kurbanı, adam katil" diye. Başka bir örnekle diyelim, politikacıyla
görüşüyorsun. O sana diyor ki "Ben senin samimiyetine güveniyorum,
anlatıyorum, bunlar aramızda kalsın." Çok önemli bir haber olabilir ama
öyle söylediği zaman ben yazamıyordum. Normalde bir gazetecinin o haberi
yazması lazım, saklamaması lazım. Benim
yazar olmama aslında böyle bir haber neden oldu. Eski başbakan bana bir olay anlattı ve bana “bunları
yazma” dedi. Ben de yazmadım, ertesi gün başka bir gazeteci yazdı ve ben zor
durumda kaldım. Halbuki ben de oradaydım.
Sosyal
medya günümüzde gazetelerin önüne geçmiş durumda. Siz bu konuda ne
düşünüyorsunuz?
Elimden geldiği kadar ben de sosyal medya
kullanıyorum. Medyaya daha önce "Kötü yapıyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz"
demiştim. Eğer böyle yapılmaya devam edilirse, bu toplum kendi medyasını
yaratır. Artık sosyal medya var. Artık gazeteler, televizyonlar olsa da olur,
olmasa da olur. Nitekim biz de kendi aramızda böyle yapıyoruz. Benim Facebook'ta 200 bin, Twitter'da 180 bin
takipçim var. Paylaşımlarla,
retweet'lerle günde 300 bin insana ulaşıyor. Çalıştığım gazetenin tirajı 50 bin.
Günümüz
gazetecilerini nasıl görüyorsunuz?
Günümüz gazetecilerini şanssız buluyorum. Gençler
çok talihsiz. Öyle bir dönemde gazetecilik yapıyorlar ki; patronları, abileri,
editörleri ve örnek alacakları kişiler iktidara yapışmış, kaypak ve dönek
davranışlar içerisinde. Bu kişileri örnek alması hüzün verici bence. Onun için
şanssız buluyorum. Dilerim bu durum böyle gitmez. Genç kuşakların bunun farkına
varmaları lazım, tepki göstermeleri lazım. Tepki gösterdikleri zaman kovulacak,
onu da söyleyeyim. Kovulmak gazeteci için hiçbir zaman kötü bir şey değildir.
Bir madalya gibi boynunda taşır.
“İyi
bir gazetecinin korkmaması lazım”
Sizce
iyi bir gazetecinin nasıl olması gerekir?
Gazetecinin nasıl olması gerektiği her devire göre
değişir. Mesela bir zamanlar gazetecilerin daha kültürlü, donanımlı olmaları
lazımdı. Bir devirde gazetecilerin özgür olmaları lazımdı. Cumhuriyetin ilk
yıllarında saltanata, dergahlara, tarikatlara karşı olmaları lazımdı. Ama
günümüzde gazeteciliğin birinci unsuru korkmamasıdır. Çünkü en donanımlı, en
kültürlü, en yetenekli gazeteciler korkularından yok olup gidiyor. Bu nedenle
ilk sırada korkmamaları yer alıyor.
Başarı
sizin için neyi ifade ediyor?
Başarıyı bir anahtara benzetiyorum. Dört kertiği
vardır. Birincisi, iyi bir donanım. Bunun için çok kitap okumak lazım, gazete
okumak lazım, izlemek lazım, internet kullanmak ve dünyada olup bitenleri takip
etmek lazım. İkincisi, iyi bir çevre. Kapitalizmde bu gerçekten çok önemli.
İlla bir yol gösterici, abi, iyi bir lobiye sahip olmak lazım. Editörlerle, yazarlarla
iyi dostluklar kurmak lazım. Futbolla benzetirsek, iyi bir donanım var ama
birisinin topu koyup gel vur demesi lazım. Yetenek de varsa gol olur. Üçüncüsü,
ev ödevi. Ben kendimden örnek vereyim, hala gece 4'e kadar oturup çalışırım. Dördüncüsü,
sevda. Yüreğinizde sevda yoksa, yapmayın o işi. Bu sadece gazetecilikte değil,
ne iş olursa olsun geçerli. Mesela köpeğim Pako benim için bir sevdaydı.
Kemanım sevdadır, çalarken sevdayla çalarım. Marangozluğum var, ahşap
sevdamdır. Kaptanlığım var, denizcilik sevdamdır. Ben Urfa'da doğdum. Urfa'da
deniz yok, kaptan olur mu dersin ama sevda olunca her şey mümkün. Yazı yazmak
da böyle. Yazma sevdanız varsa o yazı iyi yazıdır.
“Geleceğinize
sahip çıkın”
Tarihimizde
başarılı birçok gazeteciye suikast düzenlendi. Sizin de başınızdan geçmiş bu
tip olaylar var mı?
Sık sık oldu. Eskiden gazetecileri öldürüyorlardı.
Fakat şimdi öldürmüyorlar. Onların kimlikleri, şerefleri, aileleri,
namuslarıyla oynayıp onları ayakta ölü haline getiriyorlar. Kurşunla
öldürmekten daha beter bir şey bu. Şimdi evleri dinleniyor, telefonları
dinleniyor. Kurşunla öldürmektense başka yöntemler deniyorlar. Bu daha acımasız,
daha vicdansız. Evime de fiziki saldırılar oldu. Evim bombalandı, oğlum ölümden
döndü. 12 Eylül'den sonra zaman zaman çalıştığım gazeteye saldırılar oldu.
Evime kurşun sıkıldı. Ama bütün bunlar önemli değildir. Ben bir tek şeye
bakarım, insanların onuru, şerefi, namusuyla oynanmaması gerektiğini
düşünürüm. Bizi öldüren bu en son
söylediğimdir, öbürleri değil. Uğur Mumcu'yu kimse öldürebilir mi? Hala yaşıyor. Mumun ışığı ampulün ışığından
daha aydınlık değil mi? O zaman böyle öldürülmüyormuş, dediler ve bu şekilde
öldürmeye başladılar. Bu yüzden çok tedirginiz hepimiz. Sığınacak güvenilir
dostlarla çalışabiliyoruz. Herkese anlatamıyoruz sorunlarımızı. Ailelerimizle
evimizde huzur kalmadı . Acı ve zor günler yaşadık, gelecek hakkında
kaygılıyım. Bu şiddetin dozu giderek artacak. Toplum bize sahip çıkmadığı için
bir yerde kurban bir kuşağız ve bunun faturasını ödeyeceğiz. Sizler belki bunu
düzeltebilirsiniz. Arkama dönüp baktığımda en mutlu olmam gereken zamanlarda bu
berbat günleri görüyorum. Gece kalkıp ağladığımı, sancılarımın tuttuğunu, oğluma
kızıma sürekli "Aman dikkat edin" dediğimi, arabama binerken eşim
Andre’ye "Aman sen uzak dur, ben bineyim patlayacaksa sen sonra gel"
dediğimi, bütün bunları hatırlıyorum. Okuyucusuna bütün meslek hayatı boyunca
hiç yalan söylememiş, 25 senedir yönünü saptırmamış, hiçbir siyasi partinin
adamı olmamış, kendi görüşümde olan partilerin hükümetinde onlara da en sert
eleştirileri yapmış biri olarak bütün bunları hak etmediğimi düşünüyorum. Ama
yine de bunun faturasını ödedim. Dilerim siz ödemezsiniz.
Bizim
gibi genç gazetecilerin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Siz, kendi geleceğinize el koymak zorundasınız. Biz
koymadık, korkak ve çekimser davrandık. Sesimizi kestik. Bugün işte medya
bitti. Siz de eğer bizim gibi davranırsanız siz de faturasını ödeyeceksiniz. Benim
en içinden çıkamadığım olay, en sevdiğim insan hakkında aleyhine yazı yazmak.
Ama yazmam gerektiğini bildiğim zaman, onu yapabildim zar zor da olsa. Ama
cılız bir sesledir. Düğün salonunda bir çocuğun kendi kendine ağlaması gibidir.
Etkili değildir yani. O yüzden siz bir araya gelmek zorundasınız. Birbirinize
sahip çıkın, elinizi bırakmayın. Birlikte tavır koyun. Ve uyanın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.