9 Aralık 2013 Pazartesi

Bekir Coşkun: “Habercilikte duyguların olmayacak”

Tuğçe ARSLAN

Cumhuriyet gazetesi köşe yazarı Bekir Coşkun ile 39 yıllık meslek hayatı boyunca yaşadıklarını, edindiği tecrübelerini sizin için öğrendik.
                                                     
Bekir Bey, gazeteci olmaya nasıl karar verdiniz?
Aslında, ben karar vermedim. Bu bir kader, yazgıdır biraz. Ama benim için biyolojik bir sorun. Ben biraz peltek olduğum için konuşmayı çok sevmiyorum. İnsanlarla iletişim şekilleri vardır. Birincisi, konuşmak. İkincisi, yazmak. Üçüncüsü, işaretle konuşmak. Dördüncüsü de araç-alet-edevatla, şekille anlaşmak. Ben birincisini yapamadığım için ikincisini yapıyorum. Bu, bende yazıyla ifade etme yeteneğini geliştirdi. Demek ki iyi olmuş peltek olmam.

İş hayatınıza foto muhabiri olarak başladınız. Sizi gazete muhabirliğine iten ne oldu?
Foto muhabiri olarak başladım, ama çektiğim fotoğraflar hiçbir zaman yayınlanmadı. Ben fotoğraf makinesini ilk defa elime alıyordum.  Foto muhabiri arıyorlardı, ben de foto muhabiriyim diye girdim. Ama çektiğim hiçbir fotoğraf gazetede çıkmayınca beni kovdular. O zamanlar, foto muhabirleri çektikleri fotoğrafa fotoğraf altı yazısını yazardı. Ben de fotoğraf daha karanlık odadayken yazıyı yazıp, yazı işleri müdürü Ahmet Nadir'e veriyordum. Yazılar hep geldi ama fotoğraflar hiç geri gelmedi. Fakat o, yazıları okurken benim iyi bir yazar olacağıma karar vermiş. Beni kovduktan birkaç saat sonra Ahmet Nadir beni geri çağırdı. Gel, polis muhabirliği yap, dedi ve böylece polis muhabirliğine geçtim.

Konuşma açısından zorlandığınızı söylediniz. Muhabirlikte zorlanmadınız mı?
Bütün bunlar konuşma gerektirmiyor, iyi dinlemek ve iyi yazmak gerektiriyor. Şimdiki parlamento muhabirleri çok konuşuyor ama önceden böyle değildi. Televizyon da yoktu ve konuşmak hiç gerekmiyordu. Zaten toplum da yazarın nasıl olduğunu bilmezdi. Televizyonlar olmayınca göremiyorduk.

Muhabirlik günlerini özlediğiniz oluyor mu?
Habercilikte duyguların olmayacak. Biraz duygusuz olmak gerekiyor.  Bunun tartışması hala devam eder, önce gazeteci miyiz, önce insan mıyız diye. Duygularınla yapman gereken arasında ezilip kalırsın. Ben o noktada çok bocaladım. Çünkü duygularım hep öne geçti. Diyelim ki bir adam başka birini öldürmüş. Katil adamın fotoğrafını çekiyorum ben. Tam kapıdan çıkarken o adamın çocukları ağlaşıyor. İşte o zaman ben, o adam için "eli kanlı katil" yerine "kader kurbanı" falan diyorum, yazı işleri müdürü kızıyordu. "Neyin kader kurbanı, adam katil" diye. Başka bir örnekle diyelim, politikacıyla görüşüyorsun. O sana diyor ki "Ben senin samimiyetine güveniyorum, anlatıyorum, bunlar aramızda kalsın." Çok önemli bir haber olabilir ama öyle söylediği zaman ben yazamıyordum. Normalde bir gazetecinin o haberi yazması lazım, saklamaması lazım.  Benim yazar olmama aslında böyle bir haber neden oldu.  Eski başbakan bana bir olay anlattı ve bana “bunları yazma” dedi. Ben de yazmadım, ertesi gün başka bir gazeteci yazdı ve ben zor durumda kaldım. Halbuki ben de oradaydım.

Sosyal medya günümüzde gazetelerin önüne geçmiş durumda. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Elimden geldiği kadar ben de sosyal medya kullanıyorum. Medyaya daha önce "Kötü yapıyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz" demiştim. Eğer böyle yapılmaya devam edilirse, bu toplum kendi medyasını yaratır. Artık sosyal medya var. Artık gazeteler, televizyonlar olsa da olur, olmasa da olur. Nitekim biz de kendi aramızda böyle yapıyoruz.  Benim Facebook'ta 200 bin, Twitter'da 180 bin takipçim var.  Paylaşımlarla, retweet'lerle günde 300 bin insana ulaşıyor. Çalıştığım gazetenin tirajı 50 bin.

Günümüz gazetecilerini nasıl görüyorsunuz?
Günümüz gazetecilerini şanssız buluyorum. Gençler çok talihsiz. Öyle bir dönemde gazetecilik yapıyorlar ki; patronları, abileri, editörleri ve örnek alacakları kişiler iktidara yapışmış, kaypak ve dönek davranışlar içerisinde. Bu kişileri örnek alması hüzün verici bence. Onun için şanssız buluyorum. Dilerim bu durum böyle gitmez. Genç kuşakların bunun farkına varmaları lazım, tepki göstermeleri lazım. Tepki gösterdikleri zaman kovulacak, onu da söyleyeyim. Kovulmak gazeteci için hiçbir zaman kötü bir şey değildir. Bir madalya gibi boynunda taşır. 


“İyi bir gazetecinin korkmaması lazım”
Sizce iyi bir gazetecinin nasıl olması gerekir?
Gazetecinin nasıl olması gerektiği her devire göre değişir. Mesela bir zamanlar gazetecilerin daha kültürlü, donanımlı olmaları lazımdı. Bir devirde gazetecilerin özgür olmaları lazımdı. Cumhuriyetin ilk yıllarında saltanata, dergahlara, tarikatlara karşı olmaları lazımdı. Ama günümüzde gazeteciliğin birinci unsuru korkmamasıdır. Çünkü en donanımlı, en kültürlü, en yetenekli gazeteciler korkularından yok olup gidiyor. Bu nedenle ilk sırada korkmamaları yer alıyor.

Başarı sizin için neyi ifade ediyor?
Başarıyı bir anahtara benzetiyorum. Dört kertiği vardır. Birincisi, iyi bir donanım. Bunun için çok kitap okumak lazım, gazete okumak lazım, izlemek lazım, internet kullanmak ve dünyada olup bitenleri takip etmek lazım. İkincisi, iyi bir çevre. Kapitalizmde bu gerçekten çok önemli. İlla bir yol gösterici, abi, iyi bir lobiye sahip olmak lazım. Editörlerle, yazarlarla iyi dostluklar kurmak lazım. Futbolla benzetirsek, iyi bir donanım var ama birisinin topu koyup gel vur demesi lazım. Yetenek de varsa gol olur. Üçüncüsü, ev ödevi. Ben kendimden örnek vereyim, hala gece 4'e kadar oturup çalışırım. Dördüncüsü, sevda. Yüreğinizde sevda yoksa, yapmayın o işi. Bu sadece gazetecilikte değil, ne iş olursa olsun geçerli. Mesela köpeğim Pako benim için bir sevdaydı. Kemanım sevdadır, çalarken sevdayla çalarım. Marangozluğum var, ahşap sevdamdır. Kaptanlığım var, denizcilik sevdamdır. Ben Urfa'da doğdum. Urfa'da deniz yok, kaptan olur mu dersin ama sevda olunca her şey mümkün. Yazı yazmak da böyle. Yazma sevdanız varsa o yazı iyi yazıdır.  
          
“Geleceğinize sahip çıkın”                                     
Tarihimizde başarılı birçok gazeteciye suikast düzenlendi. Sizin de başınızdan geçmiş bu tip olaylar var mı?
Sık sık oldu. Eskiden gazetecileri öldürüyorlardı. Fakat şimdi öldürmüyorlar. Onların kimlikleri, şerefleri, aileleri, namuslarıyla oynayıp onları ayakta ölü haline getiriyorlar. Kurşunla öldürmekten daha beter bir şey bu. Şimdi evleri dinleniyor, telefonları dinleniyor. Kurşunla öldürmektense başka yöntemler deniyorlar. Bu daha acımasız, daha vicdansız. Evime de fiziki saldırılar oldu. Evim bombalandı, oğlum ölümden döndü. 12 Eylül'den sonra zaman zaman çalıştığım gazeteye saldırılar oldu. Evime kurşun sıkıldı. Ama bütün bunlar önemli değildir. Ben bir tek şeye bakarım, insanların onuru, şerefi, namusuyla oynanmaması gerektiğini düşünürüm.  Bizi öldüren bu en son söylediğimdir, öbürleri değil. Uğur Mumcu'yu kimse öldürebilir mi?  Hala yaşıyor. Mumun ışığı ampulün ışığından daha aydınlık değil mi? O zaman böyle öldürülmüyormuş, dediler ve bu şekilde öldürmeye başladılar. Bu yüzden çok tedirginiz hepimiz. Sığınacak güvenilir dostlarla çalışabiliyoruz. Herkese anlatamıyoruz sorunlarımızı. Ailelerimizle evimizde huzur kalmadı . Acı ve zor günler yaşadık, gelecek hakkında kaygılıyım. Bu şiddetin dozu giderek artacak. Toplum bize sahip çıkmadığı için bir yerde kurban bir kuşağız ve bunun faturasını ödeyeceğiz. Sizler belki bunu düzeltebilirsiniz. Arkama dönüp baktığımda en mutlu olmam gereken zamanlarda bu berbat günleri görüyorum. Gece kalkıp ağladığımı, sancılarımın tuttuğunu, oğluma kızıma sürekli "Aman dikkat edin" dediğimi, arabama binerken eşim Andre’ye "Aman sen uzak dur, ben bineyim patlayacaksa sen sonra gel" dediğimi, bütün bunları hatırlıyorum. Okuyucusuna bütün meslek hayatı boyunca hiç yalan söylememiş, 25 senedir yönünü saptırmamış, hiçbir siyasi partinin adamı olmamış, kendi görüşümde olan partilerin hükümetinde onlara da en sert eleştirileri yapmış biri olarak bütün bunları hak etmediğimi düşünüyorum. Ama yine de bunun faturasını ödedim. Dilerim siz ödemezsiniz.

Bizim gibi genç gazetecilerin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Siz, kendi geleceğinize el koymak zorundasınız. Biz koymadık, korkak ve çekimser davrandık. Sesimizi kestik. Bugün işte medya bitti. Siz de eğer bizim gibi davranırsanız siz de faturasını ödeyeceksiniz. Benim en içinden çıkamadığım olay, en sevdiğim insan hakkında aleyhine yazı yazmak. Ama yazmam gerektiğini bildiğim zaman, onu yapabildim zar zor da olsa. Ama cılız bir sesledir. Düğün salonunda bir çocuğun kendi kendine ağlaması gibidir. Etkili değildir yani. O yüzden siz bir araya gelmek zorundasınız. Birbirinize sahip çıkın, elinizi bırakmayın. Birlikte tavır koyun. Ve uyanın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.